Mehâsin-i Medeniyet Prensipleri


Mehâsin-i medeniyet deniler prensipler esasında İslâmın malı olup insanlık o prensipleri ızdırâren kabûl etmek zorunda kalmıştır. İnşâallah dahâ da kabûl edecek ve zımnen de bu kabûlü dahâ da galebe edecektir ümîdindeyiz.   Hem meşrutiyette yani demokrasilerde elbette ki ilcâ-i zarûretten kaynaklanan kusurlar olacaktır. Bu kusurlar meşrutiyet-i meşruadan değil zamanın zarûretlerinden kaynaklanmaktadır. Hakîkaten beşeriyetin dünyevî gayretleri ile ortaya çıkan ve tatbikatında insan aklının müdâhalesi olan hazır demokrasi, ileride kâmil mânâda prensiplerinin meşrûiyetini şeriattan alıp insanlığın sulh-u umûmîsine hizmet edecek olan demokrasi arasında farklar var. Ancak beşeriyet bütün yolları deneyecek ve sonunda fıtrata gelecektir. Bunu rahmet-i ilâhiyeden ümîd ediyoruz.   Şu gelen noktaları da nazara almak gerekiyor. ”Hakîkat tahavvül etmez, hakîkat haktır.(Divân-ı Harb-i Örfî, s:51)” önemli bir düstûrdur.

“Maatteessüf, güzel şeylerimiz gayr-ı müslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayr-ı müslimler çalmışlar. Güya bir kısım içtimâî ahlâk-ı âliyemiz yanımızda revaç bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezâili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından cehaletimizin pazarına getirilmiş.(Münâzarât,s:100) sırrınca o güzel şeylerimize talîbiz. Çünkü o güzellikleri küstürmüşüz ve kaçırmışız. Cehalet pazarımızda o güzelliklere rağbet olmamış ve onlarda bizlere küsüp ecnebilere gitmiş.

”Her şeyin en güzelini al.”kaidesiyle sana hoş gelen şeyleri al, sana hoş gelmeyenleri bana bırak,” (Sünûhat–s:17,)” sırrınca da ecnebilerdeki her şeyi değil, her şeyin en güzeline talibiz ve en güzelini alacağız. “Risâle-i Nûr’un şiddetle tokat vurduğu ve hücûm ettiği felsefe ise, mutlak değildir; belki muzır kısmınadır. Çünkü, felsefenin hayat-ı içtimâîye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlat-ı insâniyeye ve san’atın terâkkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur’ân ile barışıktır. Belki Ku’ân’ın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.(Asay-ı Musa–s:15) Ecnebilerden alacağımız bilgi, san’at ve terakkî için söylenen şu cümle çok müşkülümüzü hallediyor.“Ecnebilerden alınan maddi bilgiler, sanat ve terakkiye ait ise lazımdır, sefâhata dair ise muzırdır. (Mesnevi-i Nuriye–s:98)” Buraya göre neye talîb olduğumuz ve neyin muzır olduğu çok açık olarak ortaya konulmuş oluyor.   Bu aralar Mesnevî-i Nûriye okumalarım var. Yeni bir yere tevafuk ettim. Bu konudaki bazı noktalara bakıyor ümîdi ile eklemek istiyorum. Özellikle kâfirlerin dünya hayatına teveccühleri ve bağlanmalarını ve terakkiyât-ı maddîyede muvaffakiyetlerinin hikmetine bakan bir bahis. Şöyle ki;

“Evet, o kâfir, kendi terkibiyle, sıfâtıyla Cenâb-ı Hakça nev-i beşere takdir edilen nimetlerin tezâhürüne, şuuru olmaksızın hizmet ediyor.

Ve güzel masnûat-ı İlâhiyenin mehâsinini bilâ-şuur tanzim ediyor.

Ve kuvveden fiile çıkartmakla garâbet-i san’at-ı İlâhiyeye nazarları celb ediyor.

Ne fayda ki, farkında değildir. Demek, o kâfir, saat gibi kendi yaptığı amelden haberi yok. Amma, vakitleri bildirmek gibi nev-i beşere pek büyük bir hizmeti vardır. Bu sırra binaen dünyada mükâfatını görür.(Mesnevî-i Nuriye – Onuncu Risale )”

Bunu da inkâr etmem, medeniyette vardır mehâsin-i kesire. Lâkin, onlar değildir ne Nasrâniyet malı, ne Avrupa icadı, Ne şu asrın san’atı. Belki umûm malıdır. Telâhuk-u efkârdan, semâvî şerâyiden, hem hâcât-ı fıtrîden, husûsî şer-i Ahmedî, İslâmî inkılâptan neş’et eden bir maldır. Kimse temellük etmez.(Sözler-Lemeat)

Ecnebilerden alınan maddî bilgiler, san’at ve terakkiye ait ise lazımdır, sefâhata dair ise muzırdır. (Mesnevi-i Nuriye–1999,s:98)

Ecnebiyede terakkiyât-ı medeniyyeye yardım edecek -fünun ve sanayi gibi- maalmemnuniye alacağız. Amma medeniyetin zünub ve mesavisi(günah ve kötülükleri)olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyiyeki…(Eski Said Eserleri,2009,s:174) almayacağız.

Avrupa’dan mehasin-i medeniyetin iktibasına muhtacız…( Eski Said Eserleri,2009,s:42)

Avrupa ve Amerika’dan getirilen hakikatler yine İslam’ın malı olan fen ve sanatı tevhid nuru ile yoğurarak hayata geçirmeliyiz.(Tarihçe-i Hayat-s:140)

Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lazımdır ki; Onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber adat-ı milliyeyi muhafaza ettiler. (Eski Said Eserleri,2009,s:175)   Şu gelen kâideleri de koynuna koy, sana lâzım olur.

*Bir şahıs, çok fenlerde ihtisas sahibi olamaz.

*İki şahıstan sudur eden bir söz, istidatlarına göre tefavüt eder. Yani birisine göre altın, ötekisine nazaran kömür kıymetinde olur.

*Fünun, fikirlerin birleşmesinden hasıl olup, zamanın geçmesiyle tekâmül eder.

*Eski zamanda nazarî olup, bu zamanda bedihî olmuş olan çok meseleler vardır.

*Zamân-ı mâzi, bu zamana kıyas edilemez; aralarında çok fark vardır.

*Çok ilim ve fenler vardır ki, âdetlerin telkiniyle, vukuatın talimiyle ve zamanla, muhitin yardımıyla husule gelirler.

*İnsanların sıfatlarında, tabiatlarında, ahvâlinde zaman ve mekânın çok tesiri vardır.

*Eski zamanlarda harika addedilen çok şeyler vardır ki, mebâdi ve vesaitin tekâmülüyle âdi şeyler hükmüne geçmişlerdir.

Def’aten bir fennin icadına ve ikmal edilmesine, bir zekâ-i harika olsa bile, muktedir olamaz. O fen, ancak çocuk gibi tedricen kemâle erer.

İşârâtü’l-İ’câz’da tevafuk ettiğim şu noktalar konunun vuzuha kavuşmasında ve istikâmetli müzâkeresinde temel noktalar olarak telakki edilebilir.  

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]  

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir