Nâ-Ehiller

Nâ-ehiller

Üstad Bediüzzaman Hazretleri ehil olmayan ve liyakatsiz nâ-ehillerin hizmete girmelerinin zararını şöyle ifade eder: ”Nâ-ehillerin girmesi yüzünden bir derece suistimal ettiklerinden, rekabetkârâne ihtilâfa düşüp, hem kendine, hem cemâat-i İslâmiyeye ehemmiyetli zarar verir”[1]ler.

Nâ-ehil; işinde ve hizmetlerde ehil olmayan, liyakatsiz olan kimsedir. Bunlar bulundukları ortama uymayan, verilen işi beceremeyen ve hakkını veremeyen bir vaziyettedirler. Ayrıca bu mizaçta olanlar meslekî ve meşrebî yeterliliği olmayan konumda olan kişilerdir. Halbuki “Hamiyet ayrı, iş ayrıdır.”[2] Hatta “iş ve sanat başka olduğu için, fasık bir adam güzel çobanlık edebilir; ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir.”[3] Ancak nâ-ehil olanlar bu vaziyette değildirler. Zira, onlardan birisi, Allah etmesin, bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hâlin ve vaziyetin hangi suretini görse hayal ile yine razı olmayacak, şu hayalin neticesi olan tahrip meyli ile o hâli ve vaziyeti bozmaya çalışacaktır.

Bediüzzaman Hazretleri de talebelerine eserlerinin nâ-ehillerin ellerine verilmemesini ister. “Onun için, kardeşlerime de tavsiye ediyorum ki, ihtiyat etsinler, nâ-ehillerin eline hakîkatleri vermesinler.”[4]der.

Nâ-ehillerin mümeyyiz sıfatları

Nâ-ehiller müteheyyic(heyecanlı) bir fıtrata sahiptirler. Muktezâ-i hâle mutabık hareket etmezler. Zaruretleri pek nazara almazlar. Böylece çıkılmaz bir yola saparlar. Her doğru her yerde söylenmemesi gerekirken, onlar ulu orta her yerde her doğruyu söyler ve yazarlar. Ayarları ve sınırları pek yoktur. Suret-i haktan görünüp, ihtiyat ve itidal-i dem ile hareket etmezler. Her mes’elede teyakkuzdadırlar, ancak yıpratıcı bir üslup kullanırlar. Her yere yetişmeye, herkese cevap vermeye önce onlar atılırlar. Konuşmamayı ve itidal-i dem ile hareket etmeyi pısırıklık olarak kabul ederler. Mukabele-i bilmisil kâide-i zalimânesini çokça istimal ederler. Masumları ve cemâat-i İslâmiyeyi nazar-ı dikkate almazlar. Bulundukları câmiada tecrit edilmiş oldukları halde, son derece agrasif ve gayr-ı memnun vaziyettedirler. Herkesi kusurlu görürler ve eleştirmek, su-i zan ve gıybet gibi menfî fiillerden çekinmezler. Ölçüleri Kur’ânî olan Risâle-i Nur prensipleri yerine, nefsî ve hissî fiillerdir. Öğünmekten ve övülmekten çok hoşlanırlar. İnsanlar arasında söz taşıma ve bozgunculuk yapma gibi işlerle iştigal ederler. Arzularına fikir sureti vermeyi ihmal etmezler. Zamanımızın mergup bir metası olan sosyal medyayı iyi kullanırlar. Kabil-i hitap değildirler. Pek okumazlar. İkinci ve üçüncü kişiler üzerinden hareket etmeyi tercih ederler. Mes’elelere tam vâkıf olmadıkları halde, vâkıf gibi görünürler. Ferdî hareket etmeyi severler. Fikr-i infirâdî hastalığına müpteladırlar. Kendi fikirlerine çok ehemmiyet verirler. Akıl vermeyi severler. Cemâat ile hareket etmezler, meşverete tabi olmazlar ve şahs-ı mânevîde enelerini eritmezler. Egoları yüksektir. Zekidirler, ancak kuvve-i akliyenin ifrat mertebesi olan cerbeze ile kuvve- gadabiyenin ifratı olan tehevvürü istimal ederler. Acımasızdırlar ve yıpratıcı bir dil kullanırlar. Ne zaman ne yapacakları belli olmaz. Ayarları bozuk olduğu gibi frenleri de pek tutmaz. Kendilerine yapılan nasihatleri pek sevmezler. Beni böyle kabul ediniz, ne yapayım fıtratım böyle derler. Hâlbuki insan mahiyetine derc edilen duygularının yönünü ve yüzünü hayra çevirebilir.

Nâ-ehiller özellikle hizmet-i imâniye ve Kur’âniyeye girdiklerinde bir derece suistimal edeceklerinden, ehl-i iman arasında rekâbetkerâne menfî bir ihtilaf kapısı açtıklarından hem kendilerine, hem de cemâat-i İslâmiyeye ehemmiyetli zarar verirler.

Çare-i Necat: Nur göstermek ve nasihatte ısrar edip, te’sirini ve neticesini, Allah’a bırakmaktır. “Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.”[5] olan ferman-ı İlâhîyeden bizlere de düşen hisseyi kendimize rehber-i mutlak ederek hareket etmektir. Çünkü “Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir.”[6] sırrınca insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakkın vazifesidir bilip; Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmamalıyız. Öyleyse bizler de, bize ait olmayan vazifeye harekâtımızı bina etmekle karışmamalıyız ve Hâlıkımıza karşı tecrübe vaziyetini almamalıyız!

[1] Lem’alar,2013,s.384

[2] Eski Said Dönemi Eserleri,2013,s.236

[3] Eski Said Dönemi Eserleri,2013,s.236

[4] Lem’alar,2013,s.217

[5] Nur Sûresi, 24:54

[6] Kasas Sûresi, 28:56.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir