Hürriyet-i şer’iyye

Hürriyet-i şer’iyye

Hürriyet meselesini Bedîüzzamân Hazretleri mükemmel izahlarla hiçbir itiraza mahal bırakmayacak netlikte tefsir ediyor ve bütün akılları ve kalbleri tatmin ediyor.

Bedîüzzamân hürriyette “insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez ” (1) anlayışını kabul etmediğini söylüyor.” Öyleleri hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. ” (2) diye böyle bir hürriyet izahına ve yaşayışına tepkisini gösteriyor.

Bedîüzzamân hakiki hürriyeti ise şöyle izah ediyor.”Zira, nâzenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmâreye esir olmaktır. ” (3) diyerek hürriyet kavramını yerli yerine oturtuyor ve şu izahlarla tam açılımını yapıyor.” Hürriyet-i umumî, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın. ” (4)
Demek ki nazenin, (ince, nâzik, latîf ) hürriyet şeriatın edep ve kâideleri ile edeplenmiş, terbiye edilmiş ve süslenmiş olması gerekir. Hürriyetin gereği odur ki insan ne kendine ne nefsine ve ne de başkasına zarar vermeden şahane serbest olarak yaşamasıdır.

Bedîüzzamân hürriyet meselesini daha şümullü ve doyurucu olarak şöyle de izah ediyor.”Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve tedipten başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukûku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şâhâne serbest olsun “Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim. ” (5) nehyinin sırrına mazhar olsun. ” (6) Şeriatın adâlet kanunu ve tedibinden başka, hiçbir insan başkasına hükmetmesin, zulmetmesin ve baskı uygulamasın. Her insanın hukûku ve hakları korunmuş olsun. Herkes meşrû hareketinde ve şeriat dairesi içinde kendisine verilmiş olan hak ve hukûkunda şahane olarak serbest ve hür olsun. Demek ki şeriatın bize vermiş olduğu hak ve hukûktan gayrı yollara başvurmak ve o sınırları aşmakla da“Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.” ayetinin nehyinin sınırlarına dâhil olmuş oluyoruz. Bunun için titremeli ve çok müteyakkız davranmalıyız. Bir başkasının hürriyetini gasp etmek ve onun hak ve hukûkuna tecavüz edip tahakküm etmekle “Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.”sırrınca birbirimizi terbiye etmeye ve tahakküm etmeye yeltenmekle tam bir kırılma ve çürüme başlangıcına düşüyoruz. Rabbimize ait olan rablığa soyunmak ve birbirimizi rab edinmek sanırım çok ağır bir uyarı ve ikaz olacak ki Üstad bu ayeti hürriyet meselesini izah ederken kulanıyor. Şeriatın terbiyesi ve tedibi ile nefsimizi terbiye etmek gerekirken başkasının hak ve hukûkuna tahakküm ederek onları terbiye etme makamına talib olunmuş oluyor. Elbette ki o zaman Âl-i İmrân Sûresi, 3:64.nehyinin sırrına mazhar olunuyor olmalı.

Bedîüzzamân ayrıca“Hürriyet-i umumî, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. ” (7) demektedir. Umumun hürriyeti fertlerin hürriyet zerrelerinin hulâsası ve toplamıdır. Bütün inanların hürriyetlerinin en küçükten en büyüğüne kadar toplamı ve tümü umumî hürriyeti netice vermektedir. Onun için de bütün insanların hürriyetinin toplamı insanlığın şahs-ı mânevisinin hürriyetinin toplamıdır. Bir şeriat ki karıncaya bilerek basma diyorsa nasıl insanların hukûkunu zayi eder ve muhafaza etmez değil mi? İnsanlığın sulh-u umûmisi elbette ki efradın zerrat-ı hürriyetinin hülâsasının muhafazası ve umumun hürriyetinin, hak ve hukûkunun korunması ile olacaktır. Nev-i beşer hürriyet-i umumînin tezahüratını ve tahakkukatını bekliyor. Bu manada Risâle–i Nûrlar ve ona gönül vermiş olan Nûr Talebelerine büyük vazîfeler düşmektedir. Çünkü kavramların içi dolmalı ve imân, hayat ve şeriat dairelerinde şeriat-ı garra tezahüratını ve tesiratını göstermelidir. Bu sefine-i Rabbaniyede hademe olanlar artık vazîfelerindeki aksaklıkları tamamlamalıdırlar. Çünkü vazîfemiz çok kudsî, nazik ve hassastır.

Bedîüzzamân hürriyetin bütün inceliklerini açıyor ve şöyle diyor.”Hürriyetin kemâli, firavunluk taslamamak ve başkasının hürriyetini hafife almamaktır. ” (8) Evet, hürriyetin mükemmelliği, firavunluk taslamamak, tahakküm etmemek ve Allah’ı Rab olarak kabul edip başkasını rab edinmemek ve başkalarının hürriyetini hak ve hukûkunu hafife ve basite almamaktır.

Hürriyet meselesinin bir başka vechi de şu izahlarda saklıdır ”Şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. ” (9) İmânın şefkat ve cesaretinden tezahür eden ve doğan şeriatın emrettiği hürriyet, dinin kâideleri, edepleri ile süslenip batı medeniyetinin sefih günahlarını atmalıdır ve atacaktır inşâallah.

İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder:
1.Yani, İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdat ile başkasını tenzil etmemek ve zillete düşürmemek ve zâlimlere tezellül etmemek… Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz.
2.Birbirinizi, Allah’tan başka kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah’ı tanımayan, herşeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. ” (10) “Evet, hürriyet-i şer’iye Cenab-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır. (11) ”Çünkü rahmâmiyet cilvesi, Allah’ın sonsuz merhamet ve şefkatle bütün varlıkları rızıklandıran esmasının cilvesi ve Cenâb-ı Hakkın kullarını beslemesi, koruması ve merhamet etme vasfıdır.Rahîmiyet tecellisi ise Allah’ın merhamet edicilik ve âhirette ebedî mükâfat vericilik vasfıdır.

İşte, hürriyet-i şer’iye Cenab-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imânın bir hâssasıdır sırrı böylelikle ne kadar kıymetli olduğu anlaşılır. Böylece “Asıl mü’min hakkıyla hürdür. Sâni-i Âleme abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek, ne kadar imâna kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur. ” (12)

İnsandaki şehamet-i imaniye şefkatle cihazlanmıştır. Şefkat ise bütün mahlûkata acımak ve onların hak ve hukûklarını korumayı gerektirir. “Yani tezellül etmemek, haksızlara, zâlimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani, hürriyet-i şer’iyenin esasları olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir. ” (13)

Bu izahlarla hürriyet-i şer’iyyenin sınırları çiziliyor, hakikati izhar ediliyor ve imân ile hürriyet ilişkisi de izah ediliyor. Ve şu izahlarla da mesele tekemmül ediyor.

S – Nasıl hürriyet imânın hassasıdır?

C – Zirâ, rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saâdet. ” (14)

Dipnotlar:
1 Münazarat,2007,s:133
2 Münazarat.2007,s:133
3 Münazarat.2007,s:134
4 Münazarat.2007,s:134
5 Âl-i İmrân Sûresi, 3:64.
6 Münazarat.2007,s:138,39
7 Münazarat.2007,s:134
8 Münazarat,dipnot.
9 Hutbe-i Şâmiye,1996,s:66
10 Hutbe-i Şâmiye,1996,s:66
11 Hutbe-i Şâmiye,1996,s:67
12 Hutbe-i Şâmiye,1996,s:103
13 Hutbe-i Şâmiye,1996,s:41
14 Münazarat.2007,s:145

Bâkî ÇİMİÇ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir