Mâlik-i Ebedî ve Hâkim-i Ezelînin ismini almak

“Bismillâh her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. (Sözler,2004,s:15)”

Bismillah her hayrın başı, hayırlı işlerin mukaddemesi ve Sözler’in kapısının eşiği, Birinci Sözün ilk cümlesinin ilk kelimesi. Sanki Birinci sözün, bütün Sözlerin ve Risale-i Nur külliyatının anahtarı. Biz dahi başta ona başlarız. Evet, biz başlarız, çünkü bu kelime İslam nişanıdır. Şeâir-i İslâmiyedir. Bir âlemdir. Onun için “biz” başların, hem de başta başlarız, hem de her hayırlı işin başında başlarız.

Neye başlarız? Elbette ki O’na başlarız. Onunla O’na başlarız. Besmeleye başlarız. Allah’ın adıyla Allah’ın adına başlarız. Çünkü Allah Ezelîdir. Biz O’na yani Besmeleye başlamadan önce de O(cc) Ezelîyeti ile vardı. Onun için de “Biz dahi başta ona başlarız.”

O halde “Bismillâh” biz başlamadan evvel vardır. Yani biz, bizden önce var olana ve Ezelî olana başlarız. Ona -besmeleye-başlamakla Ezelî olan Allah’ın Rahmân ve Rahîm isimlerine ve O’nun adı ile ona başlarız. Ona başlamak her şeyden önce Ezelîyeti ile varlığı Ezelî olana başlamak demektir.

“Şu sahrânın Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i Ezelîsinin ismini al.”( Sözler,2004,s:16)

Hakikaten Birinci Söz esma hazinesi gibidir. Hatta Risale-i Nurlar bütünüyle böyledir. Zaten hakikat-ı hakaik, Esmâ-i İlahiyedir.

Şu sahranın Mâlik-i Ebedîsinin ismini almak. Esasında sahra dünyadan da ileri bir manayı yani Kâinatı da içine almalıdır. Madem biz ezel canibinden ve zerreler âleminden dünya çölüne çıkarıldık. O halde bizim sonsuz ihtiyaç ve a’dalarımıza ancak sonsuz ilim, kudret ve irâde sahibi Ebedî bir zat çare olabilir. Hükmü ve mâlikiyeti sınırlı olan, sonsuz ihtiyaçları karşılayamaz ve düşmanları def edemez. Onun için şu sahranın Ebedî Mâlikinin adı alınmalı ki bütün mülkün mutasarrıfı olma hâkimiyeti ile ihtiyaçlar karşılanabilsin.

Hâkim-i Ezelînin ismini almak. Ezel, ebed ve hâle hükmü geçebilen bir Hâkimin ismini almak ne kadar istimdat ve medet vericidir. Çünkü Allah’ın Hâkimiyeti belirli bir alan ve zamanla sınırlı değildir. Bütün zamanlara ve mekânlara hükmeden bir zatın ismini Bismillâh ile almak elbette Hâkimiyetinin ezeliyetine olan iman ve itikat ile olur.

Hâkimiyet ezeliyeti, Malikiyet ise ebediyeti gerektiriyor. Bu derste böyle bir mana daha inkişaf ediyor. İnsan dünya çölünde çaresiz, aciz ve fakirdir. Hem de acizliği ve fakirliği; ihtiyacı ve düşmanları da nihayetsiz. Öyleyse nihayetsiz çaresizlik, acziyet ve fakirlik içinde sınırsız ihtiyaçlarını karşılayacak ve nihayetsiz düşmanlarını def edecek “Bir”inin adını alması ve O’na dayanması zaruridir. Yoksa perişan olacak, çaresizliği onu divane edecektir.

İşte bu halde olan kişinin ihtiyaçlarını karşılayacak olan onun ebedî arzularına cevap verecek ancak ve ancak sonsuz mülklerin sahibi olan Mâlik-i ebedî olabilir. İşte O Mâlik-i Ebedînin adını alan ve ondan istimdan eden seyyah, dertlerinin dermanına ve ihtiyaçlarının karşılanmasına, kalbinin ebed arzusuna cevap vereni bulmanın iştiyakına kavuşmuş olur.

Hem o seyyah öyle birinin ismini almalı ve öyle birine dayanmalı ki onun bütün ihtiyaçlarını bilmeli, bilmek yetmez görmeli, görmek de yetmez karşılamalıdır. Bu da ancak kalb perdesinin arkasındaki arzuları dahi bilen, gören ve o ihtiyacı karşılayan Hâkim-i Ezelî olabilir. O zat ezeli Hâkimiyeti ile bütün kâinatı görür, bilir ve her şeye gücü ve kudreti yeter vasfı ile o ismi alanın da ihtiyaçlarını görür, bilir ve karşılar.

İşte bu sırlardandır ki Birinci Söz’de düşmanı, hâcâtı nihayetsiz olan ve çölde seyahat eden seyyah olan bizler” şu sahranın Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i Ezelîsinin” ismini almak mecburiyetindeyiz.

Biliyoruz ki taş sert ve katı bir maddedir. Ancak “Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillâh” der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. “Allah namına, Rahmân namına” der; herşey ona musahhar olur.( Sözler,2004,s:17)” sırrınca taş dahi zahirde sert gözükürken emir aldığında yani Allah namına, Rahman namına denilince emre itaat ediyor, üstünlük gibi görülen sertlik o yumuşacık kökler karşısında pamuk gibi yumuşuyor. Demek ki sert olan maddeler de Allah’ın emri ile hareket ediyor ve emir karşısında İblisvari bir duruş değil emre itaat eder bir duruş sergiliyor.

Yine “Hem şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer Asâ-yı Mûsâ (a.s.) gibi “’Vur asânı taşa’ buyurduk.( Bakara Sûresi, 2:60.)”emrine imtisal ederek taşları şak eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince, nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı İbrahim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı “”Ey ateş, serin ve selâmetli ol.” (Enbiyâ Sûresi, 21:69.)”âyetini okuyorlar.( Sözler,2004,s:17)

Burada da aynı sırla karşılaşıyoruz. Ateş ve hararet, emir altında hareket ediyor ve tabiatpereslerin en güvendikleri hararet ve salâbet dahi Allah’ın kudreti ve emri altında şekil alıyor ve emir ile yakıyor ve nehiy ile yakmıyor; yine emir ile o sert taşlar yumuşuyor ve yine emir ile sert oluyor. O nazenin yapraklar ve yumuşak kökler tabiatpereslerin rağmına Allaha güvenerek ve “Bismillâh” diyerek her şeyin dizgini ve gücü elinde olan Allah’a dayanıyor.

Demek ki eşyanın zatında üstünlük aramak ve bu sebeple eşyaya ve esbaba tesir vermek şeytani bir duruş oluyor. Hâlbuki Allah’ın emri ile eşya şekil alıyor. Biz kullar da esbaba üstün bir vasıf verip vahyi ve emri bırakır sadece akılla üstün olanları aramaya kalkarsak “Tereccüh bila müreccih” hatasına düşeriz. Yani hiçbir üstünlük sebebi olmaksızın bir şeyin diğerine üstün gelmesi ve tercih edilmesinin muhaliyeti hatasına düşeriz. O zaman ipek gibi kökler ve nazenin yapraklar ağzımıza birer tokat vurabilirler ve manen “tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor” hakikatini bize ihtar ederler.

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir