Yeni Asya Afyon İlme Hizmet Vakfı’da Risale-i Nur ve Sahabe mesleği semineri
22 Şubat 2025 cumartesi akşamı mutad olarak yapıla gelen Yeni Asya Afyon İlme Hizmet Vakfı tarafından organize edilen seminer programının bu ayki konuğu Eğitimci-Araştırmacı Yazar Abdulbaki Çimiç oldu. “Risale-i Nur ve Sahabe Mesleği” konulu seminer dinleyiciler tarafından ilgiyle dinlendi. Seminer kapalı kamera sistemi ile alt kat hanımlar salonundan da takip edildi.
Abdülbaki Çimiç, Semineri iki bölüm halinde sunumunu yaptı. Seminere öncelikle Risale-i Nur meslek ve meşrebi konusunda kısa bilgilendirme yapılarak başlandı. Daha sonra madem Risale-i Nur mesleği Sahabe Mesleği olması hasebiyle Sahabe Efendilerimizin asr-ı saadetteki özellikleri üzerinde duruldu. Sahabe mesleğinin Risale-i Nur mesleği ile Sahabe Efendilerimizin özellikleri ile bağlantılar kuruldu.
Sahabelerin velayetinin velayet-i Kübra ve veraset-i nübüvvet ve sıddıkiyet sırrını taşıdığını ve akrebiyet-i ilâhiyenin inkişafına bakan bir velayet olduğu üzerinde duruldu. Sahabelerde sıdk ve doğruluk üssü’l esas olduğu için bu özelliklerin Nur talebelerinde de olması gereğine değinildi. Sahabe Efendilerimizin ibadetteki dereceleri ve ruhlarındaki nuraniyetin yüzlerinde parladığı, bu cihetle Nur talebelerinde de böyle bir sırrın inikas ettiği üzerinde duruldu. Sahabeler, Peygamber Efendimiz(asm)’in sohbet-i nebeviyesine müşerref oldukları için ve sohbet-i nebeviyede öyle bir feyz-i sohbet ve iksir olduğu için bu feyzin veraset-i nebeviye sırrıyla Risale-i Nur dersleriyle Risale-i Nur talebelerine de yansıdığı ifade edildi. Peygamberimizin sohbetinde iksir-i nurani olduğu için bir bedevi adamın kızını sağ olarak defnedecek bir vahşi halden daha karıncaya ayağını basamaz dereceye geldiği üzerinde durularak, Nur talebelerinden iki-üç adamı öldürenlerin onun dersleriyle daha tahta bitini de öldüremeyeceği üzerinde duruldu. Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Said Nur ve talebelerini seyrederken insan kendini adeta asr-ı saadette hissediyor” cümlesi ile Nur talebelerinin Sahabe Efendilerimizin özelliklerinden ve davranışlarından onlara asr-ı saadetle irtibat kurarak önemine işaret etmesinin manidar olduğu ifade edildi.
Abdülbaki Çimiç seminerinin ikinci kısmında madem Risale-i Nur mesleği sahabe mesleği ise öyleyse asr-ı saadete geçip, asr-ı saadetin karelerini ve asr-ı saadette yaşanan hadiseleri kısa olarak özetlemek gerekir dedi. Çünkü bu tılsımlı âlemin anahtarları orada asr-ı saadette olacak, hem herkes o asr-ı saadete bakıyor oradan bir şeyler bekliyor oradan emirler alıyor. Bu cihetle de Risale-i Nur mesleği olan sahabe mesleği asr-ı saadetle irtibatlı bir mana taşıyor.
Abdülbaki Çimiç devamında içtimai ve sosyal hayatta bir çığır açan kâinattaki fıtrat kanunlarına, sünnetullah kanunlarına muvafık hareket etmezse hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamayacağını, bütün hareketin şer ve tahrip hesabına geçeceği üzerinde durdu. Bu cihetle asr-ı saadeti metot olarak bu asra taşımak gerektiğini, bunu ise Bediüzzaman’ın yaptığını ifade etti. Madem zaman bir hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor, başlangıcı ve sonu birbirinden uzaklaşmıyor. Belki küre-i arzın hareketi gibi senevi daire içinde dönüyorsa, elbette ki asr-ı saadet bütün asırların merkezinde bir senevi daire olarak duruyor ve her asır sıkıntılarını ve problemlerinin çözümünü merkez dairedeki asr-ı saadet karelerinden alması gerektiğini ifade etti. İşte Bediüzzaman da asr-ı saadet metodunu asr-ı ahirzamana, kendi yaşadığı asra ve Risale-i Nur mesleği olarak sahabe mesleğini bu asra taşıdığını söyledi. Ümmetin çıkış reçetesi asr-ı saadet metodu, asr-ı saadet metodunun Risale-i Nur’da olduğu üzerinde duruldu. Çünkü Risale-i Nur’un yolu, mesleği bu zamandaki hayat şartlarına, insanların ahval-i ruhiyelerine göre en selametli, en kısa ve umumi bir cadde olarak görülüyor.
Öyleyse asr-ı saadeti tahlil edebiliriz. Asr-ı saadette ilk 10 senede çok az sayıda Müslüman var. 12. sene sonunda Peygamberimiz(asm) 226 Müslüman ile Medine’ye hicret ediyor. Kemiyet değil, keyfiyet hakikate tahakkuk ediyor. Ferden ferda, önce kalpler fethediliyor. Mekke’deki iman Medine’de hayata tesir ediyor. Böylece Mekke kısa süre sonra burun kanamadan fetholuyor. Öyleyse asr-ı saadetde ki Mekke-Medine ve tekrar Mekke’nin fethi tarzı, ahirzamanda Bediüzzaman’ın iman, şeriat, hayat olarak formüle ettiği metot olarak bu asra yansımış gözüküyor.
Asr-ı saadette Sahabe Efendilerimizin bir takım hizmet tarzlarıyla Risale-i Nur arasında irtibat kurabiliyoruz.
Önce sırrı İhlâsa…
Sırrı İhlâsa tam mazhar olmak sahabe-i kirama nasip olmuştur. Fazilet-i külliye onlara aittir. Çünkü Sahabe Efendilerimiz Peygamber Efendimiz(asm)’in nübüvvet cihetiyle sohbetine mazhar olmuşlar. Peygamber Efendimiz(asm) ile bizzat, yüz yüze sohbete müşerreftirler. Bu sır içindir ki ihlâsa mazhariyet bir de bu zamanda veraset-i nübüvvet sırrıyla Nur talebeleri ve onların şahs-ı manevisine vasıl olabilir. Bu sırr-ı ihlâsın inikası müteselsilen gelmiyor, ta asr-ı saadetten asr-ı ahirzamana, sahabelerden naklen Nur talebelerinin intikal ediyor diyebiliriz.
İsâr hasleti
“Benim mükâfatımı vermek ancak Allah’a aittir.(Yunus suresi 72)” sırrına mazhar olup nâstan gelen maddî ve manevî ücretten istina etmek, Sahabe Efendilerimizin en önemli hasletidir. Nur talebeleri ise Sahabelerin sena-i Kur’âniye mazhar olan isâr hasletini kendine rehber etmek, yani hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniye mukabiline gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden sırf bir ihsân-ı ilâhi bilerek nâstan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamak olan istiğnâ düsturu ve isâr hasleti Sahabe Efendilerimizden Nur talebelerine inikâs etmiştir diyebiliriz.
Dârü’l Erkâm’dan günümüze
Mekke döneminin ilk yıllarında Dârü’l Erkâm bir tâlim merkezi olarak kullanılıyor. Burada Kur’ân ayetleri okunuyor, yazılıyor. Dini bilgiler öğretilip bunların pratikleri yapılıyor. Böylelikle Dârü’l Erkâm Peygamberimiz(asm)in rehberliğini yaptığı ilk Medrese-i Nuriye saymak mümkündür. Dârü’l Erkâm Peygamber Efendimiz(asm) ve ilk Sahabeler ilk üç sene İslâmı gizli bir şekilde tebliğ ediyor. Bu gizli tebliği Dârü’l İslâm diye de bilinen Dârü’l Erkâm’ın evinde epey bir süre devam ediyor. Bu süreye sırran tenevveret devresi de diyebiliriz. Risale-i Nur’da da ilk senelerde sırran tenevveret devresi bulunuyor. Böylece Dârü’l Erkâm’dan ve sırran tenevveret olan ilk üç sene İslâm’ın gizli tebliğiyle Risale-i Nur’un ilk dönemlerinde sırran tenevveret olarak gizli gizli yazılıp dağıtılmasında da Sahabe Mesleğinden Risale-i Nur mesleğine intikal eden bir bağlantı olarak bakabiliriz.
Ashabı suffa ve vakıflık
Ashab-ı suffa hayatları boyunca Peygamberimiz(asm)in yanında bulunan Peygamberimiz(asm)in mescidine bitişik bir yerde oturan ve orada yaşayan Peygamberimiz(asm)den ders alan sahabe efendilerimizdir. Vazifeleri sadece ilm-i Kur’ân ile talim ve tebliğdir. Peygamber Efendimiz(asm) bütün ihtiyaçlarını karşılar, onlar savaşa çıkmazlar, vazifeler olan ilm-i Kur’ân ile talim ve tebliğ yaparlar. Evlenmezler, bütün ihtiyaçlarını Peygamber Efendimiz(asm) ve sahabeler karşılarlar.
Risale-i Nur’daki karşılığı ise “Kendini Risale-i Nur’a vakfeden şakirtlerden çok ziyade fedakâr talebeler var… Hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebeleri…Bütün hayatını iman ve Kur’an hizmetine vakfeden talebeler…” var.(Emirdağ Lahikası) Demek ki ahirzamanda da Sahabe mesleğinin bir cilvesi olarak Risale-i Nur mesleğine hayatını vakfeden bu vakıflık hizmetinin de Ashab-ı suffadan bir hissesi var.
Hizmet ettiğimiz daire
Risale-i Nur dairesi, Hz. Ali(ra) ve Hz. Hasan(ra) ve Hz. Hüseyin(ra) ve Gavs-ı Azam’ın ihbarat-ı gaybiyeleriyle şakirtlerinin bu zamanda bir dairesini ihtiva ediyor. Onun için hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir.
Risale-i Nur’dan bize gelen meşrep
Hz. Ali(ra), Hz. Hasan(ra) ve Hz.Hüseyin(ra) Efendilerimizden Risale-i Nur’a intikal eden ve Risale-i Nur’dan bize gelen meşrebin önemli manevi rabıtaları vardır.
Bu manada Al-i beytin vazifesi ehemmiyetlidir. Risale-i Nur talebeleri manevî Al-i beytten sayılırlar. Bu cihetle veraset-i nübüvvet sırrıyla Peygamber Efendimiz(asm)in mahiyetini ve Peygamber varisliğini ihtiva eden manevî Al-i beyt, hem Bediüzzaman’a hem de Nur talebelerine şâmildir. Bu da sahabe mesleğinden Nur talebelerine Risale-i Nur mesleği olarak intikal ettiğinin bir delilidir.
Beşinci halife
Hz. Hasan(ra)’ın altı aylık hilafeti ile beraber, vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaık-i imaniye noktasında Hz.Hasan(ra)’ın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünkü adalet-i hakikiye ile bu asırda insanları mesut edebilir bir istidatta bulunan Risale-i Nurdur ve onun şahs-ı maneviyesi Hz. Hasan(ra)’ın bir muavini, bir mütemmimi, bir manevi veledi hükmündedir. Bu cihetle de Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine din-i neşr-i hak noktasında ve adalet-i hakikiye cihetinde beşinci halife vazifesinin tamamlanması intikal etmiştir.
Son olarak Hz. Hasan(ra) Efendimizin adalet-i hakikiye cihetinden, Hz. Hüseyin(ra) Efendimizin de hürriyet-i şeriye cihetinden Risale-i Nur’a intikal eden vazifeleri Risale-i Nur meşrebi vazifesi olarak görülebilir. Bu cihetle de sahabe mesleğini bir cilvesi dahi inikâs etmiş durumdadır.
Peygamber efendimiz Hz. Hasanı(ra) kemal-i şefkatinden kucağına alarak başını öpmesinden ve Hz.Hüseyin(ra)in de boynunu öpmesi sırrından, al-i beytin silsile-i nuranisinden gelen manevi ve nurani zatların namına baş ve boyun öpülmüştür. Hz. Hasan(ra)’ın başının öpülmesi ve Hz. Hüseyin(ra)’in boynunun öpülmesinden Bediüzzaman Hazretleri’nin ve Risale-i Nur talebelerinin de hisseleri vardır. Demek öpülen bu baş ve boyun Risale-i Nur meslek ve meşrep esasları cihetiyle eğilmeyecek ve dimdik duracaktır.
Abdülbaki Çimiç seminerine Bediüzzaman’ın şu sözleriyle nihayet verdi. “Saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem” ve “Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya eğmem.”
Hakiki Nur talebelerine de Üstadları gibi böyle durmak yakışır.
Haber: Hasan Koç – Yeni Asya/Afyon