Sırat-ı Müstakîm Ashâbı

Sırat-ı müstakîm ashabı

Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdı harîkalar asrındadır. Zaman, âhirzaman asrında çarhlarını döndürmekte ve kader hükmünü icra etmektedir. Yaşanan hâdiseler ispat etmektedir ki, her şey aslına rücû etmekte ve verilen ihbâr-ı gaybîler tahakkuk etmektedir. Kur’ân’ın mânevî bir mucîzesi ve âhirzaman asrına bir dersi olan Risâle-i Nur, âhirzaman asrının kıyamete kadar yaşanacak olan hâdiselerinin kodlarını ve koordinatlarını izn-i ilâhi ile göstermektedir. Zaman müfessiri kaydını izhâr ediyor ve hükmünü gösteriyor ki “akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhân-ı aklîye istinâd eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.”[1]tir.

Hayata ve hâdisât-ı âleme Risâle-i Nur penceresinden bakan, hak ve hakîkatleri asr-ı saadetten asr-ı âhirzamana taşınan ve bütün koordinatlarını Kur’ânî prensiplerden alan; az fakat müstakîm bir tâifenin mücahedesinin hak ve hakîkate istinâd ederek devam ede geldiği tebşiratların tahakkuk devresindeyiz inşâallah. Bu müstakîm tâife; ruh-u cemâatten çıkmış bir şura ile hareket edip; tesîrât-ı hâriciyeden etkilenmeyen, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyen, sağırca, her söylenen silik söze kulak asmayan, insan-ı kâmil ismine lâyık metin ve sağlam bir şahs-ı mânevî konumundadır. O tâifenin, bu asırda çok sakîm yollar içinde mümtaz ve müstesna hâli güneş gibi parlamaktadır.

“Evet, nasıl bir yerden bir yere giden yolların ve bir noktadan uzak bir noktaya çekilen hatların en kısası ise, en doğrusudur ve müstakîmidir; aynen öyle de, mâneviyatta ve mânevî yollarda ve kalbî mesleklerde en doğrusu, en müstakîmi ise, en kısa ve en kolayıdır.”[2] “Hem ahlâk-ı insâniyede en rahat, en faydalı, en kısa, en selâmetli yol ise, sırat-ı müstakîmde, istikamettedir.”[3] “İşte bunlara kıyasen, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimâîyede bütün yollarında istikamet en faydalı ve kolay ve kısadır. Ve sırat-ı müstakîm kaybedilse, o yollar pek belâlı ve uzun ve zararlı olur.”[4] Demek “Bizi doğru yola ilet.”[5] pek çok cami ve geniş bir duâ, bir ubûdiyet olduğu gibi, bir hüccet-i tevhide ve bir ders-i hikmete ve bir tâlim-i ahlâka işaret eder.

Sırat-ı müstakîm şecâat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hâsıl olan adl ve adalete işarettir.[6] Sırat-ı müstakîmden murat, şu üç(şecâat, iffet, hikmet) mertebedir.[7] İnsan sırat-ı müstakîme girmekle kalbi ve ruhu nur-i îmânla ışıklanırsa, zulmetli evvelki vaziyeti nurânî bir hâlete inkılâp eder. Sırat-ı müstakîm, selâmetli ve zulümlerden azade bir yoldur. İstikamet üzere olmak ve dosdoğru yoldan hak ve hakîkate ulaşmaktır.

Allah sırat-ı müstakîm için birçok ayet-i kerimede; “De ki: Elbette Rabbim beni dosdoğru bir yola eriştirdi.[8] Allah da onu dosdoğru bir yola iletti.”[9] Sekiz-dokuz ayetlerde sırat-ı müstakîm’e nazarı çeviriyorlar. Ve bu doğru, istikametli yolu bulmak için, daima Kur’ân’ın nurundan, her asırda o asrın zulmetlerini dağıtacak ve istikamet yolunu tenvir edecek, Kur’ân’dan gelen nurlar olmakla ve bu dehşetli ve fırtınalı asırda o doğru yolu şaşırtmayacak bir surette gösteren başta şimdilik Risâletü’n-Nur tezâhür ettiğinden, hem bu “sırat-ı müstakîm” kelimesinin makam-ı cifrîsi –tenvin “nun”sayılmak cihetiyle– bin eder. Medde olmazsa, dokuz yüz doksan dokuz ederek, yalnız bir veya iki farkla Risâletü’n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekize tevafukla, sekiz dokuz ayetlerde “sırat-ı müstakîm” kelimeleri bu mezkûr iki ayet gibi Risâletü’n-Nur’u sırat-ı müstakîmin efradına husûsî idhâl edip remzen ona baktırır ve istikametine işaret eder.

İşârât-ı Kur’âniye risalesinde Fatiha’nın âhirinde sırat-ı müstakîm ashabı ki, “Kendilerine nimet verdiklerinin”[10] âyetiyle tarif edilen tâife içinde, hem “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.”[11] (ilâ ahir) hadisinin âhirzamanda gösterdikleri mücâhidler içinde ve hem Ve’l-Asri Sûresinin “İmân edenler müstesna.”[12] dan başlayan üç cümlenin mânâ-yı işârisinde husûsî bir surette bir ferdi, Risâle-i Nur’un has şakirtleri olduğuna sebep nedir ve veçh-i tahsisi nedir?[13]

Bunun veçh-i tahsisi “Sırate’l müstakîm”[14] ile vardır; çünkü doğru yol ancak onların mesleğidir. «Tarîk» veya «sebîl» kelimelerine «sırât» kelimesinin tercihi, mesleklerinin etrafı mahdud ve işlek bir cadde olduğuna ve o caddeye girenlerin bir daha çıkmamalarına işarettir.[15] Çünkü İhlâs Risâlesi’nde bu meslek ‘Cadde-i Kübra-i Kur’âniye’[16] olarak tarif edilir.

Mahut ve malûm olan şeylerde kullanılması usul ittihaz edilen esmâ-i mevsûleden “Ellezine”[17] tabiri, onların zulümat-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarına işarettir ki, onları taharrî ve talep etmeye ve aramaya lüzum yoktur. Onlar, herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin eden bir ulüvv-ü şâna maliktirler.[18] “O îmân-ı tahkikîyi taşıyan halis ve sadık şakirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye i’tibârıyla âdeta birer gizli kutup gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri hâlde, kuvve-i mânevîye-i itikatları cesur birer zabit gibi, kuvve-i mânevîyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip mü’minlere mânen mukavemet ve cesaret veriyorlar.”[19]

Cem’ sîgasıyla “Ellezine”[20]nin zikri, onlara iktida ve tâbi olmak imkânının mevcudiyetine ve onların mesleklerinde butlân(batıllık) olmadığına işarettir. Çünkü, ferdî olmayan bir meslekte tevatür vardır; tevatürde butlân yoktur.”[21] Meşveret ve şura ile hareket edilmesi bu mesleğin ferdî olmadığına; şura ile alınan kararların da tevatürle umuma nakledilmesi bu meslekte butlân olmadığına delildir.

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

https://www.feyzinur.com

[1] Eski Said Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013,s.330

[2] Şualar,2013,s.971

[3] Şualar,2013,s.971

[4] Şualar,2013,s.972

[5] Fatiha Suresi: 6

[6] İşârâtü’l İ’câz,2013,s.45

[7] İşârâtü’l İ’câz,2013,s.46

[8] En’am Suresi: 161

[9] Nahl Suresi: 121.

[10] Fâtihâ Sûresi, 1:7

[11] Buhari, İ’tisam: 10; Müslim, İman: 247, İmâre: 170, 173, 174;

[12] Asr Sûresi, 103:3

[13] Kastamonu Lahikası, 2013, s.296

[14] En doğru ve istikametli yol

[15] İşârât-ul İ’câz ,2013,s.48

[16] Lem’alar,2013,s.396

[17] O kimseler ki.

[18] İşârât-ul İ’câz ,2013,s.48

[19] Mektubat,2013,s.791

[20] O kimseler ki.

[21] İşârât-ul İ’câz ,2013,s.48

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir