Bediüzzaman’ın 80-90 cilt kitabı ezberlemesi

Molla Said, Bitlis’te iken, henüz sinn-i bulûğa vâsıl olmuştu. O zamana kadar bütün malûmatı sünûhât kābilinden olduğu için, uzun uzadıya mütalâaya lüzum görmezdi. Fakat o zaman sinn-i bülûğa vâsıl olduğundan mı, veyahut siyâsete karıştığından mı, her nedense eski sünûhât yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bunun üzerine her türlü fenne ait eserleri tetkike koyuldu. Bilhassa din-i İslâma vârid olan şek ve şüpheleri reddetmek için Metâli[1] ve Mevâkıf[2] nâm eserlerle ulûm-u aliye (sarf, nahiv, mantık ve saire) ve âliye’ye (tefsir ve ilm-i kelâma) dair kırk kadar kitabı iki sene zarfında hıfz eyledi. Hattâ, hergün okumak şartıyla, hıfz ettiği kitapların üç ayda bir kere devrine muvaffak oluyordu.[3]

Molla Said’in iki mûtezad(birbirine zıt) hâli vardı:

Birincisi: Fikrinin münkeşif bulunduğu vakitler ki; her ne eline alırsa, onu anlamaması, mümkün değildi.

İkincisi: Fikrinin münkabız bulunduğu(çekilip daraldığı) vakitler ki, mütalâa değil, konuşmaktan bile hoşlanmazdı. Molla Said, günde bir-iki cüz okumak suretiyle Kur’ân’ı hıfza başladı. Her gün iki cüz ezber etmekle, Kur’ân’ın mühim bir kısmını hıfzına aldı, fakat iki sünûhât ile, tekmili müyesser olmadı:

Birincisi: Kur’ân’ın çok sür’atle okunması bir hürmetsizlik olmasın diye,

İkincisi: Kur’ân hakaikinin hıfzının daha ziyade lüzumu var diye kalbine gelmiş. Onun için, Kur’ân hakaikinin anahtarı olacak ve şübehata karşı muhafaza ve mukabele edecek, hikmet ve fünun-u İslâmiyeye dair kırk risaleyi iki senede hıfzına aldı. Her gün bir parça ezberden okumak suretiyle, hepsini üç ayda ancak devrediyordu. Mirkat[4] ismindeki kitabı, haşiye ve şerh olmaksızın hıfzetmeye başladı. Bilâhare eline geçen mezkûr kitabın ve haşiye ve şerhi ile kendi nokta-i nazarını karşılaştırmış, bütün meseleler muvafık olup ancak üç kelime tevafuk etmemiş; bu tevcihleri de ulemanın tahsinine mazhar olarak kabul edilmiştir.[5]

Bediüzzaman, Van’daki ilk iki senesi içerisinde, Tahir Paşa’nın -bahsi geçen- ilmî münâzarât tertibinde daima üstün gelir ve bütün sorulan suallere doğru cevaplar verirdi. Hatta Tahir Paşa, Avrupa ilim adamları ve feylesoflarının kitaplarını tetebbu’ ederek, ona ilmî, felsefî çetin sualler tevcihen sorardı. Bediüzzaman, bu kābil ilimleri görmediği, Türkçeyi de henüz yeni öğrenmekte olduğundan, tam telâffuz edemediği halde, cevabında asla tereddüt etmezdi. Bir gün Tahir Paşa’nın yanında o çeşit kitapları görünce, Paşa’nın sual kaynağının o kitaplar olduğunu öğrenir. Az zaman zarfında o kitapları da mütalâa ederek muhteviyatına âşinalık peyda eder. Bediüzzaman, Van’daki hayatında, Bitlis’te hıfzına almış olduğu kırk kadar metin kitaplara ek olarak, elli kadar metin kitabı daha ezberledi. Sadece dini kitaplar değil, fennî, felsefî, târihî, edebî kitaplar da dahildir. Bu mevzuu’da kardeşi Molla Abdülmecid hatıra defterinde şöyle der: “Kur’ân-ı Kerim’i on beş gün zarfında hıfzetti. Kamus-ul Muhit’ten altmış satırlık bir sahifeyi bir defa okumakla ezberine alırdı. Evet bu zat, gerek medrese, gerekse mekteb ilim ve fenlerinden ezberine aldığı metinleri, kitapları unutmamak için, daima ezberinden okuyup tekrarlamaya mecburiyeti vardı. Ezberinde bulunan metinlerin mecmuu otuz Kur’ân kadar idi.”[6]

Bediüzzaman’ın bir hizmetkârı ve manevî evlâdı Mustafa Sungur’un, üstadından bizzat duyduğu, bu mevzudaki hatırası ise şöyledir: “Ben gençliğimde Van’da Vali Tahir Paşa’nın konağında kalırken, Vali bana bir oda tahsis etmişti. Ben orada kalırdım. Her gece yatmazdan önce iki buçuk saat kadar hafızamdakileri tekrar ederdim. O zaman hakîkaten doksan kitabı hafızama almıştım. Her gece hafızamdakileri üç saat tekrar etmekle; üç ayda bir, bu kitabların tekrarını yaparak devrini bitiriyordum. Cenab-ı Hakk’a şükür kardeşlerim, bütün o mahfuzatım, Kur’ân’ın hakaikına çıkmak için bana basamak oldular. Sonra Kur’ân’ın hakaikına ulaştım, çıktım, baktım ki; her bir ayet-i Kur’âniye kâinatı ihata ediyor gördüm. Artık ondan sonra başka bir kitaba ihtiyacım kalmadı. Kur’ân bana kâfi, vafî geldi…”[7]

Bediüzzaman Hazretleri Şualar adlı eserinde “Harîka bir surette pek az bir zamanda ilimce tekemmül etmesi, tahsilden tedrise başladığı ve üç ayda bir kış içinde on beş senede medresece okunan yüz kitaptan ziyade okuduğu ve o zamanın o muhitte en meşhur ulemasının yanında o üç ayın mahsulü on beş senesinin mahsulü kadar netice verdiği çok mükerrer imtihanlarla[8] ve hangi ilimden olursa olsun sorulan her suale karşı cevab-ı savab vermesine…”[9] işaret eden mânâları ayetlerden[10] çıkararak böyle ifade etmiştir.

Yine Mustafa Sungur, üstadından duymuş ki: “Ben geceleri hafızamdaki kitapları tekrarlarken, merhum Tahir Paşa, beni zikir ve evrad okuyor zannedermiş.” Bu gerçeği bir de Bediüzzaman’ın bir eserinden takip edelim: “Mânevî nurun, ilim sûretinde beşerin kafasında cilvesinin bir cüz’îsi, tırnak kadar kuvve-i hafızaya malik bir adamın kafasında, doksan kitabın kelimâtı yazılmış. Ve üç ayda, her günde üç saat meşgul olarak, hafızasının sahifesinin yalnız o kısmını ancak tamam edebilmiş. Aynı adam, seksen sene ömründe gördüğü ve işittiği ve merakını tahrik eden ve ona hoş gelen mânâları ve kelimeleri ve suretleri ve savtları, o tırnak kadar kuvve-i hafızanın sahifesinde, istediği vakitte müracaat edip bir büyük kütüphane kadar bütün mahfuzatının aynı şeylerini orada bütün istediklerini mevcut ve muntazam yazılmış ve dizilmiş görüyor.”[11]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Fıkıh âlimi Seyyid Şerif Cürcani’nin (1340-1413)mantığa dair önemli bir kitabıdır.

[2] Fıkıh âlimi Seyyid Şerif Cürcani’nin Şerhü’l-Mevakıf; en meşhur şerhidir. Adudüddin el-İci’nin “el-Mevakıf” adlı eserine yazdığı şerhtir. Kelam ile ilgilidir. Bediüzzaman Otuz İkinci Söz’de ve 33.Söz, 30.Pencerede, Şerhu’l-Mevâkıf ve Şerhu’l-Makàsıd gibi, muhakkiklerin büyük kitaplarından izahlara yer verir ve atıfta bulunur.

[3] Bediüzzaman “Herhangi bir kitabı eline alırsa, anlardı. Yirmi dört saat zarfında Cemü’l-Cevâmi, Şerhü’l-Mevâkıf, İbnü’l-Hacer gibi kitapların iki yüz sahifesini, kendi kendine anlamak şartıyla mütalâa ederdi. O derece ilme dalmıştı ki, hayat-ı zahiri ile hiç alâkadar görünmezdi. Hangi ilimden olursa olsun, sorulan suale tereddütsüz derhal cevap verirdi.”(Tarihçe-i Hayat, s.58)

[4] “Mirkat” Hanefi Mezhebinde Usül-ü fıkha dair olup, asıl ismi Mirkat-ül vusul ila ilm-il usül’dür. Müellifi Mevlana Muhammed bin Feramrüz’dür. Lakâbı Hüsrev’dir. Vefatı 885 Hicridir.

[5] Tarihçe-i Hayat, 2013, s.74,75

[6] Hatıra Defteri, Abdülmecid, s.11

[7] Aydınlar Konuşuyor, Necmettin Şahiner, s.384

[8] Bu beyanat-ı methiye Said’e ait değildir. Belki Kur’ân’ın bir tilmizini, bir hadimini “Said” (ra) lisânıyla ve hâliyle tarif eder; tâ hizmetine itimat edilsin.(Şualar, s.1076)

[9] Şualar,2013, s.1076

[10] Hud-112(Emrolunduğun gibi dosdoğru ol), Hud-115(O gün insanlardan şakiler ve saidler vardır.); Şura-15(Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.)

[11] Nur Âleminin Bir Anahtarı, Bediüzzaman Said-i Nursi, s. 6

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir