Bedîüzzamân’a Atfedilen İftiralara Cevaptır!

İnternet üzerinden tanıştırıldığım kendisini özgür bir Müslüman olarak takdim eden bir şahsiyet ile Risâle-i Nûrlar üzerine müzâkere ve münâzaramız oldu. İlgili zat sanal âlemden bulduğu veya okuduğu kendisi de ısrarla doğru olduğunu iddia ettiği bir kısmı iftira sayılabilecek iddiaları soru olarak bizlere sordu ve cevaplamamızı istedi. Bizler de hem yaşına hem de saygın kişiliğine hürmeten kendisine cevaplar vermeye çalıştık.

Öncelikle önemli bir noktayı açıklamam gerekiyor. Bir kere On Beş cilt olan Risâle-i Nûr eserlerinin çeşitli bahislerinin içinden önünü ve sonunu atlayarak veya başka yerlerde sayfalarca açıklaşması yapılan yerleri es geçerek, tamamen yanlış anlamalara kapı açacak cümleleri seçip aktarmak ne insafla ne de vicdanla bağdaşmaz. Böyle cımbızla paragrafların içinden çekilen ve de orijinal Risâle metinlerinde olmayan ifadeleri yazıp cevap istemek de mânâsızdır.

Biz diyoruz ki siz kendiniz Risâle-i Nur Külliyatı okudunuz mu? Eğer okumadıysanız bir başkasının yalan-yanlış iddialarına niçin itibar ettiniz? Bakınız bu iddialar için bir kitap hacminde cevap yazılabilir. Ancak anladım ki değmez. Biz cevap yazmaya başlamıştık ki sizler doğruluğuna ve yanlışlığına bakmadan tekrar aynı zihniyetlerin itibarı olmayan ve gereksiz ve lüzumsuz iddialarını gündeme getirdiniz. Eğer sizin Risâle-i Nûr Eserlerinden kendi tespitleriniz var ise direk orijinal metni ekleyiniz, bizler de dilimizin döndüğünce cevap vermeye çalışalım. Çünkü eklediğiniz yerler orijinal ifadeler değil, o kişilerin kendi indî, nefsî ve yanlış yorumlarıdır.

İddia sahipleri: Saîd Nursî,”Nur süresi 35.ayet benim doğumumu ve kitaplarımı haber verdi.”diyor.(Şualar Risalesi, s:541) Ne dersiniz?

Biz daha önce de defalarca yazdık ve dedik ki, bu adamlar doğru yazmazlar ve kendi anladıkları gibi yazarlar. Saîd Nursî’nin “Nur suresi 35.ayet benim doğumumu ve kitaplarımı haber verdi.” gibi bir cümlesi yoktur. Pekâlâ, ne vardır? Bu noktada çok önemli bir bilgi ve şümullü bir ilim gerekir. O ilim de ilm-i cifirdir. İlm-i cifir bilmeyen kimseler bu ayetin yapılan o tefsîrini istediği yere çeker. Öncelikle biz cifir ilmi konusunda bir noktaya ulaşmamız gerekir ki ondan sonra o ayetin tefsîrinde bahsedilenleri konuşalım ve yanlışlığını gösterelim. Siz de bilirsiniz ki Allah “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır.[1]” buyurur. Bir kavle göre, bu ayette geçen Kitab-ı Mübin, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya açıkça, ya işareten, ya remzen, ya perdeli, ya ihtar tarzında bulunurlar.

Pekâlâ, biz Kur’ân’da bilemediğimiz yerleri ne yapacağız? Kuru ve yaş olan her şey Kur’ân’da var ise ki ayete göre öyle ve herkes her şeyi bilemiyor, o halde ne yapacağız? Ne yapacağımızı yine Kur’ân bize gösteriyor. Şöyle ki: “Eğer o meseleyi Peygambere ve mü’minlerden ihtisas ve salâhiyet sahibi kimselere havale etselerdi, elbette o kimselerden hüküm çıkarmaya ehliyetli olanlar işin doğrusunu bilirlerdi.[2]” İşte bu ayete göre müracaat edeceğimiz yerler belli. Peki, bu âlimlere bakan başka ayetler var mı? Elbette ki var. Mesela müteşabih ayetlerin mânâsı için Allah şöyle buyurur:”Hâlbuki o âyetlerin tefsîrini Allah’tan ve İlimde derinlik ve istikamet sahibi olanlardan başkası bilemez.”Biz buna inandık. Muhkem âyetler de, müteşâbih âyetler de, hepsi Rabbimizin katından indirilmiştir.[3]” İşte hakîkî âlimler müteşabih ayetlerin gizli ve perdeli hakîkatlerini izhar ederler ve ortaya çıkarırlar. Şimdi böyle bir ilme sahip olmayan kimseler müteşabih ayetler veya ayetlerin gizli, perdeli, remizli, sırlarını ve ilm-i cifir gerektiren derslerini nasıl anlayacak ve nasıl bilecekler. Veya yapılan o tefsîrlerde hata olduğunu nasıl ispat edecek? Önce bu cevaplanmalıdır. Madem ilm-i cifir ile ayetten bir mânâ ve işaret veya sırlar çıkarılmış. Bunun hatalı ve yanlış olduğunu ispat etmek için o verilen işaret ve mânâların veya rakamların tekzibi gerekmez mi? Buyursunlar öyle olmadığını ilmî olarak ilm-i cifir ile ispat etsinler. Biz öncelikle o iddiacılardan bunun ispatını istiyorum.

Mesela Risâle-i Nûr Külliyatında “Kur’ân’ın gizli hakîkatleri Risâle-i Nûr ile bize iniyor.” cümlesi kesinlikle yoktur. İlgili yer şöyledir.” الْكِتَابِتَنْزِيلُcümlesinin sarîh bir mânâsı; Asr-ı Saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübînin nüzulü olduğu gibi, mânâ-yı işârîsiyle de, her asırda o Kitab-ı Mübînin mertebe-i arşiyesinden ve mu’cize-i mâneviyesinden feyiz ve ilham tarîkiyle onun gizli hakîkatleri ve hakîkatlerinin burhanları iniyor, nüzul ediyor.[4]” Burada ifade edilen mânâ şudur. Ayetteki “Tenzilülkitap” cümlesi açık bir mânâ ile Asr-ı saadette vahiy şeklinde Kitab-ı mübin olan Kur’ân’ın nüzulüdür. Saîd Nursî bu cümleden bir mânâ daha çıkarıyor ki biz yukarıda o mânâlara işaret ettik. Bu mânâ işâri mânâdır ki ancak ilimde rasih olanlar, selahiyetli ve hüküm çıkarmaya ehliyetli, âlimler bu mânâyı çıkarır ki Saîd Nursî de kim ne derse desin benim kanaatime göre böyle bir âlimdir ve o ayetin الْكِتَابِتَنْزِيلُcümlesinin işari mânâsından her asırda Kur’ân’ın feyzinden ilham yoluyla Kur’ân’ın hakîkatleri olan ve dirayet tefsîri dediğimiz ilm-i ledün ile te’lif edilen tefsîrler yazılıyor ki her asırda da böyle tefsîrler yazılmıştır. Burada garipsenecek olan nedir? Bedîüzzamân burada vahyin Kur’ân’a has olduğunu, Kur’ân’ın tefsîrlerinin de ilham yoluyla te’lif edileceğini ayetten bir cümle ile tefsîr ediyor. Bu ayetin bu mânâda tefsîr edilmesi mi şuç? İşte bunu gibi bütün iddialar bu şekilde mesnetsiz ve gereksizdir.

Âlimler ikiye ayrılır. Biri zahir uleması, diğeri batın ulemasıdır. Yani biri kesbi ilim-kendi çalışması ile-ile yazar, çizer; diğeri vehbî ilim ile yazar. Öncelikle burada bir ayrım yapmak zorundayız. İlm-i vehbi müceddidlere verilen ilimdir. Biraz bu konuda yapılacak araştırma mes’eleyi netleştirir. Saîd Nursî ortaya bir Külliyat koymuştur. Bu Külliyat için Diyanet İşleri Başkanlığı tam üç kere bilirkişi heyeti kurmuş ve eserler bütün olarak heyet tarafından incelenmiştir. Bu eserlerde hata bulamadık denmiştir. Sadece yukarıda bahsedilen eserleri için o da ilm-i cifir konuları, bunlar şahsi meselelerdir, umûma neşredilmese daha uygun olurdu denmiştir. Yani bilirkişi heyetleri dahi o bahsedilen yerlerde hata var diyememişken kalkıp o alanda hiç ilmi ve bilgisi olmayan kişilerin tekrar bu tür iddiaları tutarsızdır.

Bir diğer iddia için şunları söyleyebiliriz. Bir söz kime söylenmiş, niçin söylenmiş, ne makamda söylenmiş, makam ve muhatap kimdir? gibi sorular önemlidir. Bir zamanlar materyalist ve bütün dinlere red eden bir cereyana karşı Saîd Nursî elbette ki bazı dikkat çekici cümleler söylemişitir.Mesela dehşetli maddeperstlik ve tabiatperestlik cereyanı olan bütün dinleri afyon gören ve mânevîyatı tahrip etmeye çalışan fikir akımına karşı Saîd Nursî hem Müslümanları hem de Hıristiyanları uyarmış ve bu makamda aşağıda tamamı olan cümleleri yazmıştır. Bu sizin sorduğunuz sorulardan biri olan “Nurcular, Hıristiyan misyonerler ve ruhaniler uyanık olmalıdırlar.” cümlesidir. Ancak Külliyatta bu cümle tamamı şöyle geçer: “Misyonerler ve Hıristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal cereyanı, İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avâma müsaadekâr ve vücub-u zekât ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avâmın yardımına dâvet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.[5](Emirdağ Lâhikası(1)-Mektup No:101)” Gördüğünüz gibi burada da cımbızla cümlenin ilk kısmı alınmış, son kısmı alınmayarak en ehemmiyetli nokta kaçırılarak bulandırma devam etmiştir.

Şimdi Saîd Nursî’nin dehşetli dinsizlik cereyanı olan materyalist ve maddeperstlik cereyanı ve akımının bütün insanlığa yapacağı zararı görerek yaptığı uyarıyı hatalı görenler demek ki o bütün mânevîyatı ve dinleri yok etmeye çalışan cereyanı hoş mu görüyorlar? İnsanlık mânevîyatsız ve dinsiz yaşayabilir mi? Hayır yaşayamaz. Çünkü Saîd Nursî bakınız ne diyor: “Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakîkate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’ân’a kılıç çekemez.[6](Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No: 66 )”

Saîd Nursî neden bahsediyor orada iyi anlamak gerekir. Bütün dinleri yok sayan bir cereyana karşı diğer din mensuplarının da dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. Meseleyi başka noktaya çekmeye çalışanlar ne yazık ki burada da ard niyetlerini göstermişlerdir. Ben o parçanın bütününü ekledim. Birileri gibi kaçırmadım ve cımbızla da almadım.

Risâle-i Nûr Kur’ân tefsîridir. Gayesi bütün insanlığın sulhu ve insanlığın zararına olan dehşetli cereyanların durdurulmasındır. Elbetteki tahrif olmuş da olsa diğer dinlerde de bir Allah inancı vardır. Ancak onların Allah inancı tevhid inancından farklıdır. Bu noktada Allah onlara da ortak bir kelimeye gelmelerini emreder ki o kelime de tevhittir. Saîd Nursî’nin bahsettiği cereyan ise şimalde çıkan dinsizlik cereyanı ki bütün dinleri red ediyor ve insanları sadece madde ile mutlu etmeye çalışıyor, mânevîyatı kabul etmiyor. Elbette ki bu cereyan bütün dinlere düşmandır. Bu noktada Saîd Nursî tefsîrinde tevhide yakın olan ve eninde sonunda İslâma ve tevhide gelecek olan diğer din mensuplarını özellikle uyarıyor ki insanlık için o cereyan tehlikelidir. Bu konuda bizim anladığımız budur.

Bir diğer iddia da “Kuran’ın gizli hakîkatleri Risâle-i Nûr ile bize iniyor…” iddiasıdır. Saîd Nursî’nin böyle bir cümlesi yok, yine karıştırılmış ve bulandırmak için yazılmış bir cümle ile karşı karşıyayız. Ne diyebiliriz ki? Siz o kimselere inandıysanız yazacak başka bir şey yok!

Ben onun için diyorum ki sizin bir yerlerden alıp eklediğiniz ve bizlere sorduğunuz o 10 maddede bir kısım alıntılar Külliyattan, ancak çoğu doğru değil. Bir de Risâle-i Nur Külliyatı’nın farklı yerlerde bir bahsin detaylı açıklamaları vardır. Yani bir yerde kısa yazılan bahis başka bir yerde teferruatlı açıklanır. Bu kimseler bunları da bilmiyorlar.

Aynı taktik Kürt Teali Cemiyeti ile ilgili iddiada da yapılmış. Kürt Teali Cemiyeti özerk bir Kürdistan hedefliyordu. Kürt Teali Cemiyeti’nin kuruluş tarihi 6 Kasım 1917′dir. Hâlbuki Bedîüzzamân Mart 1916 ile Haziran 1918 tarihleri arasında Rusya’da esirdir. Bu cemiyet ile Bedîüzzamân’ı irtibatlandırmakne tarihsel açıdan ve ne de Bedîüzzamân’ın temel felsefesi açısından mümkün değildir.

Ancak Bedîüzzamân, İstanbul’a geldikten sonra, onun nüfuzundan faydalanmak gayesi ile söz konusu cemiyetin başkanı olan Seyyid Abdülkadir, kendisini ziyaret eder ve niyetini ortaya koyar. Bunun üzerine, Bedîüzzamân’ın ona verdiği cevap yoruma meydan vermeyecek kadar açıktır: ”Allah’ü zül Celal Hazretleri Kur’ân-ı Kerim’de mealen; “Öyle bir kavim göndereceğim ki, onlar Allah’ı sever Allah da onları sever.” diye buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı ilahi karşısında düşünürken, bu kavmin; bin yıldan beri Alem-i İslam’ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine, dört yüz milyon hakîkî Müslüman kardeş yerine, birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinde gitmem.[7]” En bariz delil işte bu beyanlardır. Ancak iddia sahipleri tek bir belge göstermeden yazar, çizerler ve verilen cevaplara karşı da hiç sıkılmadan pervasızca iddialarına devam ederler. Siz hem samimi hem de okuyan ve insaf ehl-i bir Müslümansınız. Bu tür asılsız iddialara tevessül etmeyeceğinize inanıyorum. Karar sizin efendim.

Muhterem dostum, kendinizi özgür bir Müslüman olarak takdim ediyorsunuz. Sizin özgür Müslümanlık anlayışınıza saygılıyım. Kesinlikle sizin inanç ve davranışınızı ne hor görürüm ne de hakir görürüm. Benim nazarımda problem yoktur. Ancak sizin bu tercihinizi bir başkası da başka şekilde yapıyor. Onu ne yapacağız? Bırakalım herkesin tercihinin kararını ve hakkaniyetini Allah versin. Niçin birbirimizle boğuşuyor ve birbirimizi yargılıyoruz o zaman? Elbette ki isteyen istediği şekliyle İslâmı araştırır, öğrenir ve yaşamaya gayret eder. Kimse kimsenin iradesine ipotek koymasın yeter. Hele hele değer verdiği inanç, kitap ve mânevî şahsiyetlere hakaret gibi aşağı yöntemler uygulanmasın. Ben bundan muzdaripim. Eğer bir yanlışlık varsa gelelim medenice bunu konuşalım ve hatalı yer varsa Allah için o hatayı tespit edip yanlıştan dönelim. Böyle yapılmıyor ki! Milyonlarca insanın okuduğu, istifade ettiği ve mânevî değer verdiği eserler ve şahsiyetlere hakaret ediliyor. Hem de hiç ehliyeti olmayan kişiler tarafından yapılıyor bunlar. Bir söz vardır “Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dâvâ etmek hakka karşı bir hürmetsizliktir.” Adamlar kalkmış hakaret, iftira, yalan, mesnetsiz bir yığın hezeyan ortaya atıyor hem de yıllarca! Bunlara sayfalarca cevap verildi ve buraya da ekleyebilirim. Ancak verilen ve çürütülen bütün iddialara karşı hiç birinde ne nedamet ne de pişmanlık yok ki!

Bu kişilerle TV’ye çıkılsın diyorsunuz, evet çıkılsın. Çağıran kim? Çağırmışlar da çıkılmamış mı? Risâle-i Nûr talebesi olan yüzlerce Profesör ve akademik seviyede bilim insanı var, onlara hem cevap verebilecek hem de ilzam edebilecek. Onların gayesi bu değil ki, onlar yaptıkları iftiraları bile bile yapıyorlar. Karşılarına o işin ehli birini çıkarırlar mı diyorsunuz? Hiç sanmıyorum. Çünkü çıkan insanlar belge ve delil isteyecekler. Pekâlâ, onlar ne yapacaklar? Belge yok ki!

Saîd Nusî İngiliz ajanı diyorlar belge yok! Kürt Teali Cemiyeti üyesi ve kurucusu diyorlar belge yok! Risâlede şu yazıyor diyorlar ancak dedikleri kendi hatalı ve yanlış yorumları veya paragraf içinden çekilmiş ve yanlış anlaşılmaya müsait hâle getirilmiş yerler. Böyle olunca da o kişiler yaptıklarını biliyorlar ve hemen mağlup durumuna düşeceklerini bildikleri için karşılarına ehil insan isterler mi? Çünkü o anda işleri bitecek ve masum ve işi bilmeyen insanları bulandıramayacaklar ve kimse onlara artık itibar etmeyecek. Böyle bir hale kim düşmek ister ki! İşte yüzlerce ilim adamı ve ehil insanlar da onlara yazılarla ve makâlelerle cevaplar veriyorlar. Bence o yazıları insaflı ve vicdanlı bir kimse okusa mes’eleyi idrak edecek ve o kişilerin niyetlerini de anlayacaktır.

Muhterem Dostum, “Saîd Nursî vefat ederken Abdülmelik Fırat’a: “Babanın intikamını aldım” dediğini yazıyor.”diye bir cümle aktarmışsınız. Böyle bir cümleyi ilk defa duydum. Hem Saîd Nursî vefat ederken Abdülmelik Fırat yanında yok ki! Burada da çok önemli bir bilgi hatası olmalı. Çünkü Saîd Nursî’nin bütün zamanı ve hayatı hem gözetim altında hem de Emniyet tarafından denetleniyor. Özellikle 1950’den sonra hayatı Emirdağ’da ikâmet etmeye mecbur edilmiş, zaman zaman izinle Isparpa, Afyon gibi yerlere çıkmış ancak hep denetim ve gözetim altındadır. Vefat ettiği yer de Urfa’dır. Vefat ederken yanında Zübeyir Güzdüzalp, Bayran Yüksel, Hüsnü Bayram ve Abdullah Yeğin gibi talebeleri vardır. Bu talebelerden bazıları halen hayattadırlar. Bu zamânâ kadar böyle bir bilgiyi ne dinledim ne de ilgili kişiler beyan etmişlerdi. Eğer Saîd Nursî böyle bir görüşme yapmış ve “Abdülmelik Fırat’a Babanın intikamını aldım” dediyse bu beyan gizli kalmayacak ve bizzat en yakınında bulunan talebeleri bunu nakledeceklerdi. Çünkü onlar hayatlarını Üstâdlarına vakfetmişler, ondan ne işitmişlerse doğru olarak nakledeceklerdi. Bu bilgiyi ben de araştıracağım. İlk defa duydum, böyle bir görüşme olması çok zayıf, çünkü Saîd Nursî son günlerinde aşırı hastadır, kendi ifadesi ile 21 kez zehirlendiği için o zehirler şiddetli olarak onu etkilemektedir.

Burada önemli bir ayrıntıyı nazarlara sunmak gerekiyor. Bir defa Saîd Nursî ile Şayh Said’in hizmet metodları birbirinden faklıdır. Saîd Nursî irşad metodunu ve imân, Kur’ân hizmeti ile milletin mânevî olarak eğitilmesini tercih ederken, Şeyh Saîd ise ayaklanarak silahla mukabele yolunu tercih etmiştir. Saîd Nursî ise dâhilde ayaklanma ve silahla mukabele yöntemini kesinlikle kabul etmiyor ve Kur’ân’ın bu yolu içerde yani dâhilde uygun bulmadığını söylüyor. Çünkü “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.[8]” ayetini delil gösterir. Saîd Nursî, “dahilde müsbet hareket edilmeli, menfî hareketten Kur’ân bizin men ediyor” der.

Doğudaki ayaklananlara karşı ve Saîd Nursî’den de destek isteyenlere karşı bakınız O ne diyor: “Eski Harb-i Umumîden biraz evvel, ben Van’da iken, bazı dindar ve müttakî zatlar yanıma geldiler. Dediler ki: “Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel, bize iştirak et. Biz bu reislere isyan edeceğiz.”

Ben de dedim: “O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mes’ul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılıç çekmem ve size iştirak etmem.”

O zatlar benden ayrıldılar, kılıç çektiler; neticesiz Bitlis hâdisesi vücuda geldi. Az zaman sonra, Harb-i Umumî patladı. O ordu, din namına iştirak etti, cihada girdi, o ordudan yüz bin şehidler evliya mertebesine çıkıp beni o dâvamda tasdik edip kanlarıyla velâyet(velilik) fermanlarını imzaladılar.[9]( On Dördüncü Şua – s.1029)”

Şeyh Saîd ayaklanmasında ise kendisinden yardım isteyenlere de şunları yazmıştır. Şark isyanında Şeyh Saîd, Bedîüzzamân’a Şarktaki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake davet ettiği zaman cevaben: “Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünki Türk Milleti bin senedir İslâmiyete bayrakdarlık etmiş, dini uğrunda binlerce şehid vermiş ve binlerce veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına Türk Milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem.(Emirdağ-1 Mektupları)” Başka bir eserden aynı mevzu: Şark İsyanında Şeyh Said ve askerleri, Üstadımız Bedîüzzamân’ı şarktaki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake davet ettikleri zaman cevaben demiş: “Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünki Türk Milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda binlerle şehid vermiş ve binlerle veli yetiştirmiştir. Binaen aleyh kahraman ve fedakâr İslâm müdafi’lerinin torunlarına yani Türk Milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem.” diyerek hem redd-i cevab vermiş, hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.[10](Asa-yı Musa’dan)

Şimdi bizzat hadiseler olurken Bedîüzzamân Şeyh Saîd’e ve adamlarına hem katılmayacak, hem yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyecek hem de bu ayaklanmanın neticesiz, zarar vereceğini belirtecek ve netice de aynen dediği gibi olacak, ancak sonra ölümünden hemen önce Abdülmelik Fırat’a: “Babanın intikamını aldım” diyecek. Eğer böyle dediyse önceki yaptıkları yanlıştır. O zaman talebelerine veya eserlerine şunları yazması geremez miydi? Ben hata yaptım, Şeyh Saîd metodunda haklıydı, ben onun intikamını aldım. Böyle bir durum var mı? Hayır yok! Öyleyse vefatına kadar bütün gayesi müspet hareket olan, ilim ve irşad metodunu seçen ve insanların sadece ahiret ve imânını kurtarmaya çalışan bir insan nasıl oluyor da Şeyh Saîd’in ayaklanarak silahla yaptığı yöntemi kabul ediyor ve Abdülmelik Fırat’a: “Babanın intikamını aldım” diyebiliyor. Burada bir tezat yok mu? Hem Saîd Nursî ne zaman Şeyh Saîd’in metodunu uygulamış ki intikamını almış. Veya bu intikam kimden ve nasıl alınmış? Kitap yazan ve bütün gayesi o kitapları okuyarak imânlarını kurtarmaya çalışan insanlar mı Şeyh Saîd’in intikamını almış oluyor? Bu işte bir terslik var aziz dostum…

Görüldüğü gibi sanal ortamlarda veya bir kısım kitaplarda karalama, iftira, kin ve adavet ile yazılmış olan hezeyanlara i’tibâr edilmemeli, samimi olan müslümanlar bu tür iddiaları merak ediyorlar ise ya işin aslına ve kaynağına ya da işin ehli olan kişilere başvurmalıdır. Yoksa o iftiracılara i’timâd edip bu tür iddiaları serrişte etmeye kalkarlarsa hem mahcup olurlar hem de zor durumda kalırlar, en önemlisi de iftiracıların günahına ortak olurlar.

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

DİPNOTALAR:

——————————————————————————–

[1] En’âm Sûresi, 6:59

[2] Nisâ Sûresi, 4:83

[3] Âl-i İmrân Sûresi, 3:7

[4] Birinci Şua-s.842

[5] Emirdağ Lâhikası(1)-Mektup No:101

[6] Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No: 66

[7] Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla, s. 233 ve 234

[8] En’âm Sûresi, 6:164

[9] On Dördüncü Şua – s.1029

[10] Asa-yı Musa’dan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir