Meslek-i Hakîkatte Râbıta-i Mevt

Râbıta-i mevt; hazır zamanda ölümü ve dünyanın fânî olduğunu düşünerek nefsin tehlikelerinden kurtulmaya çalışmak; ölümü düşünmek ve böylece tûl-i emel olan bitmeyen arzu ve isteklerin, hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak ve düşünmek fikrinin önüne geçmek olarak târif edebiliriz.

Risâle-i Nûrlarda “İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, râbıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-i mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır” 1 denilmiştir. Ancak ehl-i tarîkat ve ehl-i hakîkatın râbıta-i mevti farklılık arz eder. Şöyle ki; hem ehl-i tarîkat hem de ehl-i hakîkat “Her nefis ölümü tadıcıdır” 2 ve “Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler”3 gibi âyetlerden aldığı dersle, râbıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o râbıta ile izale etmişler.4

Ehl-i tarîkat râbıta-i mevti şöyle yapmaya çalışır: “Farazî ve hayalî bir sûrette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip, düşüne düşüne, nefs-i emmâre o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup, uzun emellerinden bir derece vazgeçer.”5 Böylece ihlâsı kazanıp ve muhafaza etmeye, riyâdan nefret verip ve ihlâsı kazanmaya bir derece gayret ederler.

Ancak meslek-i hakîkatin râbıta-i mevti dâhâ farklı ve hakîkat mesleğine uygun bir şekildedir. Öncelikle şunu ifâde etmek gerekir ki, Risâle-i Nûr mesleği tarîkat değil hakîkat mesleğidir. Hakîkat mesleği gerçeğin tâ kendisidir. Bir nev’î müşâhedattır. Bu sebeple de râbıta-i mevti tarîkat tarzında yapmak mecburiyetinde değildir. Hem meslek-i hakîkate uygun da gelmemektedir. Çünkü ehl-i tarîkat, râbıta-i mevti farazî ve hayalî surette yapmaktadır. Bu sebeple de hakîkat mesleğinin râbıta-i mevti farazî ve hayalî bir şekilde yapması onun mesleğine uygun gelmiyor.

Öyleyse meslek-i hakîkatte râbıta-i mevt nasıldır?

“Belki, âkıbeti düşünmek sûretinde müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakîkat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini (ölümünü) gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşâhede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.”6

Bu izahlara binâen diyebiliriz ki hakîkat noktasında istikbâlde yani gelecekte başımıza gelecek olan ölüme hayalen değil fikren bakmak gerekir. Burada fikren bakmak ile hayalen bakmak arasındaki farka dikkat etmek gerekiyor.

Hayal, dimağın tahayyül mertebesinin, yâni ilk mertebesinin sonucudur. Bu sonucu hüküm olarak kabul edemiyoruz. Bu mertebe hakîkat mesleğince bir kabul değil, hatta insanı sorumluluk altına dâhi sokmayan hayalî sûretlerin insanın dimağındaki tahayyül aynasında mâkes bulmasıdır.

Fikir mertebesi ise, her hükmün tahayyülden ve tasavvurdan geçip taakkul mertebesinde şekillenen ve dimağın bîtaraf yani tarafsız olduğu bir mertebedir. Bu mertebede insan çeşitli delillerle hareket ederek aklî çıkarımlara başvurur ve o fikir bu aşamada kuvvetlendirilir.

İşte Bedîüzzamân’ın hayale gerek kalmadan fikren istikbâle gitmek dediği fark buradadır. Yani ölüm hakîkatini en yakın daireden düşünmek ve fikretmek. Çünkü vücudumuzdaki hücreler her gün ölüyor. Çevremizde her gün cenazeler kalkıyor. Hayvanlar, bitkiler ölüyor, mevsimler geçiyor ve hâkezâ. İşte bu hakîkatler fikren bize kuvvetli deliller oluyor. Biz bu delillerle fikren istikbâle bakarak kendi ölümümüzü de müşâhede ediyoruz. Hayalen değil hakîkaten ölümün mâhiyetine fikren bakıyoruz. Nefis buradan dâhâ tesirli olarak dersini alıyor olmalıdır.

Bir ağaç hangi meyve ağacı ise neticede o meyveyi verecektir. Elma ağacı elma meyvesini, nar ağacı nar meyvesini vermesi bir hakîkattir. Demek ki meyveli her bir ağacın neticesi onun meyvesidir. İnsan bir şecere gibidir. Öyleyse insan şeceresinin neticesi de onun ölümüdür. İşte bu ağacın meyvesi hükmündeki mâhiyeti olgunlaştığında bir meyvenin düşmesi misüllü hayat ağacımızın meyvesi de ölüm ile sona erecektir. Çünkü “El mevtü hakkun” (Ölüm gerçektir) bir hakîkattir. Bu hakîkate hayalen gitmeye ve de bakmaya lüzum yoktur. Kâinatın en büyük hakîkati olan hayatı kim vermiş ise mevti de o vermiştir. Bu hakîkate fikren bakmak gerekir.

İnsan sadece kendi şahsının ölümünü değil her gün dört yüz bir cenaze ile emsallerinin ölümünü de böylece görür ve ölümün hayattan ziyade bizlerden bir isteği olduğunu anlar ve anlamalıdır.

İnsan biraz daha ileri baksa asrının ölümünü de görür. Çünkü ölüm her bir şehri yüz senede bir defâ kabre dâhil etmiştir. Demek ki her asır fevc fevc kendi asrında yaşayan insanları ölüm ile kabre almıştır. İnsan bu hakîkatlere binâen biraz dâhâ ileriye baksa ve ilmî verilere de dayansa dünyanın ölümü olan kıyameti de anlar ve “Her nefis ölümü tadacaktır” hakîkatini müşâhede eder.

Yazımızı Risâle-i Nûrlardan bir bölüm ile bitirelim: “‘İnkâr karanlıkları içinde kalan kimse gibi…’7 sırrına mazhar olan ehl-i ilhad (dinsizler), gayr-ı meşrû müştehiyâtının ibâhasıyla süslendirmesine mukabil, Risâle-i Nûr, mevti o aldatıcı, fâni hayata karşı çıkarıp lezzet ve zînetini zir ü zeber eder. Ve der ve ispat eder ki, ‘Mevt ehl-i dalâlet için idam-ı ebedîdir. Ve o dehşetli darağacından kurtaran ve mevti mübârek bir terhis tezkeresine çeviren yalnız Kur’ân ve imândır.’ İşte bunun içindir ki, bu hakîkat-i muazzama-i mevtiye (büyük ölüm hakikati), Risâle-i Nûr’da gayet mühim ve geniş bir mevki almış; hattâ ekser hücumunda mevti elinde tutup ehl-i dalâletin başına vurur, aklını başına getirmeye çalışır.”8

Abdülbâkî ÇİMİÇ-02.11.2009

[email protected]

Dipnotlar: 1- Lem’alar, 2005, s: 396. 2- Âl-i İmrân Sûresi, 3:185. 3- Zümer Sûresi, 39:30. 4- Lem’alar, 2005, s: 396 5- Lem’alar, 2005, s: 396 6- Lem’alar, 2005, s: 396 7- En’âm Sûresi, 6; 122 8- Şuâlar, 2005, s: 1070

http://www.yeniasya.com.tr/2009/11/02/lahika/default.htm

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir