Uhud’tan Hayatımıza Düşen Dersler

Uhud’tan Hayatımıza Düşen Dersler

Asr-saadetin karelerinin bütün zamanlara baktığını söyleyebiliyoruz. O halde asr-ı saadetin hiçbir karesini es geçemeyiz. Çünkü Efendimiz(sav) asr-ı saadette Kur’ân’ı bütün hakîkatleri ile yaşamış ve hayata tatbîk etmiştir. O(sav)’nun hayatı hüve hüvesine yaşanmış bir kur’ân’dır. O(sav), yaşayan Kur’ân ve bürhan-ı natıktır. Onun içindir ki her asır problemlerine saadet asrından dersler almak durumundadır ki isâbet edebilsin ve sıkıntılar aşılabilsin. Bu nedenle de Uhud Savaşı’nda yaşanan olaylar da derslerle doludur.

Bilindiği gibi Uhud Savaşı okçular hâdisesi ve Efendimiz (sav)’in mübârek dişinin kırılması cihetiyle çok önem arz eder. Önce Uhud’da yaşanan olaylara kısaca bakalım. Uhud savaşı öncesinde istişare yapılmış ve müşriklerle savaşmak için mevki konusu karara varılmıştır. Olay şöyle gelişmiştir. Allah Rasulü (s.a.v), Uhud Savaşı öncesi ashabı ile meşveret eder; kendi görüşü Medine’de kalıp müdafaa harbi yapma istikametindedir. Ancak, yapılan istişare sonucu, Medine’nin dışına çıkılarak taarruz harbi yapılmasına karar verilir. Bu karar gereği Nebiler Serveri (s.a.v) Uhud’a gider. Allah Rasulü Uhud’a çıkarken orada 70 kişinin şehid verilmesi değil; Medine’de taş taşın üstünde kalmayacağını bilseydi, meşveretin hakkını vermek için yine çıkacaktı. Çünkü istişare Allah’ın bir emriydi ve isâbet edilmese dahi mes’uliyeti yoktu.

Efendimiz (sav) elli kişilik ashab grubunu Uhud’da bir boğazı tutmaları için vazîfelendirir. Onlara çok önemli tavsiyelerde bulunur. Hatta ”Bizim cesetlerimizi kargaların kaldırdığını dahi görseniz bu boğazı terk etmeyin.” buyurur. Okçular boğaza giderler ve savaş başlar. Müşrikler dağılmış, müslümanlar ise gâlib durumdadır. İşte şiddetli imtihân burada başlar okçular için. Elli kişilik gruptan büyük bir kısmı, kırk kişiye yakın sahâbî müslümanlar gâlib geldiler, gidelim ganimetlerden bizler de pay alalım düşüncesine kapılarak diğer kardeşlerinin uyarılarına aldırmayarak boğazı terk ederler. Geriye kalan on kişiye yakın sahâbî ne olursa olsun bu boğazı terk etmeyeceğiz, çünkü Efendimiz(sav) bize böyle emretti derler; duruşlarını ve sadakatlerini böylece korurlar.

Düşman dağılmıştır ancak o zamanlar düşman saflarında olan askerî ve siyâsî bir deha olan Halid bin Velid hep o boğazı gözlüyordur. Okçuların büyük kısmının orayı terk etmesiyle arkadan bir kuvvetle dolanarak, kalan okçuları şehit etmiş ve kaybedilmiş olan savaşı kendi lehlerine çevirmiştir. Müslünamlar ise kazanırken kaybetmişler ve stratejik hatalar yapmışlardır. Hatta Efendimiz(sav)’in mübârek dişi kırılmış ve savaşta yaralanmıştır.

Bu hâdiseden alacağımız dersler olmalıdır. Acaba bu zamanımızın boğazlarını tutan okçuları konumunda olan Müslümanlar, dünyevî ganimetlere mi koştular ki umûmî musîbeler ve sıkıntılar yaşıyor? Bu asırda Kur’ân’ın mânevî dersleri ve prensipleri olan Risâle-i Nûr ölçüleri ile gösterilen boğazlarda sadâkatle durulması gerekirken, acaba dünyevîleşerek bizler de mi bu asrın ganimetlerine hamlediyoruz ve koşuyoruz? Enfüsî boyuttaki tefekkürlerimizde bu açılımları da düşünmek ve Uhud’dan günümüze ince dersler çıkarmak durumundayız. Rabbim bizleri, şehit olmak pahasına ve Allah Rasulü (s.a.v)’ne sadâkatte Uhud boğazını terk etmeyen okçuların duruşunu yapan kullardan eylesin.

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir