Siyâset-i âliye-i İslâmiye

Siyâset-i âliye-i İslâmiye

Bediüzzaman Hazretleri “Benim hakîkî vazîfem, neşr-i esrâr-ı Kur’âniyedir.”[1] der ve “Bu memleketle, hamiyet-i İslâmiye noktasından alâkadarım.”[2] tespitini aktarır. Bu vazîfedârlık ise “Evet, bu zamanda hem imân ve din, hem hayat-ı içtimâî ve şerîat, hem hukuk-u âmme ve siyâset-i İslâmiye için gayet ehemmiyetli bir müceddid ister.”[3]  şeklindedir. “Diğer yandan Şam’da allâmelere, siyâset-i İslâmiye noktasında en keskin ve isabetli görüş ve teşhislerle Müslümanların terakki ve kemalâtının esaslarını tespit edip üç yüz elli milyon Müslümanın saadetinin fecr-i sadıkını haber veriyordu. ”[4]

O halde âlem-i İslâm’ın müstakil bir siyâset-i İslâmiyeyi ta’kib etmesi için, yaşadıkları bu ahirzaman asrında içtimâî ve siyâsî hastalıklarının ilâcını bir tıp fakültesi hükmünde, hayat-ı içtimâîyemize eczahane-i Kur’âniye’den alınan dersleri tiryak misal istimal etmeleri gerekmektedir. Risâle-i Nur’da tespit edilen hastalıklara çare olacak olan tedâvî yollarına bigâne kalınmamalıdır.

Bediüzzaman Hazretleri bizim kanâatimiz ve çok delillerle müceddid-i ahirzamandır. Müceddid-i ahirzaman olan bir Zatın ahirzamanda muntazır kalınan ve asırlardır ümmetin beklediği Mehdi-i Âzam unvanına sahip olması zaruretinden dolayı; siyâset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âleminde ve hayatın tüm alanlarında vazifeli olduğu bilinmektedir.[5] Bu cihetle Bediüzzaman Hazretleri “İslâm’ın hayat-ı içtimâiyesiyle” de münasebattâr ve o alandan da vazifelidir.[6] Ümmetin ve insanlığın içtimâî ve siyâsî hayatına taalluk eden noktaları Kur’ân ve sünnetten ortaya koymuştur. Bediüzzaman Hazretleri bu vazifeyi hem Eski Saîd devresinde, hem de 1949’dan sonraki Üçüncü Saîd[7] Devresinde yapmış ve “Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakîkat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanâatim geldi.”[8] diyerek “Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğu” içtimâî ve siyâsî vazifenin de yapılması zaruretini dile getirmiştir. Böylece Eski Saîd Dönemi’nden sonra Üçüncü Saîd Dönemi’nde de siyâsete bakma zaruretini Emirdağ Lahikası-II mektuplarının birisinde şöyle ifade etmiştir.“Biz Kur’ân hizmetkârları ve Nurcular, evvelki iki cereyana karşı daima Kur’ân hakîkatlerini muhafazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyâsete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum oldu.”[9]

Şimdi hakîkat-i hâl böyle iken Risâle-i Nur bizim hem itikâdî, hem îmânî, hem İslâmi, hem de içtimâî ve siyâsî bütün ihtiyaçlarımıza cevap verecek durumda ve konumda bir eserdir. Bediüzzaman Hazretleri Kur’ân ve sünnetten dinin ruh-u aslîsini muhafaza ederek yeni izah ve ikna yollarıyla müceddidlik vazifesini bihakkın deruhte etmiştir. Bu cihetle Risâle-i Nur Külliyatı özelde ümmetin, genelde ise insanlığın ihtiyacı olan bütün suallerine cevap verecek eserler durumundadır. Risâle-i Nur eserleri bizim itikadî, imânî, İslâmi suallerimize cevap verdiği halde; akıl, kalb ve ruhumuzun ihtiyacı olan müşkülleri cevaplayıp, içitimâî ve siyâsî suallerimize cevap vermez ise, o zaman Bediüzzaman Hazretler’nin müceddid-i ahirzaman olma hususiyeti tartışılmaya başlar. Hâlbuki Bediüzzaman Hazretleri “Evet, Risâletü’n-Nur, size mükemmel bir me’haz olabilir.”[10] “Hakaik-ı âliye-i îmâniyeyi tamamıyla Risâle-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok.”[11] “Risâletü’n-Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor; başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor.”[12] “Çok emarelerle anlamışız ki, bu ulûm-i îmâniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz”[13] Demektedir. Öyleyse Risâle-i Nur Külliyatı bir bütün olarak ele alındığında ihtiyaçlarımıza cevap verecek mahiyette eserlerdir. “Yalnız bazen izah ve tafsile muhtaç kalmış.”[14] Diyen Üstad “Sizin vazifeniz devam ediyor.”[15] diyerek Risâle-i Nur’un müteferrik yerlerine dağıtılmış meselelerin bir araya getirilmesi vazifesini  “Risâle-i Nur, benim gibi âciz ve ihtiyâr ve zaif bir bîçareye bedel, genç, kuvvetli çok Saîd’leri içinizde bulmuş ve bulacak.”[16] Diyerek yapmamız gereken şerh, izah, tanzim vb vazifelerin devam etmesi gerektiğini söylemiştir. Bizler de bu vazife gereğince Risâle-i Nur’un müteferrik yerlerine derc edilen siyâsî ve içtimâî mevzuları da toparlayarak İslâm’ın yüksek siyâseti olan siyâset-i âliye İslâmiye prensiplerini ümmetin önüne koymaya çalışmalıyız.

İslâm’ın yüksek siyasetini de asrımızın gündemine taşıyan Bediüzzaman Hazretleri müceddid-i ahirzaman olarak “Siyâset-i âliye-i İslâmiye” prensiplerini de Risâle-i Nur’da ortaya koymuştur. Böylece ümmetin istikbale ait çıkış reçetesini hem itikadî, hem imânî, hem islâmî, hem de içtimâî ve siyâsî olarak Kurân ve sünnetten ilhâmen tefsir etmiştir. Böyle bir reçeteyi tatbik etmemek kâr-ı akıl değildir. Ümmete bedeller ödetmektir. Ancak Risâle-i Nur’da her meseleyi kendi konumu ve durumu çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

Risâle-i Nur’dan şu mühim noktayı nazar-ı dikkatten kaçırmamak gerekir. “İmâna nispeten ancak onuncu derecede bulunan siyâset-i İslâmiye”[17]yi kendi makamında ve konumunda değerlendirmek lâzımdır. Çünkü Risâle-i Nur’da yer alan her mesele kendi makamında bir riyasete sahiptir. Bu sırdan dolayı “Risâletü’n-Nur’un kitapları birbirine tercih edilmez. Her birinin, kendi makamında riyaseti var ve bu zamanı tenvir eden bir mu’cize-i mânevîye-i Kur’âniyedir.”[18] Öyleyse Risâle-i Nur’da yerini ve izahını alan “siyâset-i âliye-i İslâmiye” de kendi makamında ehemmiyetlidir. Bundan dolayıdır ki Sözler’in kendi makamındaki riyaseti ile Münâzarât’ın kendi makamındaki riyasetini karıştırmamak gerekir. Çünkü Münâzarât “Siyâset tabiblerine, teşhis-i illete dâir hizmet ile muvazzaftır.”[19] Bundan dolayıdır ki Risâle-i Nur’da hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmet olan İslâm’ın yüksek siyâsetinin prensipleri de vaaz edilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri  ”Neden en ulvî hakaik-i diniyeyle beraber bazı mesâil-i siyâsiyeyi de kitablarında derc ediyorsun.” Sualine karşı “Çocuğa ilacı içirmek için bir şekerleme gösterilir. Tâ ki o da ağzını açar, ilacı o vasıta ile içirir. Efkâr-ı amme de siyâset için ağzını açmış, ben de tiryakı içirmek için siyâseti de zikrettim.”[20] cevabını vermiştir. Bu muknî cevap Risâle-i Nur’da izahını ve yerini alan siyasetteki muktesit meslek olarak tarif edilen “siyâset-i âliye-i İslâmiye”dir. Bediüzzaman Hazretleri müceddid-i ahirzaman olarak İslâm’ın yüksek siyasetinin tecdidini de yapmıştır. Ümmete içtimâî ve siyâsî noktada da çıkış reçetesini eczane-i Kur’âniyeden ortaya koymuştur. Bu Kur’âni reçeteye ümmet-i Muhammedi(asm)’yenin şiddetle ihtiyacı vardır.

Ancak şu noktayı da unutmamak gerekir. Hâdisât-ı âleme sadece siyâset nazarıyla bakılmamalıdır. Nur-u imânın dikkatiyle bakılmalıdır ki aldanılmasın. Üstadın Eski Said devresinde yaşadığı şu hadise buna kuvvetli bir delildir. “Eski Saîd bir hiss-i kablelvuku ile, iki acip hâdiseyi hissetmiş, fakat rüya-i sâdıka gibi tabire muhtaçmış. Nasıl bir kırmızı perde ile beyaz veya siyah bir şeye bakılırsa, kırmızı görünür; o da siyâset-i İslâmiye perdesiyle o hakîkate bakmış. Hakîkatin sureti bir derece şeklini değiştirmiş.”[21] Çünkü “siyâset perdesi başka renk verebilir.”[22] Böylece siyaset cazibesi insanı aldatabilir ve en önemlisi de siyaset ihlâsı kırar. Öyleyse hakîkatin suretinin değişmemesi için Risâle-i Nur’da bahsedilen kâinatta en büyük mesele, vazîfe ve hizmet olan hakaik-i îmâniye prensipleriyle hadiselere bakılması hakîkatine yapışmak lâzımdır. Yani siyâset-i İslâmiyeyi de hakaik-i îmâniye ve Kur’âniyeye vesile yapmak mânâsında deruhte edilecek bir vazife olarak görmek icab eder. Yoksa “bir kısım dindâr ehl-i siyâsetin, dini siyâset-i İslâmiyeye alet etmeye çalışmaları”[23]gibi bir cinayet işlenmiş olur. Halbuki dini siyâsete “alet yapmak, İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.”[24]

Bediüzzaman Hazretleri 1911 senesinde Şam’da allâmelere ve on bin kişilik bir cemâate Şam Emevi Camii’inde, siyâset-i İslâmiye noktasında en keskin ve isabetli görüş ve teşhislerini bir hutbe ile irad etmiştir. Hem “Eski Saîd siyâsetle, içtimâiyat-ı İslâmiye ile ziyade alâkadardır.”[25] “Eski Saîd, Nur’un parlak hasiyetinden gelen kuvvetli ümit ve tam teselli ile siyâseti İslâmiyete alet yaparak”[26]çalışmıştır. “Fakat, sakın zannetmeyiniz ki; O, dini siyâsete alet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş. Hâşâ! Belki, O bütün kuvvetiyle siyâseti dine alet ediyormuş. Ve derdi ki: “dinin bir hakîkatini bin siyâsete tercih ederim.”[27] Yine Hutbe-i Şamiye eserinde talebelerinin “Âlem-i İslâmdaki siyâset-i İslâmiyeye dair üstadımızdan bir ders almak isterdik.”[28] Dediği görülmektedir.  Böylece siyâset-i İslâmiyeye dair ders vazifesini Hutbe-i Şamiye eserinin yaptığı şöyle beyan edilir. “Hâlbuki, (Üstad)otuz beş seneden beri siyâseti terk ettiğinden, Eski Saîd’in siyâset-i İslâmiyeye temas eden bu Hutbe-i Şamiye tercümesi, Eski Saîd hesabına bir derstir.”[29] Şeklinde ifade edilir. Böylece Eski Saîd Eserleri hem “Siyâset tabiblerine, teşhis-i illete dâir hizmet ile muvazzaf”[30], hem de “siyâset-i İslâmiyeye temas eden”[31] dersler olduğu anlaşılmış olur. Zaten Fihrist Risalesi’nde siyaset âlemindeki vazife için “Siyaset âlemindeki safhayı mukaddeme-i meşrûtiyette İstanbul’a bir talebesinin gelmesiyle harb-i umûmînin nihayetine kadar olan devrede aynen görüyoruz.”[32]denilmektedir. Bu zaman dilimi Bediüzaman Hazretleri’nin 1907’de İstanbul’a gidip 1920 yıllarına kadar geçen süre olan Eski Said devresine tekabül etmektedir. Demek ki Eski Said, siyaset âlemindeki vazife olan “İslâm’ın hayat-ı içtimâiyesiyle” de münasebattârdır.

Netice olarak; Âlem-i İslâm’ın, Risâle-i Nur’da tespit edilen siyâset-i âliye-i İslâmiye noktasında ihmal ettiği vazifenin bedeli “düşmana milyonlarla İslâm’ı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti”[33]ği hakîkati çok acı bir şekilde müşahede ediliyor. Bu ihmaldendir ki,”İslâmlar, sırf siyâset-i ecanip altındadırlar.”[34] Çare tekrâr Risale-i Nur’daki Kur’ânî prensiplere sarılmak ve hayata şamil olan hakikatleri tatbikata sokmaktır.

Siyâset-i âliye-i İslâmiye’nin esasları

Siyâset-i âliye-i İslâmiye, İslâm’ın âli ve yüksek siyasetini ihtiva eder. Pratikte uygulanan ve sû-i istimâllere müsait olan nâkıs ve kusurlu bir siyaset değildir. Hele hele tarafgirâne ve tassubâne tatbik edilen veya ülfet peyda edilmiş olan günlük menfaat üzerine çarhı kurulmuş olan canavar siyaset hiç değildir. Siyâset-i âliye-i İslâmiye, Bediüzzaman Hazretleri’nin müceddid-i ahirzaman olarak “siyâset âlemindeki”[35] vazifesine bakar. Bu vazife için Fihrist Risalesi’nde Bediüzzaman Hazretleri’nin tarihçe-i hayatı için “Siyaset âlemindeki safhayı mukaddeme-i meşrûtiyette İstanbul’a bir talebesinin gelmesiyle harb-i umûmînin nihayetine kadar olan devrede aynen görüyoruz.”[36]şeklinde ifade edildiğini görüyoruz. Ayrıca siyâset-i âliye-i İslâmiye vazifesi için Bediüzzaman Hazretleri’nin “İslâm’ın hayat-ı içtimâiyesiyle” [37]de münasebattâr ve o alandan da vazifeli olduğu açıkça ifade edilir. Bediüzzaman Hazretleri “Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakîkat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanâatim geldi.”[38]diyerek Yeni Said Devresi’nde çok hikmete binâen bakılmayan “vatan ve millet ve din namına mükellef” olunan vazifenin “siyâset-i âliye-i İslâmiyeye” bakan bir vazife olduğunu anlıyoruz. Öyleyse âlem-i İslâm’ın şeriat-ı İslâmiyeye istinad eden ve ölçüleri Kur’ân ve sünnetten alınmış müstakil, âli ve yüksek bir siyaseti temsil eden “siyâset-i âliye-i İslâmiye” prensipleri Risale-i Nur’da münderiçtir. Bizim de “siyâset-i âliye-i İslâmiye”den kastımız bu mânâlardır.

Siyâset-i âliye-i İslâmiye prensiplerinin içtimâî ve siyâsî hayata tatbik edilmesine nur talebeleri siyasallaşarak veya parti kurarak, devlet idaresine talip olmak manasında katılmazlar. Aktif siyasetten dâvâları adına kaçarlar. Çünkü Risale-i Nur hakikatleri Siyâset-i âliye-i İslâmiyeye dahi alet edilemez! Bu nokta dinin ve din düsturlarının siyasete alet edilemeyeceği hakikatidir. Bundan başka nur talebeleri asayişi bozmazlar ve idareye karışmazlar.  Dini siyasete asla alet etmezler, alet edenleri de asla tasvip etmezler ve desteklemezler. Mümkünse siyaseti ve siyasetçiyi dine alet ve dost yapmaya çalışırlar. Siyâset-i âliye-i İslâmiye prensiplerinin hayata tatbikatını ise ehline bırakır, onlara bu prensipleri ihtar ve talim ederler. Bir nevi taallüm-ü siyaset yaparlar. Şahsıların kendi hesabına siyasete girmelerine cevaz verildiğini, ancak nurlar namına siyasete girilemeyeceğini bilirler. ”Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidinden, Selef-i Salihinden başka, siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar.”[39] Prensibini bilirler ve “maksad-ı asli siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebei hükmüne geçer”[40] diye siyaseti asli olarak yapanlarda dinin ikinci ve üçüncü dereceye düşeceğini, bir nevi dünyaya ve siyasete tabi ve alet olacağını bildiklerinden bu yolu tercih edenleri tasvip etmezler. Haklı tarafa ve ahrarların devamı konumunda bulunan demokratlara nokta-i istinad olurlar. Hürriyet-i şer’iyenin tesisinde ve istibdad-ı mutlakın kırılmasında demokratlar ile müttefiktirler. Adale-i hakikiye olan adalet-i mahzanın tesisini ders verirler.  Müspet hareket ederler, vazifelerini yapıp, vazife-i ilâhiyeye karışmazlar.

Siyâset-i âliye-i İslâmiyenin prensiplerini zaten İslâm şeriatı ortaya koymuştur. Çünkü “şeriat-ı İslâmiye, aklî bürhanlar üzerine müessestir. Bu şeriat, ulûm-i esasiyenin hayatî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulûm ve fünundan mülâhhastır.”[41] Şeriat-ı İslâmiye aynı zamanda “…siyasetü’l-medeniye, nizamatü’l-âlem, hukuk, muamelât, adab-ı içtimaiye, vesaire vesaire gibi ulûm ve fünunun ihtiva ettikleri esasatın fihristesi”[42]dir. Bu prensiplerin içtimâî ve siyâsî hayata taalluk eden noktalarını Bediüzzaman Hazretleri büyük bir vazife olarak addetmiş ve Risale-i Nur’a derç etmiştir. Bu prensipler ve esaslar siyâset-i âliye-i İslâmiyenin müsbet esaslarıdır. Bu esasları ekser olarak Eski Said Dönemi eserleri ihtiva ettiği gibi, Risale-i Nur’un muhtelif eserlerinde de bulmak mümkündür. Özellikle hayata tatbikat noktasında Emirdağ Lahikası’nda önemli ölçüler verilmiştir.

Mesela “Şeriat da yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete aittir; yüzde bir nispetinde siyâsete mütealliktir, onu da ulülemirlerimiz düşünsünler.”[43] Denilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri’nin Divan-ı Harb-i Örfi eserinde şeriat da yüzde bir nispetinde siyâsete müteallik olan kısmı ile ilgili vermiş olduğu oran, günlük tarafgirane ve taassubane işleyen menfî siyâset ölçüsü olmasa gerek. Çünkü Şeriat, arızalı ve zararlı olan içtimâî ve siyâsî prensiplerden beri ve paktır. Öyleyse şeriatın tarif ettiği yüzde bir nispetindeki siyâset, siyâset-i âliye-i İslâmiyeye bakan noktalardır. Bu noktalar cumhuriyet, demokrat manasında meşrutiyet, adalet(adalet-i hakikiye), hürriyet(hürriyet-i şer’iye) ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibaret olan siyâset-i âliye-i İslâmiyenin esaslarıdır. Bu esaslar Risale-i Nur’da tarif edilmiş ve tatbikatının şartları için de çalışılmıştır. Bu tarifler müstakil olarak siyâset-i âliye-i İslâmiyeyi ihtiva eder. Ahirzamanda hükmeden ve Bediüzzaman Hazretleri’nin şeytandan kaçar gibi kaçtığı şerli ve menfî olarak tarif ettiği siyaset değildir.

Bediüzzaman Hazretleri siyâset-i âliye-i İslâmiyenin müsbet esaslarını Risâle-i Nur’da ihtiyacımız miktarınca izah etmiştir. Öncelikle “siyâsetteki muktesit mesleği”[44]ümmet-i Muhammed(asm)’e bir ders-i hakîkat olarak göstermiştir. Maide sûresinde ”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse….”[45] ayet-i kerimesini tefsir etmiş ve “menlemyehkum(Kim hükmetmezse…)”un mânâ olarak “menlemyusaddıg(Kim tasdik etmezse…)”[46] mânâsında olduğunu ifade etmiştir. Bu nokta Risâle-i Nur’un tebliğ ve irşad metodunu net olarak ortaya koyması açısından mühimdir. Böylece Risâle-i Nur metodunun, “bir kısım dindâr ehl-i siyâset”[47] metodundan ayrı bir ekol ve tarz olduğu anlaşılmış olur. Bu farklı noktayı Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lahikası’nda şöyle ifade etmiştir. ”Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahitler îmân hakikatlerini ehl-i dalâletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruhucanımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz; fakat siyâset noktasında değil.”[48] Böylece Eşref Edip gibi mücahitlerle îmân noktasında kardeş olunduğu söylendiği halde, bu kardeşliğin siyâset noktasında devam etmediği açık olarak ifade edilmiştir. Demek ki siyâset noktasında metod olarak tepeden inmeci, devleti ve bürokrasiyi önceleyen topuz metodu ile hareket edilemeyeceği nazar-ı dikkatlere gösterilmiş olur. Çünkü topuz metodunun bu zamanda kalbi ıslah etmeyeceği aşikârdır. “Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez.”[49]ifadesi bu noktaya bakar. Önce îmân temelli bir irşad ve ihya hareketinden sonra, fıtrî tekâmül sırrıyla hayat ve şeriat daireleri tatbik edilebilir. “Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve îmânın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, îmânlar kurtulsun.”[50] Asr-ı saadette Peygamber Efendimiz(asm)’in metodu olan sünnetullah yolu da böyledir. Bu fıtrî tekâmül metodu ve yolu atlanmamalıdır. Eğer sünnetullaha mürâat edilmez ise, fıtrat fıtrî olmayan teşebbüsleri ve fiilleri red eder. Çünkü “Hayatı içtimâîye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-i fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.”[51] Öyleyse “Hem nur, hem topuz; ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyâset topuzu(devlete talip olarak siyâsetle dine hizmet etme yolu ve metodu, İslâmı siyasallaştırma yolu) ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.”[52]

Bediüzzaman Hazretleri hem nur, hem de topuz(siyasallaşma) ile hareket edenler için şu Kur’ânî prensipleri ibret-i âlem olarak ifade ediyor. “Ben bakıyorum ki, yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Hâlbuki, o bîçare ve mütehayyir olan seksene karşı, hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de, bir elinde hem sopa(siyâset), hem nur olduğu için, emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam, “Acaba nurla beni celp edip, topuzla(siyâsetle) dövmek mi istiyor?” diye telâş eder. Hem de bazen arızalarla topuz(siyaset) kırıldığı vakit, nur dahi uçar veya söner.”[53] Öyleyse Kur’ân’ın müsbet içtimâî ve siyâsî düsturlarını ve prensiplerini de Risâle-i Nur izah ve ispat etmiştir.  Risâle-i Nur bütünü ile nurdur ve nurânî bir hizmettir. Risâle-i Nur’un içtimâî ve siyâsî düsturları da nur olduğu için(Risâle-i Nur’a derç edildiğinden) devlete talip olan ve ikdidâr odaklı topuz metodu ile iltibas edilmemelidir.

Hem Bediüzzaman Hazretleri “Dokuz on sene evveldeki Eski Saîd, bir miktar siyâsete girdi. Belki siyâset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki, o yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nispeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur.”[54] tespitini aktarmıştır. Böylece ahirzaman cereyanlarının tatbikatı zamanında, siyâset o cereyanların en mergup bir metası ve vasıtası durumundadır. Hem o yol, bu zamanda ‘meşkûk ve müşkülâtlı’dır. “Çoğu yalancılık; ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olmak ihtimali var.”[55]dır. Öyleyse bu kadar tehlikeli ve hatalı bir yol olan topuz metodunu ehl-i İslâm “dine ve ilme hizmet” etme metodu olarak istimal etmemelidir. Edildiği takdirde sünnetullah ve adetullaha aykırı davranılmış olunacak, ümmet çıkılmaz sokaklara sokularak bedeller ödemek durumunda bırakılacaktır.

Siyâset-i âliye-i İslâmiyenin müsbet esaslarının bir diğeri de siyâseti ve siyâsetçileri dine dost ve taraftar yapmaktır. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri Eski ve Üçüncü Saîd devrelerinde “bütün kuvvetiyle siyâseti dine alet ediyormuş.”[56] “Evet, biz dini siyâsete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyâseti mutaassıbâne dinsizliğe âlet edenlere karşı, bizim siyâsete bakmamıza mecburiyet-i kat’iye olduğu zaman,[57] vazîfemiz siyâseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üç yüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmaya sebep olsun. Elhasıl: Bize işkence edenlere, siyâseti asabiyetle dinsizliğe âlet etmelerine mukabil, biz de siyâseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saadetine çalışmışız.”[58]

Velhasıl: Siyâset-i âliye-i İslâmiye ile hareket edenlerde “muharrik, aşk-ı İslâmiyet ve hamiyet-i diniye olmalı.”[59]dır. “Muharrik, aşk-ı İslâmiyet ve hamiyet-i diniye” olanlar hata da etse affedilir. Ancak “Muharrik ve müreccih tarafgirlik ve siyâsetçilik ise tehlikelidir.” [60] Bediüzzaman Hazretleri “Sakın kardaşlarım! Tevehhüm, tahayyül etmeyiniz ki, ben bu sözlerimle siyâsetle iştigal için himmetinizi tahrik ediyorum. Hâşâ! Hakikat-i İslâmiye bütün siyâsatın fevkindedir. Bütün siyâsetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyâsetin haddi değil ki, İslâmiyet’i kendine alet etsin.”[61] Demiştir.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]

[1] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.45;Lem’alar,2013,s.540

[2] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.45

[3] Kastamonu Lahikası,2013,s.267

[4] Tarihçe-i hayat,2013,s.698

[5] Şualar,2013,s.932

[6] Mektubat,2013,s.538

[7] Tarihçe-i Hayat,2013,s.932

[8] Şualar,2013,s.626

[9] Emirdağ Lahikası-II,2013,s.814

[10] Barla Lahikası,2013,s.589

[11] Barla Lahikası,2013,s.589

[12] Kastamonu Lahikası,2013,s.97

[13] Mektubat,2013,s.725

[14] Barla Lahikası,2013,s.589

[15] Barla Lahikası,2013,s.590

[16] Barla Lahikası,2013,s.589

[17] Kastamonu Lahikası,2013,s.273

[18] Kastamonu Lahikası,2013,s.25

[19] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.207

[20] Tarihçe-i Hayat’ın Zeyli, Abdurrahman Nursi; Badıllı,Abdülkadir,Bediüzzaman Saîd i Nursi,Cilt: 1.Timaş Yay. İst.1990, s. 358

[21] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.303

[22] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.227

[23] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013,s.345

[24] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013,s.345

[25] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013,s.344

[26] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.244

[27] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.244

[28] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013,s.369

[29] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013,s.369

[30] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.207

[31] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013,s.369

[32] Fihrist Risalesi,2011,s.246(Envar Neşriyat)

[33] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Sünuhat),2013,s.501

[34] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.234

[35] Şualar,2013,s.932

[36] Fihrist Risalesi,2011,s.246(Envar Neşriyat)

[37] Mektubat,2013,s.538

[38] Şualar,2013,s.626

[39] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.113

[40] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.113

[41] İşârâtü’l-İ’câz,2013,s.274

[42] İşârâtü’l-İ’câz,2013,s.274

[43]Eski Saîd Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfi),2013,s.127

[44] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.288

[45] Mâide Suresi: 44, 45, 47

[46] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.288

[47] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013,s.345

[48] Emirdağ Lahikası-II,2013,s.545

[49] Lem’alar,2013,s.269

[50] Lem’alar,2013,s.269

[51] Lem’alar,2013,s.409

[52] Lem’alar,2013,s.269

[53] Mektubat,2013,s.82

[54] Mektubat,2013,s.102

[55] Mektubat,2013,s.102

[56] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013,s.344

[57] Emirdağ Lahikası-II,2013, s.815’te “Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum oldu” denilmiştir.

[58] Emirdağ Lahikası-II,2013,s.515

[59] Eski Saîd Dönemi Eserleri (Sünuhat), 2013, s.497

[60] Eski Saîd Dönemi Eserleri (Sünuhat), 2013, s.497

[61] Eski Saîd Dönemi Eserleri (Hutbe-i Şamiye), 2013, s.352

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir