Bedîüzzamân ve Terâvîh Namazı

catsBedîüzzamân ve Terâvîh Namazı

Özellikle Ramazân aylarında tartışılmaya açılan terâvîh namzazı ile ilgili Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin hayatını ve tatbikatını araştırdık. Üstadın terâvîh namazını zaman zaman cemâatle kıldığı görülüyor. Hatta bir ay ramazan boyunca cemâatle terâvîh namazını kıldığını ve bazen de kıldırdığını Son Şahitler anlatıyor. Bediüzzaman Hazretleri’nin ramazan, namaz ve terâvîn namazı ile ilgili hatıralarını ve tatbikatını Son Şahitler eserlerinde talebeleri şöyle anlatıyorlar:

Üstâdın namaz kılışı ve husûsî halleri

Hafız Nuri Güven anlatıyor: Üstadın “Boyu uzunca sayılırdı. O uzun boylu adam, namaza durduğu vakit sanki küçülürdü. Belki beş dakika namaza durması sürerdi, çok heybetli, haşmetli ve haşyetli bir şekilde namaza dururdu. ‘Allah bana geçim kaygısını vermedi’ derdi. “Son zamanlarda yanında radyo bulundurur ve dinlerdi. Konya’dan Halıcı Sabri kendisine bir taksi gönderdi, fakat kabul etmedi. Eğer kendisine verilenleri kabul etseydi, dünyanın en zengin adamı olurdu.

“Muhteşem bir hafızası ve çalışması vardı. Dört yüz sayfalık bir kitabı akşam alır, sabaha kadar düzeltir, tashih eder ve tamamlardı. Emirdağ’da işlerini en fazla Zübeyir yapardı. Kendileri Afyon Hapishanesinde iken, Ramazan’da mukabele için beş-altı çocuk gelmişti. Evin anahtarı bende olduğundan, çocukların evde kalması için haber göndermiştim. ‘Derhal yatırsın’ demiş, çocukları kendisinin evinde misafir etmiştik.

“Tığ gibi bir insandı; dağlara çıkarken biz arkasından ulaşamazdık. Kendileri seksen yaşlarında, ben ise otuz beş yaşlarındaydım. Ona rağmen arkasından yetişemezdim, belki yüz metre önden çıkardı o yüce dağlara.

“Saçları uzundu, kendisini hiç sakallı görmedim, her zaman ustura ile ayna karşısında traş olurdu. O kadar güzel kokardı ki, o kokuyu hiçbir yerde görmedim.

“Camiin müezzini olan Mübarek Murad Hoca, Üstâddan çok korkardı ve çekinirdi. Bir Kadir Gecesi tesbih namazı kıldırmıştım. Murad Hoca namazı bilemediği için ön taraflara gelmişti. Üstâdın namaz kıldığı üstteki settareli yerden, öğleyin bıraktığı kibriti almıştı. Üstâd hiçbir şey demeden cebinden yirmi beş kuruş kendisine verdi. ‘Kendine bir ecza (kibrit) al’ dedi.

“Terâvîh namazını biraz daha ağır kıldırmamı söylemişti. Kendisi Fatiha’yı ancak zorlukla bitiriyormuş, ben rükûa gidiyormuşum. Terâvîhte cemâat da çok oluyordu. Üstâd cemâatin çok olmasnıdan memnun olarak şunu söyledi: ‘Kesret-i cemâatte, vâcip olan sehiv secdesi bile affediliyor. İnşâallahu Teâlâ Allah affeder. Okumayı biraz ağırlaştır ki, cemâat Sübhanek’yi okuyabilsin.’

“Meşrutiyet yıllarında basılmış bir kitabı eskilerden beri bendeydi, saklardım, onu kendisine getirdim. Çok memnun oldu ve çok sevindi. “Zaman zaman başına kına yakardı.”[1] “1950 Ramazan’ında otuz gün camiye, terâvîh namazına geldi. Afyon hapsine girdikleri zaman evin anahtarını bana vermiş, anahtar bende kalmıştı.[2]

“İftarı birlikte yaptık”
İsmail Tunçdoğan anlatıyor: “Otele döndüğümüzde Osman isimli bir talebesi kendini bekliyordu. Ondan yoğurt istedi. Akşamleyin beraberce iftar ettik. Hoca akşam namazını kıldı. Daha sonra otelde imam oldu, beraberce terâvîh namazını kıldık. Bir gece yattık. Sabahleyin bir faytonla istasyona geldik. Polisler, bineceğimiz yeri gösterdiler. Tren yolculuğu esnasında kendisini Isparta’dan tanıyan bir zât ziyaretine geldi.[3]

“Cemâat içinde bir veli olduğunu unutmuşsun”
Hafız Nuri Güven Efendiye namaz meselesiyle alâkalı olarak Mustafa Sungur Ağabeyimin sorduğu bir hususu sorunca, mezkûr meseleyi anlattı. Sungur Ağabey ise, meseleye şahit olan, bizzat dinleyen bir kimse olarak şunları ifade etmektedir:

“Hazret-i Üstâdımız 1951 senesi Ramazan’ında terâvîh namazını Emirdağ Cami-i Kebir’de kılmıştı. Cemâatte, yanında bazen bendeniz de bulunuyordum. Hemen Fatiha’yı okumaya başlardı. Daha Fatiha’yı zor bitirir bitirmez, imam rükûa giderdi. Bayramda, terâvîhi kıldıran imam Hafız Nuri Güven ziyarete gelmişti. Hatırımda kalan ve asla unutmadığım, ‘Kardaşım, arkanda, yani cemâat içinde, İyyake na’büdü diyebilen bir veli olduğunu unutmuştun’ veya ‘düşüneli idin’ gibi bir cümle söyledi. “Kat’î bildiğim: ‘Arkanda İyyake na’büdü diyebilen bir veli olduğunu düşünmeli idin, ‘ veya başka söz, ‘Arkanda İyyake na’büdü diyen bir veli olduğunu kat’î işittim.”[4]

Muzaffer Erdem Anlatıyor: “Ceylân Çalışkan beni Isparta’dan alıp Barla’ya getirmişti. İftarı yolda yaptık. Barla’da Mustafa Sungur ve Zübeyir Gündüzalp’ler de iftar yapmışlardı. Az sonra Üstâd Bediüzzaman elinde bir yemek tabağı ile soframıza geldi. ‘Bunu misafire verin’ diye, yoğurtlu pirinç karışımı yemeği bize ikram etti. Zübeyir Gündüzalp Ağabey fasulye çorbası yapmıştı. “Ziyaretim esnasında Üstâdın o nurlu ellerinden öptüm. Üstâd bana köyümü, anamı, babamı sordu. O gün Nur medresesinin bitişiğindeki Yokuşbaşı Mescidinde Üstâdın arkasında terâvîh kıldık. Geceyi orada geçirdim. Sabah namazını da orada kıldık.[5]

Bayram Yüksel Anlatıyor: “Üstâdımız 1960’ta ‘Bu sene terâvîhi beraber kılacağız’ dedi. Bizler çok sevindik. Ceylân Ağabeyle konuşmuştuk. ‘Bu sene Ramazan’ı Isparta camilerinde sırayla gidip kılalım.’ Mübarek Tahiri Ağabey terâvîhi bir buçuk iki saatte kıldırıyordu. İflahımız kesiliyordu. Üstâdımızdan böyle müjde gelince çok sevindik. O sırada Ceylan Ağabeyin babası kamyon almış. Ceylân Ağabeyi istiyordu. O da Emirdağ’a gitmişti. Ramazan geldi, namaza başladık. Üstâdımız yatsı namazının farzını kıldırıyordu. Tahiri Ağabey de terâvîhi kıldırıyordu.[6]

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

https://www.feyzinur.com

[1] Hafız Nuri Güven-Son Şahitler, 1994, 3.Cild s.158

[2] Hafız Nuri Güven-Son Şahitler, 1994, 3.Cild, s.156

[3] İsmail Tunçdoğan-Son Şahitler, 1964, 2.Cilt, s.104

[4] Hafız Nuri Güven-Son Şahitler,1994, 3.Cild, s.159

[5] Mustafa Erdem -Son Şahitler,1994, 4.Cild, s.166

[6] Bayram Yüksel-Son Şahitler, 1994, 3.Cild, s.78

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir