Îmân Hizmeti ve Âhirzamân

Bedîüzzamân Hazretleri’nin bütün gâyesi insana ta’lîb olmak, insanın îmânını ve ahiretini kurtarmaktır.

Ancak bu âhirzamân asırda dehşetli dinsizlik cereyanları öncelikle müslümanların îmânını ve i’tikâdını kırmış ve zayıflatmıştır.

Bu zaaf-ı îmân ile sekerât anında bir insanın kurtulması ve îmân ile kabre girmesi çok zordur. Bu nedenle olsa gerek Meyve Risâlesi, Dördüncü Mesele’de; “Herkesin, îmân mukâbilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâkî ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer îmân vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?” denilmiştir.

Öyleyse bütün mesele şudur: “Bu asırda din ve İslâmiyet düşmanları, evvelâ îmânın esâslarını zayıflatmak ve yıkmak plânını, programlarının birinci maddesine koymuşlardır. Husûsan bu yirmi beş sene içinde, tarîhte görülmemiş bir halde münâfıkane ve çeşit çeşit maskeler altında îmânın erkânına yapılan sûikastlar pek dehşetli olmuştur, çok yıkıcı şekiller tatbik edilmiştir.

Halbuki, îmânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruatında yapılan lakaytlıktan pek çok defa daha felâketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki; şimdi en mühim iş, taklidî îmânı tahkikî îmâna çevirerek îmânı kuvvetlendirmektir, îmânı takviye etmektir; îmânı kurtarmaktır. Herşeyden ziyade îmânın esasatıyla meşgul olmak kat’î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet haline gelmiştir. Bu, Türkiye’de böyle olduğu gibi, umum İslâm dünyasında da böyledir.

Evet, temelleri yıptarılmış bir binanın odalarını tamir ve tezyine çalışmak, o binanın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için, dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi?

İnsan, saray gibi bir binadır, temelleri erkân-ı îmâniyedir. İnsan, bir şeceredir, kökü esâsât-ı îmâniyedir. Îmânın rükünlerinden en mühimmi, îmân-ı billâhdır, ‘a îmândır. Sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, îmân ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şâhı ve padişahı, îmân ilmidir.

İmân, yalnız icmâlî bir tasdikten ibâret değildir. Îmânın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir îmân, hususan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî îmân ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî îmânı elde eden bir kimsenin, îmân ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruz kalsa, o kasırgalar bu îmân kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî îmânı kazanan bir kimseyi, en dinsiz filozoflar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.(Konferans)”

Bedîüzzamân Hazretleri bütün gayreti ile öncelikle sağlam bir îmân inşâ’ edilsin istiyor, namazda tembellik gösterenlere de öncelikle farz namazı kılmalarını söylüyor ve onları îmân zaafından nefis ve şeytanın istifâdesini azaltıyor ve îmân-ı tahkikiden sonra sünnetinde takviyesine o insanın devam edeceğine inanıyor olmalı ki böyle bir yol muhakkak bu ahirzamanın yarı fetret bir asrında daha istikametli görünüyor. Madem Bedîüzzamân Hazretleri âhirzamânın en büyük müçtehidi ve en büyük müceddidi ise bu tavsiye de muhakkak Kur’ânî ve sünetîdir. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. (Kastamonıu Lâhikası – Mektup No: 77)

Bugünlerde, Kur’ân-ı Hakîmin nazarında, îmândan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır.(Kastamonıu Lâhikası – Mektup No: 105 )

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir