Zat ve sıfât-ı ilâhi

Sıfât-ı ilâhiye, “Allah Teâlâ’nın sıfatları” veya “ilâhî sıfatlar” demektir. Allah Teâlâ, kemal sıfatların hepsiyle muttasıf olup, bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve berîdir.

            Bir adamda hattatlık sıfatı vardır. Bu sıfat hattatın aynı mı? Elbette değil, ancak gayr da değil. Hattat olmasa hattatlık sıfatı da olmaz. Öyleyse sıfat zattandır, ancak zatın aynı olmadığı gibi gayrı da değildir. İşte sıfât-ı İlâhiye de, Zat-ı İlâhiyenin ne aynıdır, ne de gayrıdır.

Bir başka ifadeyle güneşin ışığı güneşin aynı değildir. Ama gayr da değildir. Güneş olmadan ışık olmaz. Işık güneşi istilzam eder, ancak ışık bizzat güneş değildir. Işık güneşin sıfatıdır.

Görme gözün aynı değil. Gayr da değildir. Çünkü göz olmadan görme olmaz. Tat, elmaya ne ayndır, ne de gayrdır. Bunlar zat ve sıfatı anlamak için birer temsildir. Mirsâd-ı tefekkürdür. Hakikate çıkmak için birer merdivendir.

            Bu hakîkate binâen “Fâilsiz bir fiil ve müsemmâsız bir isim mümkün olmadığı gibi, mevsufsuz bir sıfat, san’atkârsız bir san’at dahi mümkün değildir.”[1] Demek, herbir mevcut taşıdığı yüzler, bu çeşit sıfatlar lisânıyla, Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun yüzler Esmâ-i Hüsnâ’sına şehadet ederler. Bu şehadetler kabul edilmezse, mevcudatın bütün bu çeşit sıfatlarını inkâr etmek lâzım gelir.

            Bu temsillerle Cenâb-ı Hakk’a bir cihetten bakılabilir. Fakat bunlarla hâşâ(!) Cenâb-ı Hakkın esması anlaşılmaz. Çünkü meşiet ve irâde-i İlâhiyye ahvâl-i kâinatla müteesir olmadığı gibi, sıfat-ı İlâhiyye içinde eşyanın tesirinin hiç ve asla mevzu olmadığı da bir hakîkattir. Onun için temsil, tasviri teshil ettiğinden, temsilâtla bu gàmız noktayı tefhime çalışabiliriz. “İşte, Vâcibü’l-Vücudu mümkinata kıyas etmek, kıyas-ı maalfârıktır.”[2]

            Kıyasın şartlarından biri de muadelettir, yani denkliktir. Mantıkta bir kaide: Bir ârifle, âmî Müslüman da kıyasa girmez. Meçhulü(bilinmeyeni) malumla(bilinenle) kıyas; kıyâs-ı hâdi’dir. Yani aldatıcı kıyastır. Okyanusun derinliklerindeki bir balık sohbetin, ilmin zevkini alabilir mi? Elbette alamaz. Öyleyse kıyas hakikati anlamaya bir basamak ve merdivendir. Aralarında muadelet/denklik olmalıdır. Yoksa hadden bir tecavüzdür.

            Risale-i Nur mütalâa edilse ilm-i kelâmın en müşkül meselelerini hallettiği görülecektir. İmânın şek ve şüphelerden kurtulması çok büyük bir makamdır. Risâle-i Nur’daki bütün temsîlât ve teşbîhât, mesel ve temsîl nev’indendirler. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın şuûnât-ı kudsiyesine mesel ve temsil sûretinde bakılabilir. Fikr-i beşer gâyet derin ve ince ve gâyet yüksek ve geniş olan hakîkatlere ve sırlara, ancak bir temsil dürbünüyle ve mesel rasadıyla bakabilir. Yoksa Cenâb-ı Hakkın Zât ve sıfâtında misil ve misâli yok. Fakat mesel ve temsille bir derece şuûnâtına bakılabilir. Temsîlât-ı maddîye ile o sırra ve sırr-ı ehadiyet ve samediyete işâret edilebilir. İnâyet-i İlâhiyenin iktizâsı üzerine, hakàik, temsîlâtla tasvîr edilir. Hem Kur’ân’da gâyet derin meseleleri temsîlâtla ve teşbîhâtla avâma ders veriyor. Risale-i Nur’da da Kur’ân’a iktidâen temsîlâtla kâfî beyanat vardır. Hem de temsîl, tasvîri teshîl ettiğinden, temsilâtla çok gàmız noktalar ve meseleler akla yaklaştırılmaktadır. Çünkü hem Kur’ân hem de O’nun mânevî bir tefsîri olan Risâle-i Nûrlar, hakàik-i gàmıza-ı İlâhiye ve esrâr-ı Rabbâniyeyi müteşâbihât sûretinde bir kısım teşbîhât ve temsîlâtla en ümmî bir âmîye de ifhâm eder ve anlaşılmasını kolaylaştırır.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Şualar, s.169(2017)

[2] Muhakemat, s.131(2017)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir