Bedîüzzamân ve Nesl-i Cedîd

Bediüzzaman, Nesl-i Âti’ye sesleniyor!

Gençler, toplumların istikbalde yükünü omuzlarında taşıyacak olan yegâne insan potansiyelidir. Gençliği sağlam toplumlar, istikbale daha sağlıklı bir ümitle bakar. Bediüzzaman, gençler için Gençlik Rehberi eserini te’lif ederek verdiği önemi göstermiştir. Gençler, Risale-i Nur’un “Gençlik Rehberi gibi keskin kılınçlarıyla mukabele etmeleri lâzımdır ve elzemdir. Yoksa o biçare genç, hem dünya istikbalini ve mesud hayatını, hem ahiretteki saadetini ve hayat-ı bakiyesini azaplara, elemlere çevirip mahveder ve sû-i istimal ve sefahetle hastahanelere ve hissiyatlarının taşkınlıklarıyla hapishanelere düşer. İhtiyarlığında eyvahlar, eseflerle çok ağlayacak. Eğer terbiye-i Kur’aniye ve Nur’un hakikatleriyle kendini muhafaza etse, tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mes’ud bir müslüman ve sair zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.”[1] Yine Bediüzzaman “Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sûreten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camie dâvet ediyorum. İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz! Ta ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!”[2]şeklinde seslenerek istikbal nesli olan nesl-i âtinin kapısında durulmamasını istiyor.

Risale-İ Nur’a Herkesten Ziyade İştiyak Gösteren, Mâsum Gençler ve Çocuklar

Hakikaten Bediüzzaman, on dördüncü asr-ı Muhammedînin ve yirminci asr-ı Milâdînin minaresinin tepesinde durup, muasırları olan ehl-i İslâm ve insaniyete bağırıyor ve bu asrın arkasında dizilmiş ve müstakbel sıralarında saf tutmuş olan nesl-i âti (Haşiye) ile bir mürşid-i âzam, bir müceddid-i ekber olarak konuşuyor. (Haşiye):Risale-i Nur’a herkesten ziyade iştiyak gösteren, mâsum gençler ve çocuklardır. Binler nûmunesinden bir nûmunesi şudur: Bir zaman, Bolvadin kazasından geçerken, Üstadın geldiğini gören ilk ve orta mektep talebeleri, bilâ-istisna hepsi mektebin bahçesinden çıkarak arabanın etrafını alıp selâm veriyorlardı ve lisân-ı hâlleriyle “Hoş geldiniz” diyerek tebriklerini ve minnettarlıklarını takdim ediyorlardı. Bunun hikmetini, bir müddet evvel Emirdağı’nda, bindiği faytonun geçtiğini görüp tâ uzaklardan dikenlere basarak “Bediüzzaman dede, Bediüzzaman dede!” diye Emirdağ köylerinin yollarında koşuşan mâsum çocuklar münasebetiyle, Üstadımızdan sormuştuk. O zaman, “Bu mâsumların akılları derk etmiyor; fakat ruhları bir hiss-i kablel-vuku ile hissediyor ki, Risale-i Nur’la bunlar hem imanlarını kurtaracak; hem vatanlarını, hem kendilerini, hem istikballerini dehşetli tehlikelerden muhafaza edecekleri için bu hakikati kalbleri hissetmiş. Ve benim Risale-i Nur’un tercümanı olmam hasebiyle, Risale-i Nur’a ait muhabbet, teşekkürat ve minnettarlığı bana gösteriyorlar” dedi ve onlara duâ ettiğini söyledi. Üstad Bediüzzaman, çocukları pek sever, böyle etrafında toplandıklarında, “Mâsum olduğunuz için duâlarınız makbuldür, bana duâ ediniz” diye onlara iltifat ederdi. İşte, anneleri hep Nur talebeleri olan Bolvadin mâsumlarının samimî alâkalarının sebebi bu idi.[3]

Bediüzzaman Müstakbeldeki İnsanlarla Konuşuyor

Bediüzzaman, içinde bulunduğu zor şartlara rağmen, geleceğe hep ümitvar olarak bakar. Bediüzzaman’ın yaşadığı o yıllar, İslâm dünyasının sürekli yenilgiye uğradığı, paramparça olduğu; topyekûn bir gerilemenin ve üst üste gelen karanlıkların yaşandığı bir dönemi gösteriyordu. Fakat o, çok şiddetli bir kışı andıran bu şartlar altında bile, İslâm dünyasını bekleyen bahar-misal geleceği hissediyor, ortaya çıkacak olan istikbal asrını ve o asrın tüm insanlığa getireceği hakiki mutluluğu, ilerlemeyi ve medeniyeti âdeta görüyor gibi müjdeler veriyor. Hatta bu yeniden dirilişin emareleri belirmeye başlamış, ışıltıları ve hayat belirtileri görülebiliyordu. Bediüzzaman, bu kanaatinden en küçük bir şüphe bile duymuyordu. Hatta aşiret mensuplarının onu anlama konusundaki isteksiz ve duyarsız tavırları karşısında sabrı taşmış ve onlara şöyle seslenmişti: “Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedenni dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım: Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafi-i gaybi ile bizi temaşa eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler, vesaireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini med min mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor tp nın kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tembih edeceğiz, çağırınız. Mezarımızdan “Henien Lekum!( Ne mutlu sizlere!)” sadasını işiteceksiniz. Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar, şu kitabın hakaikini hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesaili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir.[4]

Bediüzzaman’dan gençlere dersler

Bediüzzaman’ın Münâzarât eserinde nesl-i âtiye seslenmesi bizi gençler ile ilgili bir değerlendirmeye sevk etti. Gençler, nev-i insanın üçten birisini teşkil eden, potansiyel istidatları olan, enerjileri ve emelleri galeyanda olan insanlardır. Bediüzzaman Hazretleri “Gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez.[5] der. Âkibeti görmeyen gençlerin hevesâtları galeyândadır, hissiyatlarına mağlûpturlar, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayarak hayat-ı içtimâiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyetini tehlikeye sokarlar. “Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saâdetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer.”[6] Hakikatte ise kat’iyen “Gençlik gidecek. Sefâhette gitmişse, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i isti’mâl ile, isrâfât ile gelen evhamlı hastalıkla hastahânelere veya taşkınlıklarıyla hapishânelere veya sefâlethanelere veya mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahânelerden ve hapishânelerden ve kabristanlardan sorunuz.[7] Öyleyse milletlerin geleceğini emânet edeceği gençleri dikkate almak zorundayız. Onların gençlikten gelen hissiyâtlarının ve taşkınlıklarının önünü alabilecek çareleri acilen, özellikle Risale-i Nur ile gündeme taşımalıyız. Onların fıtratlarına derc edilen gayr-ı mütenâhî isti’dâdları, hevâdan hüdâya sevk edecek suyu vererek sulamalıyız. Hayırlı işlerde onları istihdâm etmek, teşvik etmek, isti’dâdlarına ve ilgi alanlarına uygun fa’âliyetlerde onlara yol göstermek gerekiyor.

Gençler, bu ahirzaman fitnesinin potansiyel hedefi durumundadır. Hem dünyaları, hem de âhiretleri tehlikededir. Potansiyel istidadlarını nefsî ve hevesî malayâniyata kurban ettirmemek gerekir. Ahirzaman gençlerine el atmak ve onlardaki potansiyel enerjiyi hayırlı hizmetlere kanalize etmek gerekiyor. Üzülerek ifade ediyoruz ki gençlerimizin aldıkları eğitim tek taraflı, materyalist bir felsefeden neş’et etmektedir. Mânevîyattan noksan, sadece fennî ma’lûmâtlarla aklına hitap edilen gençlerin, kalbî ihtiyacı olan imânî ve mânevî eğitim acilen ihtiyaç vardır. Çünkü “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakîkat tecellî eder. O iki cenâh ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”[8] İşte böyle bir eğitim modeline geçilmeden talebenin himmetinin pervaz etmesi mümkün görünmüyor.

Elbette ümitsiz değiliz. “Bugün birçok imânlı gençler Risâle-i Nur’a medyun-u müteşekkirdirler. Ve her üniversitedeki dinî kalkınma ve uyanış, Risâle-i Nur eczalarının netice ve sünbülleridir. Çünkü hakîkî münevverler olan gençler hayret ve takdir ve tahsinle okudukları Risâle-i Nur eserlerin kıymetini anlamışlardır. Risâle-i Nur’a mânevî halaskârımız diye sarılan gençler şu kat’î kanâata varmışlardır ki; eğer Bediüzzaman Hazretleri vatan ve milleti mahv-u perişan etmeğe ma’tûf en müdhiş ve tahribçi savletler hengâmında, en ağır şartlar içerisinde eserlerini yazmak kahramanlığını yapmasa idi ve o hârika eserlerle imân ve İslâmiyet ve Kur’ân’ı muhâfaza ve müdâfa’a etmese idi, yüzbinlerle kardeşlerimiz Risâle-i Nur’la tenvir edilmese idi, bu vatan çoktan elimizden gidecek ve dinsizlik hâkim olacaktı ve Risâle-i Nur’un sünbül ve meyvesi olan bugünkü kurtuluş mümkün olamıyacaktı.[9] Ey Risale-i Nur! Seni anlayarak okuyan şahıslar ve asrî gençler de terbiye-i Muhammedîye (asm) giriyorlar.

Ey genç kardeşlerim, “medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor; menşe-i ahzân olan ihtiyarlık, yerine geliyor. Ve gayet parlak ve nurânî hayat gidiyor; zâhirî karanlıklı, dehşetli ölüm, yerine gelmeye hazırlanıyor.”[10] Öyleyse gençlerimiz “Şirin güzel gençlik nimetine istikametle ve taâtle şükretse; hem ziyâdeleşir, hem bâkîleşir, hem lezzetlenir. Yoksa hem belâlı olur, hem gamlı, kâbuslu birer rüya olur. Hem akrabasına ve vatanına ve milletine muzır bir serseri hükmüne geçirmeğe sebebiyet verir.”[11]

Ey anneler ve babalar! Dikkatli olmalıyız. Şefkatimizi su-i istimâl etmemeliyiz. Evlâdlarımızı terbiye-i İslâmiye dairesinde yetiştirmeliyiz. Evlatlarımız bizim için âhirette şefaatçi olsunlar, dâvâcı olmasınlar. Yoksa şiddetli mes’ul oluruz. “Oğlum paşa olsun![12] deyip o çocuğun hayat-ı ebediyesini tehlikeye atmayalım! Evlatlarımızı dünya hapsinden kurtarmağa çalışırken, cehennem hapsine düşmesini nazara almamak olur mu? Yoksa o evlatlar “Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, vâlidesinin hârika şefkatının hakkına karşı lâyıkıyla mukâbele edemez, belki de çok kusur eder.”[13]

Ey siz genç kardeşlerimiz! Sizlere hitab ediyoruz. Zamanın sûrî zevkleri karşısında aldanmayalım. Nefsânî arzularla yaşamayı şiar edinenlerin zebunu olmayalım. Ahlâkımızı Kur’ân nuruyla zînetlendirip istikametimizi düzeltelim. Allah’a hadsiz şükürler olsun namus-u ismetimizi, şeref-ü haysiyetimizi, tek kelime ile iffetimizi muhafaza yollarını bize öğreten Risâle-i Nurlarımız ve sevgili Üstadımız var; onu bilelim ve Risâle-i Nurlara sarılalım. Ahlâk yıkıcı neşriyatı ve ifsâd edici âletleri takib edeceğimize, iki dünyanın saâdetini kazandıran Kur’ân’ın nurlu derslerini okuyalım, nurundan nur alalım, o nur ile tefeyyüz edelim. Ulvî hislerimizi rencide eden, bizi menfî propagandalarla baştan çıkarmak isteyen fitne ve fesadçıların yaygaralarına kulak vermeyelim. Gençlik ve güzelliğimizi âdâb-ı Kur’âniye zînetiyle zînetlendirelim. Hazret-i Peygamberimizin izinden gidip, o pâk ve edebli Peygamberimizin sünnet-i seniyesine tam uyalım ki, âhirette bize şefâatçi olsun.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Sözler, 2013, s.242

[2] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.261

[3] Tarihçe-i Hayat, 2013, s.251

[4] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.260-61

[5] Sözler, s:148

[6] Şualar, s: 225

[7] Sözler, s:147

[8] Münazarat, s: 86

[9] Emirdağ Lahikası-II,(Talebe Mektupları)

[10] Lem’alar, s: 231

[11] Gençlik Rehberi, s:43

[12] Lem’alar, s:200

[13] Lem’alar , s:200

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir