Kalb ruhun ayıbını nasıl görmez?

“İnsanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazîfesine muavenet eder.”[1] Burada müminlerin ve Risâle-i Nur hizmetindeki kardeşlerin birbirinin ayıplarıyla, kusurlarıyla uğraşmamaları gerektiği belirtilir. İnsanın maddî aza ve hasseleri ile mânevî latîfeleri birbirine kuvvet verir, noksanını tekmil eder. Birbiriyle rekabete girmez, birbiriyle uğraşmaz. Uhuvvet dairesindeki kardeşlerin de birbiri ile uğraşmaması, birbirini tenkit etmemesi ve birbirine yardım etmesi gerekir. Bu meseleler özellikle mânevî hizmetlerde zaruret derecesinde ehemmiyetlidir.

Bediüzzaman Hazretleri, hizmet-i Kur’âniyede bulunanların birbiriyle rekabet halinde bulunmamalarını ve birbirlerini tenkid etmemeleri gerektiğini bu cümlede veciz bir şekilde ifade etmiştir. Çünkü vücud-u insanın maddî ve mânevî müsbet azaları birbiriyle uyum içerisinde hareket ederler. İnsan ağır bir yük kaldıracağı zaman, bir el zorlandığında diğer el bu benim vazîfem değildir demez. Hemen diğer elin yardımına koşar. Onun kuvvetine güç katar. Yükün ağırlığı hafifler. Aynen öyle de kalbin mensup olduğu ruhun ayıplarını görmesi, kusurlarını araştırması nasıl latîfelere zarar veriyor ise, gönül birliği yapmış olan hizmet-i Kur’âniyede bulunanlar da birbirlerinin ayıp ve kusurlarıyla uğraşmaları yapacakları kudsî hizmetlere büyük zararlar verebilir.

İnsandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri mütefavittir. Akıl, his, irade ve latîfe-i Rabbâniye ruhun dört hassasıdır. Her birinin mahiyeti ve vazifesi ayrı ayrıdır. Ancak hepsi de vücud-u insanın hayatı için çalışır ve insan-ı kâmile hizmet etmek için mükelleftir. Mesela ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dahildir. Çünkü kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir. Göz ise kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Ancak kalb ve ruhun dağlar ağırlığındaki minnet ve korku yüklerinden halas olmaları vardır.

Nefis ruhta ayıp görebilir. Nefis ayıp görmeye, kusurları aramaya meyyal bir fıtratta halk edilmiştir. Fakat kalb bütün duyguların sultanı ve bir latîfe-i Rabbanîye olarak ruhun ayıbını görmez. Çünkü kalb, ruh ile harekete geçer ve kalbin fıtratına uygun istidadlar ruhtan gelen ihtiyaçlar ile ihtizaza geçer. Bu nokta içindir ki kalb, ruhun fıtratına münasip hareket eder. İnsanın her aza ve hassesi fıtratına uygun vazîfe ile mükellef vaziyettedir. Mesela kalb, aktar-ı bedene mâü’l-hayatı neşreder. “Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtından çıkar. O temayülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir. Ruh ise, imân nuru ile harekete gelir.”[2] Çünkü kalb ve ruhun gıdası imândır.

Ayrıca şu nokta da şayan-ı hayrettir: “Cism-i kalb hastalandığında, nasıl ki bedenin bütün ef’al ve harekâtı karışıyor. Öyle de, kalbin ma’nası, batını da, hud’a(hile) ve nifâkla hastalandığı zaman, ruhun umum fiil ve hareketleri istikamet ve düzgünlük menhecinden(geniş yolundan) inhiraf ederler. Zira kalb, hayatın kaynağı ve makinesidir.”[3] Öyleyse ey kardeş! “Cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir.”[4] Böylece safa-yı kalb ve tezkiye-i nefisten sonra ve ruhun terakkiyatından ve aklın tekemmülüyle birlikte hizmet-i imâniye ve Kur’âniye dairesine girebilirsin. Kardeşlerin kusurları yerine, noksanlarını tekmil edebilirsin. Hatta Bediüzzaman’ın ifadesiyle; bir kardeşini fena gördüğün vakit “Değil evhamla, şübhelerle ittiham etmek, belki gözü ile de kabahatını görse ve kendine karşı da adavetini bulsa, yine onun aleyhine itiraz etmemek, yalnız bir nev’ meşveretle birbirini kusurdan muhafazaya çalışmak gerektir. Yoksa perde altında fırsat bekleyen münafıklar ve siyasî dinsizler ve bid’akâr cereyanlar az bir gevşeklik mabeyninizde bulsa, parmaklarını sokabilirler. Sizin tesanüdünüzü kırıp, ehemmiyetli zarar verebilirler. Çünkü en büyük kuvvetimiz tesanüd ve sebat ve sadakattır.”[5]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Lem’alar, s.391

[2] Eski Said Dönemi Eserleri, (Hutbe-i Şamiye), s.367

[3] İşarat-ul İ’caz (Trc: Abdülkadir)

[4] Lem’alar, s.331

[5] Emirdağ Lahikası-2 Mektuplarından [G.M.]

“Kalb ruhun ayıbını nasıl görmez?” için 1 yorum

  1. İnsanda Sâni tarafından yerleştirilen ve işletilen lâtîfe-i rabbanî cihazatının prosesi bilinirse, kalbin ruhun ayıbını göremiyeceği bilinir. Allah razı olsun bu makale bunu açmış. Tebrik ve dualar…

Oğuz Yiğiter için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir