Ülfet

Ülfet, insanlarla ahenk içinde olmak, imtizaç etmek, barış içinde yaşamak anlamında ahlâkî bir mefhumdur. Alışmak, alışkanlık kazanmak, huy edinmek olarak da bilinir. Gazzâlî’ye göre ülfet güzel ahlâkın, ayrışmak kötü ahlâkın neticesidir. Güzel ahlâk karşılıklı sevgiyi, kötü ahlâk nefretleşmeyi, kıskançlığı doğurur.[1] Bir başka açıdan ülfet “dostluk ve arkadaşlık kurmak, cana yakın olmak veya münâsip kimselerle güzel bir şekilde görüşüp konuşmak” anlamında bir kelimedir. İnsanlar cemiyet içinde yaşadıkları için birbiriyle tanışıp görüşmeye, iyi geçinmeye mecburdurlar.”[2] Bu mânâlar ülfetin insanlar arasındaki münasebetlerini ifade eder.

Zaman âhirzaman olunca…

Zaman âhirzaman olunca her şeyin mâhiyeti değişebiliyor. Bu acîb asırda dehşetli bir aşılamak ve şırıngayla ülfet ve ünsiyet hastalığının ârız olmuş olduğu görülüyor. Bu hastalık sârî bir illet gibi mâneviyatı tehdit ediyor. Ülfet de bu asırda tehlikeli bir alışkanlık ve mânevî bir hastalık olarak önümüzde duruyor. İnsanı hak ve hakîkate karşı kör, sağır ve bîgâne hâle getirebiliyor. Bediüzzaman da ülfetin alışmak, kaynaşmak ve ünsiyet etmek mânâlarının dışında kâinatta Rabbimizi bize tanıttıracak tefekkürî bakışa engel olan mânâsında da kullanmıştır. Buna binâen ülfetin müsbet mânâsından başka bir de manfî mânâsı vardır. Bunun içindir ki Bediüzzaman bu arsın mânevî bir hastalığı olarak ülfeti eserlerinde bu mânâda da kullanmıştır. Ülfet hakîkate mülâkî olmaya mani kalın bir perdedir. Aynı zamanda ülfet, cehl-i mürekkebi (bilmediği halde bildiğini zannetmeyi) tazammun eder. Cehl-i mürekkeb hakîkate mani ve hakîkatin üstüne serilmiş kalın bir perde, bir çuldur. Şu halde, beşerin menfî ülfet gibi malûmatının temelinde bir çeşit bozukluk ve fesâd vardır. Bu asırda ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet; ülfet, âdet ve yeknesaklık perdesiyle saklayıp, çok hakîkatleri gizliyor ve görmek istemiyor. Bundan dolayı “Cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet, mübalâğacıların gözlerini kapatmıştır.”[3]

Ülfeti, ilim telakkî etmek…

“İnsanları fikren dalalete atan sebeplerden biri; ülfeti, ilim telakkî etmeleridir. Yani melûfları olan  [önceden beri alışageldikleri] şeyleri kendilerince malûm bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata [sıradan zannettikleri şeylere]  teemmül edip [dikkatle düşünüp] ehemmiyet vermezler. Halbuki ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer hârika ve birer mu’cize-i kudret oldukları halde, ülfet sâikasıyla [sevkiyle] onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde [üstünde] olan tecelliyât-ı seyyâleye [akıp duran tecellilere) im’an-ı nazar edebilsinler (dikkatle bakabilsinler]. Bunların meseli [hâli] deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sâir garib hâlâtına [hallerine] bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husule gelen dalgalara ve şemsin şuaatından [güneşin ışıklarından]  peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlik-ül Bihâr [denizlerin sahibi] olan Allah’ın azametine [büyüklüğüne] delil getiren adamın meseli [hâli]  gibidir.” [4] Çünkü ülfet insana menhus bir lezzet veriyor. Bu lezzet vesilesiyle “Masiyete [günahlara] devam eden, ülfet peyda eder, sonra ona âşık ve müptelâ olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir.”[5] “Ma’siyet içinde devam edip giden bir fâsık, o ma’siyetle bir ülfet peydâ edip tiryâki olur ki; emel gibi panzehir zannettiği şeylerin aynısı, ona dâimî zehir olurlar. İşte bu vaziyette olan bir insan, ma’siyeti terketmek, ona çok ağır gelir. Ve bu hâlin neticesi olarak o adam, kendisini bekleyen bir ikábın olmamasını temenniye başlar. Bu da devam ede ede, tâ azâbın inkârına ve dâr-ı ikábın reddine kadar gider.”[6]

İnsanı hayrette bırakan kâinattaki hârikalığı gizleyen perdeye ‘ülfet perdesi’ denir. Bu perdenin gizlemesi neticesinde, akılları hayrette bırakan mucîze, sathîleşiyor, sıradan bir vaziyet alıyor. O halde ülfet perdesi hakîkatlerin üzerini örten kalın bir perdedir. Eskiden “tabiat” şimdi de “doğa” olarak tesmiye edilen şey aslıda ülfet perdesinin değişik isimleri olarak addedilebilir. Ülfet perdesini yırtan ve parçalayan sır tefekkürdür. Kâinata mana-i harfî ile bakmaktır.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/ulfet (Mustafa Çağrıcı)

[2] https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/ulfet

[3] Muhakemat, s.58, Y.A.N.İstanbul 2017

[4] Mesnevi-i Nuriye, s.215, Y.A.N.İstanbul 2017

[5] Mesnevi-i Nuriye, s.140, Y.A.N.İstanbul 2017

[6] Mesnevi-i Nuriye, A.Badıllı, s.271, Üçelmas Yayıncılık, İstanbul 2022

“Ülfet” için 1 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir