Kâinat sarayının ameleleri ve balarısı

“Senin Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin.[1]”

“Evet, balarısı, fıtratça ve vazîfece öyle bir mucîze-i kudrettir ki, koca Sûre-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş. Çünkü, o küçücük bal makinesinin zerrecik başında onun ehemmiyetli vazîfesinin mükemmel programını yazmak ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde zîhayat âzâları tahrîb etmek ve öldürmek hâsiyetinde bulunan zehiri o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek, nihayet dikkat ve ilimle ve gayet hikmet ve irâde ile ve tam bir intizam ve muvazene ile olduğundan, şuursuz, intizamsız, mizansız olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar.[2]”

“Semâvat ve arzın Mâlik-i Zülcelâli ve dünya ve âhiretin Bâni-i Zülcemâli olan Rabbü’l-Âlemîn-değil ihtiyaç için, çünkü herşeyin Hâlıkı Odur; belki izzet ve azamet ve rubûbiyetin şuûnâtı gibi bazı hikmetler için-şu kâinat sarayında, şu daire-i esbâb içinde, hem melâikeyi, hem hayvânâtı, hem cemâdat(cansızları) ve nebâtâtı(bitkileri), hem insanları istihdâm ediyor, onlara ibâdet ettiriyor.[3]” Bunlardan kâinat sarayının bir kısım amelesi de, hayvânlardır. Hayvânlar dahi, iştiha sahibi bir nefis ve bir cüz-ü ihtiyârîleri yani Cenâb-ı Hak tarafından onlara verilen serbest olma ve dilediği gibi hareket edebilme kuvveti olduğundan, amelleri halis olarak Allah için olmuyor. Bir derece nefislerine de bir hisse çıkarıyorlar. Onun için mülkün, celâl ve ikram sahibi olan mâliki Allah, kerîm ve ikram sahibi olduğundan, onların nefislerine bir hisse vermek için, amellerinin karşılığında onlara bir maaş ve lezzet ihsân ediyor. Onlar için de birer cüz’î ücret hükmünde birer husûsi lezzet ve zevk, hizmetlerinin içinde yerleştirilmiştir. O zevk ile terbiye edici olan Allah’ın san’atındaki mühim gâyelere hizmet ediyorlar. Demek ki Allah’a ait hizmetlerde bulunan bu hayvânların birer cüz’î maaşları vardır. O maaşlar onların yaptıkları vazîfelerden aldıkları lezzet ve zevklerdir.

Kâinat sarayında hizmet eden hayvânlar, mükemmel bir itaat ile yaratılış emirlerine uyup, fıtratlarındaki gâyeleri güzel bir cihetle ve Cenâb-ı Hakkın namıyla ortaya koyarak, hayatlarının vazîfelerini güzel bir tarzla, Cenâb-ı Hakkın kuvvetiyle işlemekle elde ettikleri zikirler ve ibâdetler onların hediye ve selamlarıdır ki, sonsuz büyüklük sahibi ve benzeri olmayan şeyleri yaratan ve hayatı veren ve koruyan Allah’ın dergâhına o vazîfelerini takdim ediyorlar.

Bitkiler ve cansız mahlûkatın cüz-ü ihtiyârîleri olan seçme ve mükellefiyet sorumlulukları olmadığı için, maaşları yoktur. Amelleri ve fiilleri halis olarak Allah için, Allah nâmına, Allah aşkınadır ve Cenâb-ı Hakkın irâdesiyle ve ismiyle ve hesabıyla, güç ve kuvvetiyledir. Fakat bitkilerin gidişatlarından anlaşılıyor ki, onların vezâif-i telkih olan aşılama, cinsinin üremesini sağlama vazîfeleri ve doğuma sebep olma ve meyvelerin büyümesinde ve terbiyesinde bir çeşit lezzetleri var; fakat hiç elem ve üzüntülere mazhar değiller.

Hayvan, serbest olduğu için, lezzetle beraber elemi de var. Cansızlar ve bitkilerin amellerinde seçme iradesi olmadığı için, eserleri ve meyveleri de, irade sahibi olan hayvanların amellerinden daha mükemmel oluyor. İhtiyar ve irade sahibi olanların içinde, arı emsali gibi vahiy ve ilhâmla nurlananların amelleri, cüz-ü ihtiyarîsine ve iradesine güvenen insanların amellerinden daha mükemmeldir

Câ-yı dikkattir ki: Cüz’î bir ihtiyarın vasıtası ile akıl eseri bir insan şehri, intizamca semere-i vahiy yani vahyin neticesi, vahyin meyvesi bir arı kovanındaki cemaate yetişmez. Ve arıların meşher-i san’atı ve sanat eserlerinin teşhir edildiği yer bir petek hücre odaları şehri, bir nar ve gülnardan intizamca geridir. Demek kâinattaki câzibe-i umûmiye hangi kalemden akmışsa, cüz-ü lâyetecezzâdaki küçücük cazibeler o kalemin noktalarıdır.[4] Meselâ arının kanatçıklarına ve zehirli iğnesine ve dikenli çiçeklerin süngücüklerine ve çekirdeklerin sert kabuklarına bak ve hafîziyet ve hâfiziyet-i Rabbâniyenin letafetli cemâlini gör.[5]

Evet, bir arının küçük kafasında, kâinat bahçesindeki çiçekleri tanıyacak ve ekser çeşitleriyle münasebettar olacak ve bal gibi bir rahmet hediyesini getirecek ve dünyaya geldiği günde hayat şartlarını bilecek derecede bir becerisi, bir kabiliyeti, bir cihazı koyan Zat, elbette bütün kâinatın Hâlıkı olan Allah olabilir. Öyleyse, Allah arının vazifesine ait miktarları (vahiy ve ilhâm ile) bir tezkerede yazmış, arının başındaki dimağına koymuştur. O dimağa vahyedilen tezkerenin ve sandukçanın anahtarı da, vazifesine düşkün arıya has bir lezzettir. O lezzet ile arı yeryüzü sayfasındaki çiçeklere sevk olunur ve ona ilhâm edilir ve gider o çiçeklerden bal özünü toplar. İşte o lezzet ile arı dimağındaki sandukçayı açar, programını okur, emri anlar, hareket eder,”Rabbin balarısına ilhâm etti.[6]” âyetinin sırrı anlaşılmış olur. Öyleyse ”mübarek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlâhî ile ihsan eder, yedirir.[7]”

Bilim adamlarının araştırmalarına göre; balarısının beyni toplu iğnenin başı büyüklüğünü geçmediği halde bir milyona yakın hücre ihitva etmektedir. Bilim adamları, arının bal işlemini meydana getirinceye kadar olan süreçte bu zor ve karmaşık işi nasıl sürdürdüğünü ve düzen içinde nasıl yaptığına hayret etmekteler. Bu sebeple arının, bütün bu işleri yapabilmesi için henüz yaratılmadan önce beyninde mutlaka özel bir bilgi ve özel bir proğramla donanımlı olması gerektiğini ileri sürerler. İşte burada Yüce Allah’ın niçin: “Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin.” dediğini idrak etmekteyiz. Bu sebeple bilim adamları, arının görevini yapabilmesi için beyninin programlanmış olması gerektiğini söylerler.[8]

Canlıların genetik şifresi olan DNA’lar, kromozomlar üzerinde yer almaktadır. Örneğin dünyanın dört bir yanındaki arıların kromozom sayısı aynıdır ve değişmez. Genellikle hayvanların dişisinde ve erkeğinde eşit sayıda kromozom vardır. Fakat arının durumu, diğerlerinden biraz farklıdır. Çünkü erkek arı 16 tek kromozoma, dişi arı 16 çift kromozoma sahiptir. İşte arı bu açıdan -kromozom sayısı bakımından- farklıdır. Bu farklılığa Kuran’da işaret etmektedir. Kuran’da “arı” anlamına gelen “Nahl” isimli sure tam 16. suredir. Aynı şekilde arı da 16 kromozomlu bir canlıdır.[9]

“Emir ve izn-i İlâhî ve havl ve kuvvet-i Rabbâniye ile, umûm hayvanatın, melâikeden bir çobanı, bir nâzırı olduğu gibi, kuş taifesinin de bir çobanı var. Onlar bilmese de, emr-i İlâhî ile ve ilhâm-ı Rabbânî ile, çobanları onları sevk eder. O sevk-i fıtrî ise, kuşlara gelen ilhâma dayanır. Kuşlar, ilhâma mazhardırlar ki, yaşı bir günlük bir arı yavrusu, havada, bir gün mesafede gider, o ilhâm-ı fıtrî ile, o sevk-i Rabbânî ile yolunu şaşırmadan dönüp, gelip yuvasına girer.[10]”

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

————————-

[1] Nahl Sûresi,16:68

[2] Şualar,2006,s:248

[3] Sözler,2004,s:565

[4] Hutbe-i Şamiye (137)

[5] Şualar,2006,s:126

[6] Nahl Sûresi, 16:68

[7] Mektubat,2005,s:612

[8] Abduldaem Al-Kaheel

[9] http://derindusun.com/tr/rabbin-bal-arisina-vahyetti.html

[10] Emirdağ Lâhikası (1),2006,s:170

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir