Âdetâ Birer Gizli Kutup Gibi…

Âdetâ Birer Gizli Kutup Gibi…

Bu ahirzaman asrında hizmet-i îmâniye ve Kur’âniyede bulunan Risâle-i Nur talebelerinin çok ehemmiyetli özellikleri, hususiyetleri ve mümeyyiz sıfatları vardır. Onlar ahvâl, etvâr ve ef’alleriyele bulundukları mahallerde fark edilirler ve o beldelere kuvve-i mânevîye olurlar. Yaptıkları Kur’ân hizmetlerinde karşılık beklemezler. Sırf Allah rızası için halisâne çalışırlar, hizmetlerinin neticesini de Allah’a bırakırlar. Onlar toplumun mânevî dinamikleridirler. İhlâs, sadâkat ve tesânüdle birlikte sebat ve metânetleri millete büyük bir kuvvet olur. Onlar sarsılmaz, dağılmaz ve dağıtılmazlar. Çünkü hizmetleri şahsa dayalı değil sağlam ve metin şahs-ı mâneîyeye dayalıdır.

Bu mânâda Sekizinci Şua’dak izâhlar çok manidârdır. Risâle-i Nur’un “O îmân-ı tahkîkîyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye î’tibariyle âdetâbirer gizli kutub gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak,bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i î’tikadlan cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip, mü’minlere mânen mukâvemet ve cesâret veriyorlar.” İşte Üstâd hazretlerini talebelerinin mühim hususiyetlerine işaretleri böyledir.

Risâle-i Nûrlara talebe olanlar îmân-ı tahkîkîyi taşıyorlar ve kuvvetli bir îmâna kavuşuyorlar. Bu îmân-ı tahkîkîyi taşıyan ihlâslı ve sadakatle dâvâlarına sarılan talebeler İhlâs Risâlesi’nde geçen sırr-ı ihlâs gereği duruşlarını yapıyorlar.

Mes’ele sanırım burada yatıyor.”Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.[1]”

Bu sır ile hizmet eden talebeler bulundukları kasaba, köy ve şehirlerde özellikle saff-ı evveller, îmâni hizmetlerinde adeta birer gizli kutup gibi -çünkü en küçük bir talebe büyük velilerin de üstünde bir dereceye çıktığını yine Üstâd’ımız bildiriyor-(Kutupluk ve velayet gizliliği gerektirir. Hatta onlar kendi mertebelerini bilmezler. Üstâdımız Tahiri ağabey için bu velidir, ancak kendisi bilmiyor dermiş.) mü’minlere mânevî birer dayanak noktası olurlar. Yani yapılan ihlâs sırrını taşıyan hizmetler Allah katında o kadar makbûldür ki; Allah o beldelerdeki mü’minlerin kuvve-i mânevîyesine bu hizmeti bir dayanak noktası yapar. O hizmetkârlar bilinmek ve görünmek de istemezler. Çünkü bilinmek ve görünmek sırr-ı ihlâsa münâfidir. Ancak onlar diğer ehl-i îmân tarafından görüşülmedikleri halde yaptıkları hizmetin mânevî te’sîri ve bereketini ehl-i îmâna Allah hissettirir. Bu hizmetin îmâna ve i’tikâda yaptığı kuvvetin tezâhürü diğer mü’minlerin de kalblerinde mânen bir kuvvet ve cesâret vermesi yukarıya aldığımız İhlâs Risâlesi’nin tezâhürü olmalıdır.

Bu hakîkate binâen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makâmları nazara alan zatlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevâzu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirtleri âdi, âmi adamlar görür ve der: “Bunlar mı hakîkat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhât! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek, dost ise inkisâr-ı hayâle uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.[2]

Ancak hakîkat şudur Nûr Talebeleri gurur ve enâniyeti bırakmaya kendilerini mecbûr bilirler. Çünkü onlar “Nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enâniyet ve fâni zevkleri aramazlar. Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhi, ihsanını, enâniyetini bırakmayana ihsas etmemektir-tâ ucub ve gurura girmesin.[3]”

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Dipnotlar:

————————–

[1] Yirmibirinci Lem’a

[2] On Üçüncü Şua

[3] On Üçüncü Şua

“Âdetâ Birer Gizli Kutup Gibi…” için 2 yorum

  1. Otuz Birinci Mektubun On Sekizinci Lem’ası
    bunun ne demek olduğunu açıklarmısınız.

    Kafam karıştı…
    Bu açıkça, hiç teredüdtsüz. hz. ali nin peygamber oluşunu göstermezmi?
    Ayrıca: Cebrail yazılı bir belge getirmiş ise o belge nerde. ?
    Hz. Muhammed bu belge için ne dedi.?
    Hz. Ali bu durumda peygamberden bile üstün olmuyormu.?

  2. SORDUĞUNUZ SORU HAKKINDA CEVAPTIR:
    SEKİNE DUASI HAKKINDA
    Sekine duası hakkında açıklama: Risale-i Nur’larda geçen Hz.Ali’ye “Sayfa indirilmesi” meselesi
    Soru: Risale-i Nurlarda geçen Hz.Ali (K.V.)’ye Cebrail (AS) den Sayfa indirilmesi olayı Ehl-i Sünnet anlayışına ters değil midir?

    O zaman Hz.Ali(K.V)’de bir nevi peygamber konumuna yükseltilmiş olunmuyor mu?

    Bir konu hakkında yorum ve tahlil yaparken, o konuyu doğru okuyup doğru anlamak ve doğru bilmek esastır. Bilmediği bir konu hakkında yorum yapmak; su-i zana sebebiyet verir ve o kişiyi “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra,17/36) gereği mesul eder.

    İlgili metin 18.Lema’da geçmektedir. Bediüzzaman Hazretleri bu Lema’nın önsözünde: “Risale-i Nur şakirtlerine işaret eden Hazret-i Ali’nin (r.a.) bir keramet-i gaybiyesidir.” Gizli kalmış gaybî mühim bir mucize-i Ahmediyeyi (a.s.m.) beyan eder” diyerek konunun öncelikle Efendimiz (SAV)’in bir mucizesi ve “Ben ilmin şehriyim. Ali ise, onun kapısıdır.”(1) işaretine mazhar Hz.Ali (K.V)’nin bir kerameti olarak takdim etmektedir. Soruda sorulan metin şu şekildedir; “Sonra Hazret-i Cebrail’in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u Nebevide getirip Hz. Ali’ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam, Hz. Ali’nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: “Ben Cebrail’in şahsını yalnız alâimü’s-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum”(18.Lema) Görüldüğü üzere, Hz.Ali’ye (K.V.) inen bir Sekine’den bahis vardır, yoksa haşa- Peygamberane bir vahiyden değil! Bahse konu Sekine, Mecmuatü’l-Ahzabta “Kaside-i Ercûze” şeklinde geçmektedir.(2) Allah’ın altı İsm-i Azamı olan “Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs” isimleri ile bir dua-yı münacattır. Bediüzzaman Hazretleri bu “Sekîne” tâbir edilen İsm-i Âzamın okunma şeklini de “yetmiş bir âyet ile yüz yetmiş bir defa dâimî vird edinmeli” (Lemalar:Sayfa 425) şeklinde dile getirmektedir.

    İtiraz edilen husus; ifadede geçen “Sekine namıyla bir sayfa” ise Sayfa’dan murat İlahi bir ilhamvari mesajdır, yoksa Efendimize (SAV) inen “vahiy sayfaları” ile karıştırılmamalıdır. Şayet itiraz Cebrail’i(AS) görmüş olma Keyfiyeti ise, başta Hz.Aişe, Hazret-i Ömer, İbni Abbas, Üsame bin Zeyd, Ümmü Seleme, Sa’d ibni Ebî Vakkas gibi pek çok Sahabe, Cebrail (AS)’ı Dıhye veya bir süvari veya başka keyfiyette gördüklerini ilan etmektedirler.(3)

    Şayet itiraz Sayfa’nın kucağına düşme keyfiyeti ise, İmamı Gazali bu hususu veciz bir şekilde açıklamıştır: “Onlar vahiyle Peygambere (a.s.m.) nazil olduğu vakit, İmam-ı Ali’ye (r.a.) emretti, “Yaz”; o da yazdı, sonra nazmetti.”(Şualar:635) Konuyu özetlemek gerekirse; Cebrail (AS) Peygamberimizin (SAV) huzuruna geldiği vakit, altı İsm-i Azam’lı münacat duasını, murad-ı ilahi gereği, İlim Şehrinin Anahtarı Hz.Ali’ye (K.V.) nazmetmesi için getirmiş, Efendimiz de (SAV) Hz.Ali’ye Sekineyi bir Kaside şeklinde düzenlemesi için bildirmiştir. Murad-ı İlahi , nazmetme işlevini Hz.Ali’nin yapması istediğinden, Bediüzzaman Hazretleri “Hz. Ali’nin (r.a.) kucağına düşmüş” şeklinde belirtmektedir.

    “Sekine” hakkında Kur’an-ı Kerimde geçen; “Mü’minlerin kalplerine, imanlarına iman katıp-arttırsınlar diye, Sekine(güven duygusu ve huzur) indiren O’dur.” (Fetih Suresi, 4) Ayetin tefsirinde Elmalı Hamdi Yazır; Hz. Ali’nin “Sekine” ile neyi kast ettiğini şöyle açıklamaktadır:

    “Sekîne müminin kalbine sakin olup onu güvenli kılan melektir.” “Sekine” ifadesini pek çok Hadis-i Şerifte de görmek mümkündür : Bir zat Kehf suresini okuyordu. Yanında da iki uzun iple bağlı olan atı duruyordu. Derken etrafını bir bulut kapladı. Ve bu bulut ona yaklaşmaya başladı. At da bu durumdan huysuzlanmaya, ürkmeye koyuldu. Sabah olunca adam Resulullah (sav)’a gelip vak’ayı anlattı. Hz. Peygamber (sav) ona şu açıklamada bulundu: “Bu sekine idi, Kur’an için inmişti”(4)

    Resulullah (sav) buyurdular ki: “Bir grup, Kitabullah’ı okuyup ondan ders almak üzere Allah’ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekine iner ve onları Allah’ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar.”(5)

    Ben şehadet ederim ki Ebu Hüreyre ve Ebu Said (ra) Resulullah (sav)’ın şöyle söylediğine şehadet ettiler: “Bir cemaat oturup Allah’ı zikrederse, mutlaka melekler etraflarını sarar, Allah’ın rahmeti onları bürür, üstlerine sekine iner ve Allah onları yanında bulunan (büyük melek)lere anar.”(6)

    Netice olarak, Hz.Ali’nin Sekine mahiyetinde İsm-i Azam duasını nazmetme keyfiyetine mazhar olmasının Ehl-i Sünnet perspektifinde bir sakıncası yoktur. Bu Hz.Ali’ye inen bir vahiy değildir, Efendimiz (SAV)’e inen İsmi Azam duasının, Hz.Ali’ye bildirilerek onun nazmetmesidir.

    (1) Tirmizî, Menâkıb: 20; el-Hakim, el-Müstedrek, 3:126
    (2) Ahmet Gümüşhanevi Hazretleri, Mecmuatul Ahzab , Sayfa 582-597.
    (3) Buhârî, Fedâilü’l-Eshâb: 30; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:276-277; Ahmed İbni Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe (tahkik: Vasiyyüllah), no. 1817, 1853, 1918; Müsned, 1:212; el-Askalânî, el-İsâbe, 1:598. ; Buharî, Mağâzî: 18, Libas: 24; Müslim, Fedâil: 46, 47, no. 2306; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:361. ; Buharî, İmân: 37; Müslim, İmân: 1-7.
    (4) Buhari, Fedailu’l-Kur’an 11; Müslim, Müsafirin 240, 241, (795); Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 6, 2887
    (5) Ebu Davud, Salat 349, 1455
    (6) Müslim, Zikr 39, (2700); Tirmizi, Da’avat 7, (3375)
    KAYNAK:http://www.sorularlarisale.com/printarticle.php?id=9482

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir