Hayât-ı Beşeriye Bir Bataklığa Girdi (2)

catsHayât-ı beşeriye bir bataklığa girdi (2)

Bediüzzaman Hazretleri “Kur’ân-ı Hakîmin hizmeti, beni şiddetli bir surette siyâset âleminden men etti. Hattâ düşünmesini de bana unutturdu.”1 der. Çünkü “Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi.”2 tesbiti bu noktaya işaret eder. Bu bataklıktan beşeriyeti sahil-i selâmete çıkarmanın çaresini yine Kur’ân-ı Hakîm göstermektedir. Böyle bir zamanda siyâset topuzu ile hareket etmekten Kur’ân ehl-i imânı men etmiştir. Ayrıca “Risâle-i Nur’daki şefkat, hakîkat, hak, bizi siyâsetten men etmiş. Çünkü mâsumlar belâya düşerler; onlara zulmetmiş oluruz.”3 Hem de “Husûsan ihtilâle sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir.”4 Siyâset tarafgirliği ise ihtilâle sebebiyet veren vaziyetleri genişletiyor. Hâdisat-ı âlem buna şahittir. Ayrıca “bu gaflet zamanında, husûsan tarafgirâne mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevi âlet hükmüne.”5 getirdiğinden Kur’ân şu zamanda siyâset metodu ile mücâhede yoluna izin vermiyor.

Öyleyse hayat-ı beşeriye girdiği bu bataklıktan nasıl çıkacak? Beşer bu yolda boğulmaktan nasıl kurtulacak? Bediüzzaman Hazretleri “Bunun çare-i yegânesi nûrdur, nûr göstermektir ki, kalbler ıslâh olsun, îmânlar kurtulsun.”6 diyerek hakîkî yolu göstermektedir. İşte reçete budur. Bu zamanın çare-i yegânesi nûr göstermektir. Çünkü âhirzamanda dinsizliğin iki cereyan-ı azîmesi kalbleri bozmuş ve îmânları zedelemiştir. Hatta bu cereyanlar ehl-i imânın kuvvetli efkârı içine girmiş, bozmuş ve zehirlendirmek için dessâsâne çalışmıştır. Bu ejderhanın imânın erkânına ilişmesine mukabil Kur’ân dersleri ve nûrları ile yani imân-ı tahkikî kılıcıyla îmânlar kurtarılmalıdır. Çünkü Kur’ân-ı Hakîm “dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakîkati gözlere gösterecek derecede kuvvetli burhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’ân’dan çıkacak diye haber verip bir lem’a-i i’caz gösterir.”7 Böylece Risale-i Nur, “dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun (Kur’ân’ın) mânevî elmas kılıcı, maddî kılıçlara ihtiyaç bırakmıyor.”8 Bu sırr-ı azîm içindir ki, Risale-i Nur şakirtleri dünya siyâsetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar.9 Bediüzzaman Hazretleri ”Eğer siyâset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden dahâ fenadır.”10 tesbitini aktarıyor. Eğer nûr hizmeti yerine, siyâset topuzu ile harekete geçilse ve kalbler siyâset metodu ile ıslâh edilmeye çalışılsa ve galip de gelinse münafıkane ve aldatmak ile iş gören ahirzaman cereyanları dahâ da şirretleşecek ve kendisini dahâ da gizleyip nifaka inkılâb edecektir. Ehl-i İslâm bu tuzaktan ne yazık ki kurtulamıyor ve siyâset topuzu ile sünnetullah ve âdetullaha muhalefet ederek daha şiddetli musîbetlere giriftar oluyor. Defalarca denenmiş olan siyâset topuzu metodu her defasında ehl-i imâna büyük bedeller ödettiği halde, halen sünnetullaha aykırı olan bu metodun istimal edilmesi akıl kârı değildir.

“Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslâh etmez.”11 diyerek devam eden Bediüzzaman Hazretleri kesinlikle siyâset topuzuyla (yoluyla) bu mücahedenin olmayacağını açıkça belirtiyor. Siyâset tarzı yani ahirzaman fitnelerini siyâsetle mağlûp etme yolu bu zamanda kalbi ıslâh etmez. Bu hakîkati esâsında haber veren Efendimiz’dir (asm). Üstâd da bu habere istinaden bu zamanın mücahede metodunu ortaya koymuş ve tam bir Peygamberî duruş sergilemiş ve sünnetullaha uymuştur.
Bediüzzaman Hazretleri “Hem nûr, hem topuz, ikisini bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nûra sarılmaya mecbur olduğumdan, siyâset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.”12 der. Buraya göre de ikisi bir arada olmuyor. Yani din adına girişilen siyâset metodu ya da devleti önceleyerek kalbleri ıslâh ve îmânları kurtarma yolu geçersizdir. Çünkü bu yol hem meşkûk, hem de sünnete ve Kur’ân’a uygun değildir. Öyleyse ne yapılmalıdır? Bu noktanın izahına On Üçüncü Mektub’dan devam edelim: “Bir nûr göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir.  Ben bakıyorum ki; yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor.”13 Evet, bîçare ve yüzde seksen mütehayyir olanları kurtarmak için, yüzde seksen adamın o bîçare ve mütehayyirleri kurtarmak için topuz (siyâsetle irşad ve ihya) metodu kullandığı tesbiti insanı hayrette bırakıyor. İşte ehl-i imânın aldandığı ve yanlış bastığı nokta burası olmalıdır. “Halbuki o bîçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nûr gösterilmiyor. Gösterilse de; bir elinde hem sopa, hem nûr olduğu için emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam ‘Acaba nûrla beni celbedip, topuzla dövmek mi istiyor?’ diye telâş eder. Hem de bazan ârızalarla topuz kırıldığı vakit, nûr dahi uçar veya söner.”14 Burada üstünde durulması icab eden bir nokta da “bir elinde hem sopa, hem nûr” olmasıdır. Yani ehl-i dinin hem siyâset, hem de imân hizmetini birlikte yapmasıdır. Bütün ümidini topuza havale eden ve fütuhat ve fereci siyâsetten bekleyenleri ise çok büyük tehlike bekliyor. Çünkü zaman zaman siyâset topuzu dâhilî ve hâricî cereyanların karıştırması ve müdahalesi ile kırılıp dağıtıldığında nurun dahi uçması büyük bir handikaptır. Hâlbuki sadece Kur’ân nurlarına çalışanların böyle bir problem ve inkisar-ı hayale düşmesi mümkün değildir. Çünkü onların hizmeti sadece ve sadece nurdur ve Kur’ân hakikatleri ile yüzde seksen o bîçare ve mütehayyirlerin ebedî hayatını kurtarmaktır. Dâvâları siyasî ve dünyevî olmadığı için mütehavvil siyâset cereyanlarının arızaları onlara etki etmez. Onları geniş dairenin cazibedâr ancak ehemmiyetsiz hâdiseleri etkilemez ve gelişen siyâsî ve içtimâî keşmekeşlikler onları inkisâr-i hayale uğratmaz.
Konuya farklı noktalardan devam edeceğiz inşâallah.

Dipnotlar:
1- Mektubat, s: 82.
2- Mektubat, s: 82.
3- Şualar, s: 464.
4- Emirdağ Lâhikası, s: 83.
5- Emirdağ Lâhikası, s: 82.
6- Lem’alar, s: 268.
7- Şualar, s: 424.
8- Şualar, s: 424.
9- Şualar, s: 424.
10- Lem’alar, s: 268.
11- Lem’alar, s: 268.
12- Lem’alar, s: 268.
13- Merktubat, s: 83.
14- Mektubat,s: 83.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir