Tefekkür

Tefekkür
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın “Tâ düşününüz”1, ”Tâ düşünsünler”2, “Onlar kendi üzerlerindeki ilâhî san’at mu’cizelerini hiç düşünmezler mi? Gökleri ve yeri ve her ikisi arasındakileri Allah yaratmıştır”3 gibi âyetleri ve hadîs-i şeriflerde de “Allah’ın nimetlerini tefekkür edin; O’nun zâtını tefekkür etmeyin. Çünkü buna güç yetiremezsiniz”4, “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibâdetten hayırlıdır”5 beyanları tefekküre teşvik ediyor.

Tefekkür yolu Risâle-i Nûr mesleğinin dört esasından biridir. Bu mânâda şu gelen cümle çok mânidardır:

”Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine isâl eder.”6 Hem “…hadîsin hükmüyle, bir saat tefekkür bazan bir sene kadar bir ibâdet hükmüne geçen tefekkür-ü imânîyi elde etmek ve ettirmek…”7 Risâle-i Nûr dersleri ile mümkündür.

Tefekkür; mânâ-i harfî olarak düşünmektir. Derinlemesine, inceden inceye düşünme ve fikretmektir. Afâkî ve enfüsî olarak ikiye ayrılır.

Âfâkî tefekkür ve malûmatlar, Bedîüzzamân’ın tâbirince hariçten ve uzaklardan alınan bilgilerdir. İnsanı vehimlerden, vesveselerden ve şüphelerden muhâfaza edemiyor. İnsanın en önemli vazîfesi olan kalb dairesindeki ebedî hayatı kazandıracak ubûdiyet ve duâdan geri tutuyor.

İnsan mâhiyeti itibârıyla her bir hâdise ile alâkalı ve ilgilidir. Çünkü insanın rûhuna dercedilen duygulara fıtratça sınır koyulmamıştır. Ancak şeriatta bu had ve sınır koyulmuş ve insan irâde-i cüz’iyesi ile teklif ile mükellef kılınmıştır.

Cenâb-ı Hak, verdiği cüz-ü ihtiyarî ile ihtiyarî fiiller âlemini kesbiyle teşkil etmeye insanı mükellef kılmış. İnsan rûhunda emanet olarak ekilen gayr-ı mütenâhî tohumları sulamak ve neşv-ü nemalandırmak için de beşere teklifi sunmuştur. Eğer teklif olmasaydı, rûhlardaki o tohumlar neşv-ü nema bulamazdı.

İşte insan âfâkî malûmatlara dalar ise bu malûmatlar onu boğar ve malayâniyat onun hayatına hâkim olur. İnsan, mâhiyetindeki istidadlarını inkişaf ettiremez.

Öyleyse Bedîüzzamân’ın “âfakî, haricî, umûmî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmâlî düşün, tafsilâta geçme” uyarısına dikkat etmeliyiz.

Böylece “Hem de âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun” ihtârı bize çok önemli bir hakîkatı gösteriyor.

Bizler âfâkî tefekkürü icmâlî, enfüsî tefekkürü ise tafsilâtlı yapalım ki, vahdete kavuşalım. Âfâktan dahâ çok enfüsî tefekküre yoğunlaşmak gerek. Aksi halde, kesret âlemi fikrimizi dağıtabilir, ziyana uğrayabiliriz.

Afâkî tefekkürü öncelersek; evham bizi havalandırır, enâniyet âlemimizde kalınlaşır. Gafletimiz de kuvvet bulur.

Enfüsî tefekkür; iç dünyamızla ve âlemimizle ilgili, nefis ve beden dâiresinde yapılan tefekkürdür. Enfüsî tefekkürü nefsimizde tafsilatlı olarak yapabiliriz. Böylece kesretten vahdete ulaşabiliriz.

Enfüste yapacağımız tefekkür evham ve gafletimizi dağıtır. Bir iç muhasebesi yaptırır, Rabbimizi en yakından tanıyıp mârifetullah yollarına çok keskin ve kolay bir şekilde ulaşmamızı sağlar. Bir nevî kısa bir mârifetullah minhâcıdır.

Enfüsî ve iç âlemimizde yaptığımız tefekkür ve malûmatlar temizdir, arızasızdır ve vehimlerden de mahfuzdur. Öyleyse merkezden, muhîte, yakından uzağa bir metod olan enfüsten âfâka tefekkür bir nevî sünnetullahtır. Sağlam ve doğru bir yol ve de istikâmettir.

İnsan, nefsî (enfüsî) tefekkürü tafsîlatlı, âfâkî tefekkürü ise icmâlî yaparsa vahdete ulaşmış olur. Zaten insanın gâyesi de vahdete ulaşmak ve Allah’ın marziyâtı doğrultusunda kendisine emânet olarak verilen cihâzâtlarını nemâlandırmak değil midir?

Bu yol ise enfüsten âfâka, kesretten vahdete olan sünnetullah yolu olmalıdır.

Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 219, 266.
2- A’raf Sûresi: 176.
3- Rum Sûresi: 8.
4- El-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3: 262-263.
5- El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1: 310.
6- Sözler, 2004, s: 773.
7- Kastamonu Lahikası, 2006, s: 47.

Bâkî ÇİMİÇ-05.02.2010

http://www.yeniasya.com.tr/2010/02/05/yazarlar/bcimic.htm

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir