Okumak Üzerine Tefekkürler

Okumak üzerine tefekkürler

“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.”[1] diyen asrın müceddid ve mütefekkiri ne kadar mükemmel bir hakîkate işâret etmiş. Zübeyir ağabey de bir konferansında “Nurları taşımak, okumak, daima okumak için zamanlarınızı büyük bir kıymetle kıymetlendireceksiniz. Nurları okumak sevgisiyle, Nurları okumak heyecanıyla, Nurları okumak ihtiyacıyla yanacaksınız.” tespitiyle okumanın hakîkatine işaret etmiş.
Okumak ne güzel bir fiil

İnsan bu kâinata tâallümle tekemmül etmek için gönderilmiştir. Bu tâallüm için gerekli isti’dâdlar ve kabiliyetler insanın fıtratına derç edilmiştir. Onun içindir ki ‘okumak’ insanın fıtratının bir gereği ve zarûretidir. Zübeyir Gündüzap’in “Şimdi oku kabirde okuyamazsın.” sözü ne büyük bir hakîkati ifâde ediyor. Bu asırda sosyal medya ve siyâset âlemi, insanları kendisine esir ettiği bir zamanda okumak ne kadar kıymetli bir değer değil mi?

Allah’ın ilk emri de zaten oku değil mi? “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alekadan (kan pıhtısından) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.”[2] Sanırım okumak çok yönlü olmalı. İnsanları, çiçekleri, böcekleri, hayvanları ve bitkileri tefekkürî şeklinde okumak olmalı. Tekrar tekrar, başa dönerek tekrar ederek okumak olmalı. Çünkü tekrarda te’kîd vardır. Kuvvet ve enerji vardır. “Tuğla tuğla üstüne koymak tekrar değil te’sîstir.” der Zübeyir ağabey.

Evet, nasıl ve neyi okumak?

Önce Allah’ın adıyla “Bismillâh” ile başlayarak okumak. İnsanın simâsındaki Vâhidiyet içindeki Ehâdiyet tecellisini okumak. Âlem-i asgar(küçük âlem) olan kendimizi okumak. Önce enfüsî, sonra afakî tefekkür sırasına uyarak, eşyayı ve eşyada tecelli eden esmâyı okumak.

Kur’ân’ı kelâm-ı ezelî olarak, Cebrâil(as)’in Peygamber Efendimiz(sav)’e okuduğu anı hatırlayarak okumak. Tefsîrleri, Kur’ân’a muhatap olarak ve kudsiyetini Kur’ân’dan aldığını bilerek ve me’hazdaki kudsiyete şeffaf bir ayna olduğunu idrak ederek okumak.

Tecelli-i esmâ olan kitab-ı kâinat satırları altında saklı olan hadisatın perdeli hakîkatlerini okumak. Bürhan-ı nâtık(konuşan delil) olan Peygamber Efendimiz(asm)’in hayatını ve O’nun(asm) hayatının her bir karesini ve sünnetini okumak ve yaşamak. Asr-ı saâdetin karelerini, her asra bakan cihetlerini atlamadan satır satır okumak.

Zübeyir Gündüzalp’in okuma üzerine tespitleri

Zübeyir Gündüzalp ağabeyin okumak üzerine sözleri: “Oku, oku, her gün oku. Okudukça oku ki, ruhun nur-u ilâhi ile parlasın. Kalbin nur-u Kur’ân’la temizlensin. Aklın nur-u İslâmla işlesin ve yükselsin. Okumak bir şeydir, ama her şey o bir şeyden çıkıyor. Bütün tehlike okuyamamaktan çıkıyor. Okuyamamaktan kork. Harfi harfine kitabî ol. Tenkit için okur, istifade edemez. Başkası için okur, istifade edemez. Kendi nefsi için okur, istifade eder. Hizmet için değil, nefsimi ıslah için okumalıyım. İstidatları inkişaf ettirmek için çok okumak. Daima okumak. Dem ve damarlarımıza karışacak derecede okumak. Az da olsa devamlı okumak.Okumak, yazmak, dinlemek, susmak.Satır satır, kelime kelime okumak.Hizmet hizmet derken şahsî dersini unutanın hizmeti muvakkat olur. Hususî okumanı terk etme. Herşey, her mesele okumakla halledilir. Zira eserlerde hepsi var. Fakat insan görmüyor.”

Ruhun inkişâfı, kalbin intibâhı için ne yapmalıyız?

“Ruhu inkişaf edip kalbi intibaha gelen zatlar okumaktan usanmaz.”[3]

Risâle-i Nur kitapları metne dayalı eserler. Şahıs merkezli olmayıp şahs-ı mânevî esaslı bir yol takip eder. Mustafa Hulûsi ağabeyin Risale-i Nur’u okumamız için bizlere tavsiyesi şöyledir: “Tekrar çok tavsiye ediyorum, okuyun, okuyun. Okudukça, risaleler feyzâver nurları saçıyorlar. Okudukça iştiyak getiriyorlar, usanç vermiyorlar. Başka kitapları bir-iki defa okusan, insana usanç veriyor. Halbuki risaleler öyle değil, okudukça başka başka imân halleri telkin ediyorlar…”[4]

Hüsn-ü zân, güzel ve menfeattâr bir kitap nazarıyla okumak!

Risale-i Nur’dan istifâdeye “hüsn-ü zân ile ve güzel ve menfeattâr bir kitaptır” nazarıyla bakmak ve mânevî yaralarına deva ve şifalar bulma niyetiyle meşguliyetin bir ücreti olan istifâdeye nail olunacağı bilinmelidir. İnsanın önce nefsî ve enfüsî muhasebesini yapılabilmesi, zaaf ve aczini ve fakr ve ihtiyacını şiddetle bilmesi gayesiyle okuması elzem görünüyor. ”Biz yalnız bu asırda Kur’ân’ın yüksek ve parlak bir tefsîri ve kâinatta en yüksek olan imân hakîkatlarını beyan eden Risâle-i Nur’u okuyoruz.”[5]

Risâle-i Nur’u, keramet-i Kur’âniye olarak kabul edip okumak!

Zihni meşgul eden mes’elelerin cevabının Risâle-i Nur’da var olduğunu bilmek ve bu mânâ ile aramak lâzımdır. Bir de şuna kanâat etmemiz lâzım ki zihin ve hissiyatımızla bizi meşgul edecek kadar ağırlık teşkil eden bir meseleyi Risale-i Nur’da bulacağımız ve bulduğumuz bir vâkıadır. Hulusi Ağabey de bunu,  bir keramet-i Kur’âniye olarak müteaddit def’alar hissetmiş ve müşahade etmiştir. Özellikle Barla Lahika mektuplarında bunu görmek mümkündür. Ezcümle şöyle ifade edilmektedir: “Şuraya bir işaret etmek isterim; Kur’ân’ın kerametine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum: Gerek Eğirdir’de, gerek burada bazan zihnime bir şey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum. Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki, keramet-i Kur’âniyedendir.”[6] Madem hakîkat öyledir; bizler de her meseleyi ve hâdiseyi Risale-i Nur’larla meşguliyete ve ona müracaata bir vesîle bilmeliyiz.  Bazı hakîkatler mücmel ve mestur olmasından sathî nazarlar fark edemeyebilir. Fakat, Risâle-i Nur’ları, programlı ve devamlı bir surette okunması neticesinde o mücmel hakaikın sair risalelerde mükemmeliyetle izahı bulunacaktır. Ezcümle bu mevzuda şöyle denilmektedir: “Zâten o mücmel “Hakîkat”ların her birisi, başka risaleler ve Sözler’de kemal-i izah ile tafsil edilmiş.”[7]

Risâle-i Nur’u müteferrik yerlerinden okumak!

Netice olarak, bir risalede mevcut ve mücmel olan bir bahis, başka risalelerde izah ve tafsil edildiğinden veya bütün külliyat bunun izah ve tafsili olduğundan devamlı ve programlı okumalı ki, âlemimizde mücmel kalan bahisler tavazzuh etsin. Bu noktada Zübeyir Ağabey “Okunan Türkçe veya Arabca bir risalenin izahı, başka bir risalede varsa, onu getirip”[8] okumayı tavsiye eder. Bediüzzaman’ın da bize son vasiyeti şudur: “Okumak, yine okumak, yine okumak! Sonra, birbirinizin elini sıkı tutmak, ittihad etmek, ittifak âleminde yaşamak!”[9]

Okumak, Nur Talebesinin gıdasıdır

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisi çok kuvvetli bir mıknatıs gibidir. Sâfî ve yüksek rûhları çekiyor. Onun için Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsine meftun olmak gerekiyor. Bu çekimde idrakin payı çok azdır. Tamamen rûhîdir. Cemâatin tatlılığı, mütebessim çehrelerde tecelli eder. O çehreler sâfî rûhları celb ediyor. Kardeşlerin lisân-ı hâli, mânevî keyfiyetleri temerküz ettiriyor. Bunlar hep cazibe unsurudur. Uhuvvet ve muhabbetin rabıtalarıdır.

Elbette çok farklı metotlarla Risale-i Nur’u okuyabiliriz. Öncelikle tetebbuatla, ağır ağır okumak gerekir. Risale-i Nur’un her cümlesinin arkasında bir mânâ okyanusu bulunur. Bu açıdan Risale-i Nur’u anlamak demek; her cümlenin arkasındaki mana bahrine dalmak, bir nevi gavvas olmak demektir. Nur talebelerinin gıdası okumak, tesbihi mütâlâa, müzâkere ve tefekkürdür. Ruhun gıdası, imân hakîkatleri ve esmâ-i İlâhiyedir. Mideyi doyurmakla ruh gıdasını almış olmaz. Yediğin yemek ile rûh, cismâni lezzet alır. Rûhun, rûhâni lezzeti vardır. Çünkü rûh imân nuru ile harekete gelir. “Bu noktada, zaif imânlı olanlar imânını kuvvetlendirir.”[10]

 Okuduğumuz cümlenin arkasında hangi mesaj var? Mektuplar içindeki esas cümle nedir?

Mesela; okuduğumuz bir mektubun fikir istikâmeti ve iskeletinin arkasında on tane esas cümle var. Her cümlenin arkasında da bir mesaj var. Bu tarzda Risale-i Nur’u okumak insanın idrakini açar. Konuşmasını müdellel yapar. Bu meslek, tahkik mesleğidir. Cadde-i asfiyadır. Velayet-i Kübra’nın yoludur.       

Risale-i Nur’a talebe olmanın yolu: ‘Sözleri kendi malı bilmek’ten geçer. “Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.”[11] Yani sözleri sen yazmışsın. Öyle ise, insan kendi yazdığı kitaba sahip çıkmaz mı? Satır satır neresinde ne var bilmez mi? Elbette Risale-i Nur’u devir tarzında okumak insandaki latifeleri terbiye eder. Fakat tahkikane okumak insanı müdakkik yapar. Risale-i Nur’u tedkik ederek, idrak ederek okuyacağız. Öyle okuyacağız ki, şuuraltına sinecek derecede bir okuma olacak. Uykuda dahi okumaya devam edeceğiz, o zaman nazar afaka dağılmıyor.  Zübeyir ağabeyin okumalarında bunu görmek mümkündür.    

“Bir kişi, bir hafta Risale-i Nur’dan bir küçük kitap taşısa, yüzü değişiyor.” Cebimde ve çantamda taşıdığım risaleler bunun mücerrep ispatıdır. Kim bilir Risale-i Nur’u bütün latifelerimiz ile okusak ne büyük bir mana iklimine kavuşuruz? “İşte insan üzerindeki tesiri pek büyük olan böyle bir eseri devamlı olarak teenni ile ve lûgatların mânâlarını öğrenerek, dikkatle okuyabilseniz, geceli gündüzlü çalışan birçok Nur talebeleri gibi siz de büyük bir huzur ve saadete kavuşursunuz. Hem gayet cevval ve faal bir hâle gelirsiniz. O kudsî eserleri günlerce okuyabilmenin ilâhî hazzı ile çırpınırsınız. Bu gibi kıymeti ölçüye sığmayan eserlerle meşgul olabilmek için beş dakikayı bile boşa geçirmezsiniz.”[12]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Sözler, s.1121

[2] Alak Sûresi: 1,2,3,4,5

[3] Barla Lahikası, s.536

[4] Age, s.240

[5] Nur Çeşmesi, s.140

[6] Barla Lahikası, s.110

[7] Age, s.512

[8] Sözler, s.1254

[9] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalat), s.25

[10] Emirdağ Lahikası-II, s.475

[11] Mektubat, s.576

[12] Nurun İlk Kapısı,2000, Beyaz Karton Kapak, s.147,148

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir