On Hakîkî Müttehid Adam

İttihâd; fikirlerin birbirine kaynaşması, dayanışma ve yardımlaşmada birlik aynı fikir etrafında birleşmedir. Tesânüd için ise üç elifin bir çizgi üzerinde maksatta birbirini desteklemesi, yardımlaşma ve dayanışması olarak düşünebiliriz. İttifâk ise fikirlerde birlik, fikri beraberlik veya birleşme ve söz birliği etmedir.

Mesela müslümanlar fikrî olarak ittifâk yapmalıdır. Binlerce ittifâk noktaları vardır. Ancak ittifâk ve ittihâd hüdâdadır. Fikrî birlik öncelikle hüdâda sağlanmalıdır. Çünkü; ittifâk ve ittihâd cehil ile olmaz. Hakta ittifâk, ehakta ihtilâf olduğundan öncelikle hakta ittifâk elzemdir. “Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihâd, imtizac-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr, mârifetin şua-ı elektrikiyle olur.”(Münazarat,2007,s:271,Y.A.N. )

Kalblerin birliği için imanî birlik gerekir. Sosyal hayattaki birlik için de itikadî birlik gereklidir.”Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.(Yirmi İkinci Mektup,2004,s:444,Y.A.N.) “ Bedîüzzamân gerekli izahları yapmış ve ölçüleri koymuştur. Bizim vazîfemiz o ölçüleri hayata tatbik etmek ve yaşamak olmalıdır.

İttihâd meselesine İhlâs Risâlesinden bir paragrafla devam edelim.“Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.(Lem’alar,2006,s: 165,Y.A.N.)”

Yukarıdaki ifadelerden farklı manalar ve izdüşümüler fehmediyoruz. On hakîkî müttehid yani ittihâd etmiş adamın oluşturduğu kuvvet;”Her bir adam ittihâd sırrı ile yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor ve yirmi elle çalışıyor.”Bu tarz kıymet ve kuvvet her bir ferdin kavuştuğu kıymet ve kuvvet oluyor.

Şimdi de on müttehid adamın küllî mânevî kıymet ve kuvvetine bakalım.

On müttehid adam küllî olarak;10×20=200 gözle bakıyor,10×10=100 akılla düşünüyor,

10×20=200 kulakla işitiyor,10×20=200 elle çalışıyor; manevi kıymet ve kuvvet derecelerine çıkıyorlar. İşte ittihâdda mükemmel bir kuvvet ve kıymet. Şahs-ı mânevînin tezahür sırrı herhalde bu olmalı.

Bu sırda on müttehid adamanın maksatta birlik, iştirak-i âmal-i uhrevîyede sırr-ı ihlâs ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesanüd ve sırr-ı ittihad ile teşrikü’l-mesâi sırlarının tezahürü ile oluşturdukları şahs-ı mânevinin manevi kuvveti daha net olarak anlaşılmış oluyor.

Şimdi münferid olarak bir kişi bir akılla düşünürken ittihad neticesinde on akılla düşünüyor ve on adamın ittihadı ile ise yüz akılla düşünülmüş olması şahs-ı mânevinin ne kadar kuvvetli ve şahs-ı mânevi-i dalalet karşısında ne kadar sarsılmaz bir güç olduğu anlaşılıyor.

Bedîüzzamân buna şöyle işaret ediyor.”Halbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur.”( Mektubat ,2004,s:744,Y.A.N. )

Bu manaların hayatımıza yansıması için şahsi hareket ve cesaretten kaçınarak on hakiki müttehid adamın kıymet, kuvvet ve derecesine kavuşmak mecburiyetindeyiz. Şahsen çok zeki ve dahi hatta haklı da olsak on hakiki müttehid adamın kıymet ve kuvvetinden çok geride kalacağımız malumdur. Risâle-i Nûr davası nefislerin hesaplaşması ve çarpışması davası değil nefislerin terbiyesi davasıdır. Kim ki Risâle-i Nûr dâvâsında ucuz hesaplar içersine girmişse buna hepimiz dâhiliz en büyük vartaya düşmüşüz demektir. Risâle-i Nûrlardaki ihlas, sadakat ve tesanüd sıfatlarına zarar verecek fiillerden azami derecede uzak durmamız gerekiyor. Eğer bu vasıflara zarar dokunacak fiiller işliyorsak Üstadımıza söz verdiğimiz ihlâs, sadakat ve tesanüd sıfatlarımızı yaraladığımızı düşünüyorum. En önemlisi de ittihad ve tesanüd sırrı hakikatine muhalefettir diyorum. O zaman “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider.”( Enfâl Sûresi, 8:46)” ayetindeki ikaza da muhatap olmuş oluruz. Buna ise hiç birimizin hakkı olmadığı kanaatindeyim.

Son sözler asrın sahibi olan Nûr Üstad’dan;” Aziz kardeşlerim, Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enâniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır. ( On Üçüncü Şua,2005,s:494,Y.A.N.)”

“Kardeşlerimden ricâ ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “Haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.(Lem’alar,2005,s:637,Y.A.N.)”

İşte Bedîüzzamân farkı, işte Bedîüzzamân ’a muhatap olmanın bizlere getirdiği çok ince ve önemli sorumluluklar.

Bakınız nesl-i âtiye yani bizlere Üstad nasıl sesleniyor.“Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.(Münazarat,2007,s:339-40)”

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir