Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez oluşu

Kur’ân-ı Azîmüşşan bütün zamanlarda gelip geçen nev’-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve ferdlerine hitaben Arş-ı A’lâdan irâd edilen İlâhî ve şümullü bir nutuk ve umûmî, Rabbânî bir hitâbedir. Yani Kur’ân Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından nüzul etmiştir. Hem ism-i âzamın muhitinden nüzul ile arş-ı âzamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmet-feşan bir kitab-ı mukaddes’tir. Kökü Arş-ı Âzamdan, gövdesi Fahr-i Âlemin (sallâllahü aleyhi ve sellem) sadrına ve dalları bütün zemini ihata eden kitab-ı kâinatın her sahifesinde görülen hak ve ayn-ı hakîkattir.[1] İşte böyle kırk vecihle mucîze olan semâvî bir kitaba su-i kast planlarının yapıldığı bir zamanda Bediüzzaman Hazretleri de “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez olduğunu âleme ispat etmek” için ruhunda feverân eden fıtrî şecaati ile harekete geçmiştir. Hadiseyi kaynaklardan takip edelim inşâallah.

Bediüzzaman Hazretleri 1316(1900) tarihinde Tâhir Paşa’dan bir gazetenin yazısında İngiliz Müstemlekat Nazırı’nın Kur’ân aleyhindeki su-i kast beyanını duyar. O sıralar açtığı bir medresede öğrenci yetiştirmekte ve “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez olduğunu âleme ispat etmek” için hazırlık yapmaktadır. Sayısı elli-altmışı bulan ve iaşelerini bizzat temin ettiği öğrencilerine İslâmî ilimlerin yanı sıra fen bilimlerini de kendisi ders vermektedir. Bu eğitim faaliyetleri Medresetü’z-Zehra’nın ilk teşekkülü olarak kabul edilebilir.

Hadise Tarihçe-i Hayat’ta şöyle geçmektedir: “Bediüzzaman, Van’da bulunduğu zamanlarda, Vali Tahir Paşa ile bazı gazetelerden havadis okurdu. Bilhassa, İslâmiyeti alâkadar eden hususlara dikkat ederdi. Van’daki ikameti esnasında, âlem-i İslâmın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün, Tahir Paşa bir gazetede şu müthiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi: “İngiliz Meclis-i Mebusanında, Müstemlekat Nazırı elinde Kur’ân-ı Kerîm’i göstererek söylediği bir nutukta, ‘Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça, biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız’ diye hitabede bulunmuş. İşte bu müthiş haber, onda tarifin fevkınde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs cesaret ve şecaat gibi harika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın, bu havadis üzerine, ‘Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!’ diye, kuvvetli bir niyet, ruhunda uyanır ve bu saikle çalışır.” [2]

Hadisenin detayı şöyle devam eder:

Günlerden bir gün, Tâhir Paşa, bir gazetenin bir haberini Bediüzzaman’a gösterir. Bu haber, müthiş bir haberdi. Bu haber, Bediüzzaman’ın volkan gibi hamiyet ve gayretini galeyana getiren bir haberdi. Bu haber, en azgın bir Kur’ân düşmanının Kur’ân’a karşı dehşetli bir su-i kasdının haberi idi. Bu haber Bediüzzaman için hayatında ilk ve birinci muazzam fikrî inkılâbına sebep olmuş bir hadise idi. Tarih: 1316 Hicri (1900 Miladi)’yi gösteriyordu. Gazetenin haberi şu idi: İngiliz Müstemlekât Nazırı (sömürgeler bakanı) Gladstone Kur’ân’ı eline alarak İngiliz Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada:

-Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakîkî hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, ya bu Kur’ân’ı sukût ettirip ortadan kaldırmalıyız.. Veyahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” der.

İşte bu haberi ve dehşetli su-i kast plânını duyan Bediüzzaman, ruhunda volkan gibi kaynamağa başlayan hamiyet-i İslâmiye ile, nazarı cihan çapındaki İslâm hizmetlerine teveccüh etmiştir. Evet, bu tarihte o müthiş su-i kast haberini duyar duymaz:

– “Ben de dünyaya Kur’ân’ın sönmez, söndürülmez ebedî bir mu’cize olduğunu i’lan edeceğim” diyerek plânlamaya başladığı fikriyatını iki ana esasta topladı:

1- Kur’ân’ın ebedî bir mu’cize olduğunu gösteren, i’câzını tesbit ederek, bütün dünya din düşmanlarının planlarını zir-ü zeber eylemek.

2- Câmi-ül Ezher gibi büyük bir İslâm Dâr-ül fünunu inşa ettirerek, bu üniversitede hem Kur’ân ilmiyle, hem de fennî bilgilerle mücehhez talebe yetiştirmek…

İşte, bu iki ana temel fikriyatını kuvveden fiile çıkarmaya başlaması bu mezkûr tarihten itibarendir. Bu tarihten ta 1907’de İstanbul’a gidinceye kadarki yedi-sekiz senelik bir zaman zarfında, bu iki projenin plânını zihninde çizmiş, hazırlamıştı. Bir taraftan Kur’ân’ın mu’cizeliğini ispatlayan i’câz nüktelerini taharrî ediyor, bir taraftan da İslâm Üniversitesi’nin plânını düşünüyordu. Hatta Bediüzzaman’ın hususi hizmetkârı ve evlad-ı manevisi Zübeyir Gûndüzalp’in Üstadından bu konuda duyduğu rivayet şöyledir:

– “Ben Van’da te’sisini plânladığım medrese için, bütün civar köy, kaza ve vilâyetlerin haritalarını ve yol plânını da çizerek hazırlamıştım.” demiştir. [3]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Risale-i Nur’dan müteferrik Kur’ân tarifi tespitleri.

[2] Tarihçe-i Hayat, 2013, s.81

[3] Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt-1, s.158

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir