Ey Tâlib-i Hakîkat!

“Bütün Sözler’de konuşan ben değilim. Belki, işârât-ı Kur’âniye namına hakîkattir. Hakîkat ise hak söyler, doğru konuşur.”[1] İşte Bediüzzaman’ın hak ve hakîkat için söylediği mühim sözler. Ayrıca Bediüzzaman kendi sözlerinin mihenge vurulmasını tavsiye eden bir müceddittir. Çünkü o bir hakîkat kahramanı, hak ve hakîkatin sarsılmaz bir müdafidir.

            Bediüzzaman, hakîkate tâlib olanlara da şöyle sesleniyor: “Hakkı bulduktan sonra ehak için ihtilâfı çıkarma.”[2] Hak bulunmuşsa, daha fazla hak aramaya kalkan muayyen olmayan bir hak arayışına girişmiş olur. Böylece bulduğu yeni hak ile de iktifa etmeyip ihtilâfa düşmüş olacak ve ilk bulduğu hakkı da kaybedecektir. Hâlbuki hakta sebat etmek bir mü’minin en mümeyyiz sıfatı olmalıdır. Bediüzzaman’ın îkazı şöyle devam eder: “Ey tâlib-i hakîkat![Ey hakîkate tâlib, hakîkati arayan adam!] Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.”[3] Madem hak ve hakîkate tâlibiz, o halde hakta ittifak etmek elzemdir. Yoksa daha fazla hak arayışı, ihtilâfa açılan yolun mukaddimesi olur. Böylece haktaki ittifak kaybolduğu gibi, yeni hak arayışları ihtilâfı netice verecektir. Bediüzzaman, insanda “Müyûlât muhtelife olduklarından, taraftarlık hissi, herşeye parmak vurmakla ihtilâfatla ihtilâl çıkarıldığından, hakîkat ise kaçıp gizlenirdi.”[4] tespitini aktarır. Bu marazın çare-i yegânesi meşveretle bulunan hakta iktifâ etmektir.

            Bilindiği üzere İslâmiyet, selm[barış] ve müsalemettir[emniyet ve güven içinde yaşamaktır]; dâhilde nizâ ve husûmet istemez. Bunun içindir ki âlem-i İslâmın hayatı ittihattadır. Yani birlik ve beraberliktedir. Kalblerin maksatta ittifak etmesindedir. O halde ittihâd isteyen Âlem-i İslâm’ın düsturu da şu olmalıdır: “‘Hüve’l-hakku’[Sadece o haktır] yerine ‘hüve hakkun’[O haktır] olmalı; ‘hüve’l-hasen’[Sadece o iyidir] yerine ‘hüve’l-ahsen’[O en iyidir] olmalı. Her Müslim kendi meslek, mezhebine demeli: ‘İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir.’ dememeli: ‘Budur hak; başkaları battaldır. Yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir.”[5] 

            Görüldüğü üzere hakkımız ‘hüve hakkun’ veya ‘hüve’l-ahsen’ demektir. Yani ‘O haktır’ veya ‘O en güzelidir’ diyebiliriz. Mesleğimiz veya meşrebimiz için ‘O haktır’ veya ‘O en iyisidir’ demeye hakkımız vardır. Ancak ‘Hüve’l-hakku’ veya ‘hüve’l-hasen’ demeye hakkımız yoktur. Yani ‘Sadece o haktır’ veya ‘Sadece o iyidir’ demeye hakkımız yoktur. “Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, ‘Mesleğim haktır veya daha güzeldir’ demeye hakkın var. Fakat ‘Yalnız hak benim mesleğimdir’ demeye hakkın yoktur.”[6] cümlesi bu manaları ifade ediyor. Çünkü mesleğini hak ve en iyi görmeyen o meslekte hizmet edemez. ‘O en iyidir’ diyen kişi, hakkı inhisar altına almış olmaz. Çünkü en iyinin altında iyi, daha iyi, az iyi gibi izafî dereceler vardır. Ancak ‘Sadece o iyidir’ denildiğinde bu dereceler ortadan kalkar ve inhisarcılık ortaya girer. Bu hâl, hakkı tekelci bir anlayışa hasretmektir. Bunun içindir ki “Yalnız hak benim mesleğimdir” demeye hakkımız yoktur. “’Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır”[7] sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz, başkasının mesleğini butlan [batıllık] ile mahkûm edemez.”[8] düsturunu nazardan kaçırmamak lâzımdır.

            Bediüzzaman, Tuluat’ta ehemmiyetli bir meseleye daha temas eder. Şöyle ki: “Sebeb-i ihtilâf-ı muzır, ‘Bu haktır’ düsturu yerine ‘Yalnız hak budur’; ve ‘En güzeli budur’ hükmü yerine, ‘Güzeli budur’ hükmü ikame edilmiştir.”[9] der.

            Bu noktayı Yirminci Lem’a’da şöyle izah etmektedir: “Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, ‘Mesleğim haktır,’ yahut ‘daha güzeldir’ diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden ‘Hak yalnız benim mesleğimdir’ veyahut ‘Güzel benim meşrebimdir’ diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.”[10] 

            ‘Bu haktır’ dediğimizde bir hakkı kabul etmiş oluyoruz. Başkaları da böyle bir hak kabulüne sahip olabilir. Nasıl ki güneş benim lambamdır desem, bu sahiplenme başkalarının güneşi sahiplenmesine zarar vermiyor ise; aynen öyle de ‘Bu haktır’ düsturunu rehber etmek, başkalarının da kendi mesleğine ‘Bu haktır’ demesine mani teşkil etmez. Ancak ‘Yalnız hak budur’ dediğimizde başkalarına ‘hak’ hakkı tanımamış oluyoruz. Böylece inhisar altına alınamayan hakîkati bir nevî sadece kendisine hasr-ı nazar ettiğini zanneden zihniyet-i inhisar hem kendisine, hem de başkalarına zarar vermiş oluyor. Halbuki Bediüzzaman “Hak ve hakîkat inhisar altına alınmaz.”[11] diyor. 

            Belki burada ‘En güzeli budur’ hükmü yerine, ‘Güzeli budur’ hükmü üzerinde de kısaca durma lüzûmu vardır. Zahirde bir tenakuz var zannolunan bu hükümlerde hakîkatte tam bir münasebet ve insicam vardır. ‘Güzeli budur’ hükmü yine hakkı inhisar zihniyetiyle tekeline almaktır. Burada hak kayıtlanmış ve tek bir hüküm haline getirilmiştir. Hak sadece ‘Güzeli budur’ diyenin mesleğine münhasır kılınmıştır. Bunun yerine ‘En güzeli budur’ demeye hakkımız vardır. ‘En güzeli budur’ dediğimizde biz kendi mesleğimizi ve meşrebimizi en güzel görmüş olur, böylece başkalarının mesleğini butlan ile itham etmiş olmayız. Çünkü ‘En güzeli budur’ hükmü altında hak olan ‘güzel, az güzel, daha güzel …’ gibi hak hükümler olabilir. Bir başkası da kendi mesleği için ‘En güzeli budur’ diyebilir ve diğer meslekleri de ‘güzel, az güzel, daha güzel…’ gibi hükümlerle tasvîb edebilir. Netice itibarıyla böyle bir bakış açısında zihniyet-i inhisar olmaz, niza da çıkmaz.

            Eğer desen: “Tasvirden anlaşılır ki, taaddüd-ü mesâlik[mesleklerin çok olması] ve ihtilâf-ı turuk[yolların ve usûllerin farklı olması] matluptur[istenilen, taleb edilendir].”

            Cevap: Evet, matluptur. Hem zarûrîdir. Eğer hodgâmlıktan[bencillikten] neş’et eden inhisar[tekelci] zihniyetiyle başkaların reddine kalkışırsa, elbuğzu fillâhı[Allah için buğz etmeyi] su-i istimal ederse, o vakit ihtilâf zarardır. Yoksa el-hubbu fillah[Allah için sevmek] düsturunu esas tutsa, tekâmülde teavün[yardımlaşma] kanununu bilse, şeriatın vüs’atini, tabipliğini düşünse, ihtilâf imtizaca[kaynaşmaya, mutabık olmaya] sebep olur.

            Elhasıl: Herkes kendi mesleğine ‘Hüve hakkun’[o haktır] demeli, ‘Hüve’l-hakk’[sadece o hak] dememeli. Veyahut ‘Hüve’l-ahsen’[o en iyidir] demeli, ‘Hüve’l-hasen’[sadece o iyidir] dememeli.[12]

            Hepimiz hak ve hakîkat yolcusu olmamız hasebiyle bu kudsî hizmet yoluna canımız feda olsun. Zira hak yolunda can verebilenlerdir ki hakka kavuşsun. Hak yolunda korku değil muhabbet esastır. Hak yolunda çalışanların yardımcılarının Cenâb-ı Hak olduğuna katî inancımız vardır. O muinimiz olduktan sonra bütün dünya karşı olsa kıymeti yoktur.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]         


[1] Sözler, s.730(2024)

[2] Sözler, s.804(2024)

[3] Age, s.804

[4] Muhakemat, s.47(2017)

[5] Sözler, s.804(2024)

[6] Mektubat, s.312(2017)

[7] Ali Mâverdî, Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn, s.10; Dîvânü’ş-Şâfiî, s. 91.

[8] Mektubat, 2006, s: 447

[9] Eski Said Eserleri (Tuluat), 2009, s. 569.

[10] Lem’alar, 2006, s. 375.

[11] Mektubat, 2006, s. 116.

[12] ESDE(Rumûz), s.367(2020)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir