İhlâsı kıran ve zedeleyen maniler

İhlâs, kalbî bir ameldir. Kullukta hârika sadâkat ve fevkalâde metânettir. İhlâs, İslâmiyetin bir esâsıdır. Rızâ-i İlâhî cihetinde Kur’ân’ın ders verdiği hükümler ve kudsî hakîkatlere ait harekât ve a’mâldir. Hakîkat-i ihlâs, rızâ-yı İlâhîden başka hiçbir şeye âlet ve tâbi olamaz ve Kur’ân’dan başka hiçbir nokta-i istinâdı yoktur. İnsan “İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlâhiyeye karışmamalı.”[1] Hadis-i şerifin de ifadesiyle insanlar helâkettedir. Ancak âlimler o helâketten kurtulur. Bazen âlimlik de yetmiyor. Kul ilmi ile âmil olması lâzımdır. Âmillik de kâfi değil, muhlis, ihlâslı olunması gerekir. Muhlisler de azîm hatar içine girebilir. Onlara ucb, riya arız olabilir. Hem âlim, hem âmil, hem muhlisler çok yüksek zatlardır. Onun için onlar düştü mü çok kötü düşerler. İhlâs kulesinin başından düşüştür bu vaziyet. Ortada tutunacak yer bulunmaz der Bediüzzaman. Bizim vazifemiz, gayrettir. Muvaffak olsak da olmasak da mesul değiliz. Muvaffakiyet kulun tebliğine dâhil değildir. Vazifemizi yapıp vazife-i ilâhiyeye karışmamak sırr-ı ihlâsın gereğidir.

Mânevî hizmetlerin gâye-i aslîsi ihlâsa dayanır. Çünkü ihlâs sırrı kulun kalbî niyetlerini Rabbine bağlar ve kul sadece Allah’ın rızâsını esâs alır. Aslî olan dünyevî gâyeler ve siyâsî maksatlar ve neticeler sırr-ı ihlâsa münâfîdir. Çünkü ihlâs, bir fiili yalnız Allah emrettiği için yapmaktır. İhlâs hakîkati öyle bir sırdır ki kâinatta maddî ve mânevî bütün gâyeleri, neticeleri ve maksatları hedef ittihaz etmemeyi gerektirir. Onun içindir ki cemaatî olan mânevî îmân ve Kur’ân hizmetleri arzî ve dünyevî mes’eleler olan siyâset, ticaret, hubb-u câh, benlik, gösteriş ve şöhretperestlik olan lüzûmsuz malâyaniyata âlet edilemez! Çünkü “İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan iba­detin yal­nız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gös­terilse, o ibadet bâ­tıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.”[2]

Sırr-ı ihlâs çok esrarlı bir mesele-i mühimmedir. En az kader ve ene meselesi kadar müşküldür. Kanaatimiz odur ki sırr-ı ihlâs sure-i ihlâsa dayanıyor. Ehadiyet ve Samediyet tecellisine bakıyor. Her kulun ivazsız kalbî ameli Ehadiyet tecellisinin sırrını taşıyor. Sırr-ı ihlâsta kul, Rabbinden başkasına teveccüh etmiyor ve masivadan tecerrüt sırrıyla da Samediyet tecellisine mazhar oluyor. Masivadan tamamen tecerrüt etmekle (bu tecerrüt kalben olmalı), Cenab-ı Hakkın vermiş olduğu nimetlere şükretmek, esma ve sıfat-ı ilâhiyenin tecellisi nazarıyla bakmak, cemal ve kemal-i İlâhiyeyi müşahede etmekle sırr-ı ihlâs yaşanabilir. Sırr-ı ihlâsa mazhar olmak hususan sahabe-i kirama mahsustur. Çünkü onlar nübüvvetin rüyetine bizzat mazhar olmuşlar. İksir-i nurani olan Peygamber Efendimiz(asm)’in sohbetine müşerref olmuşlar. Bir de bu sırra ahirzamanda nur talebeleri vasıl olabilir. Bu sırr-ı ihlâs hakikati müteselsilen gelmiyor, Sahabe-i Güzin Efendilerimizden naklen intikal ediyor. Çünkü Risale-i Nur sahabe mesleğinin bir cilvesini taşıyor.

1.Hırs ihlâsı kırar

*”Hırs ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i takvanın hırsı varsa, teveccüh-i nâsı ister. Teveccüh-i nâsı müraat eden, ihlâs-ı tammı bulamaz.”[3] Buna binaen “İsraf hırsı, hırs kanaatsizliği, kanaatsizlik haybet ve hasâreti ve hem ihlâsı kaçırmakla âmâl-i uhreviyeyi zedeler. [4] Ayrıca “İsraf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekva kapısını açar, mütemadiyen şekva ettirir. Hem ihlâsı kırar, riya kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.”[5] Çünkü hayat-ı İslâmiyeye en müthiş bir maraz-ı muzır dahi, hırstır. Mü’minde hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir; ve mahrumiyet ve sefaleti getirir. Öyleyse hırs, sebeb-i mahrumiyettir, maden-i zillet ve hasârettir. Zîhayat âleminde en geniş bir daireden tut, tâ en cüz’î bir ferde kadar sû-i tesirini gösterir. Hasâret ve muvaffakiyetsizliğin sebebi hırstır.

2.Siyâset ihlâsı kırar

*Menfî “Siyâset ihlâsı kırar.”[6] Çünkü siyaset, tarafgirliği netice verir. Siyasette asıl gâye dünya ve netice almak ise öncelik ihlâs değil, dünya ve makamdır. Böylece siyasetteki “Tarafgirlik damarı ihlâsı kırar.”[7] İhlâs kırılınca o fiilin ruhu söner. Siyaset meftunları bu noktaya çok dikkat etmesi lüzumu var. Bir makama çıkabilmek, menfaat elde etmek ve kazanç sağlamak siyasetin aslî gayesi olursa tehlikelidir. Burada dünyevî rütbeler ve neticeler ön şart olarak niyet edilmiştir. Hâlbuki ihlâs rıza-ı ilâhiyi zarûri kılar. Ön şartsız bir ameli Allah rızası için, netice beklemeden yapmaktır. Bu sebepledir ki siyaset tarafgirliği ve çarpışmaları ihlâsı kırar.

3.Korku yüzünden gelen zarar ihlâsı kırar

*Yirmi Birinci Lema, Dördüncü Düstur, Üçüncü Mânide de “korku ve tama” yüzünden gelecek zararlar ile ihlâsın kırılacağını bahseder”[8]  Korku, hıfz-ı hayat için verilmiştir. Hayatı azap yapmak için değildir. “Evet, tam münevverü’l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz.”[9] İşte tam münevverü’l-kalb bir âbid iman-ı tahkîkî ile öyle bir şecâat ile hareket eder ki korku elinden tutamaz. Böylece ihlâsı muhafaza eder. Zarar gelse de Rabbinin bir hikmeti ve maslahatına binâen geldiğini bilir ihlâsı zedelenmez. Bediüzzaman da “Bütün sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku elimi tutup men edememiş ve edemiyor.”[10] demiştir.

4.Tekellüf ve tefâhur tavrı ihlâsı zedeler

*”Tekellüf, şer’an ve hikmeten fenâdır, çünkü tekellüf sevdası, insanı, hadd-i mârufu tecavüze sevk eder. Mütekellif olanlar, bazen hodbinane bir tezâhür ve tefâhur tavrı ve muvakkat soğuk bir riyakâr vaziyeti takınmaktan kurtulmaz. Halbuki bunların ikisi de ihlâsı zedeler.”[11] Badiüzzaman “tekellüf ve taazzumdan(kibirlenmekten, büyüklenmekten) asla hoşlanmaz ve talebelerinin dahi tekellüf kaydından âzade olmalarını emreder.”[12] Tekellüf, çok ağır, soğuk ve nâhoş bir fiildir. Risale-i Nur tekellüf elemlerinden ve hodfüruşluk zahmetlerinden ve tasannu’ zararlarından bizleri korur. Çünkü tekellüf bu kıymettar Risale-i Nur yazıları arasına sokulamamıştır. Tekellüf ve hodfüruşluk, tasannu’ ve riyâsını çürütmek isteyen bîçareler Risale-i Nur’a sarılmalıdırlar.

5.Menfaat-i maddiye ihlâsı kırar

*”Menfaat-i maddiye cihetinden gelen rekabet, yavaş yavaş ihlâsı kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır. “[13] Menfaat-i maddiye, nefsin hoşuna gidebilir. “Fakat bu muavenet ve menfaat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu edip muntazır kalmakla, lisân-ı hâl ile dahi istenilmez. Belki ummadığı bir halde verilir. Yoksa ihlâsı zedelenir.”[14] Bediüzzaman bu konuda şu güzel hasleti ders verir: “Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.”[15]
6.Dünyaya ait neticeleri bizzat talep edip istemek ihlâsı kırar

*”Evet, dünyaya ait hârika neticeler, bazı evrâd-ı mühimme gibi, Risale-i Nur’a çokça terettüp ediyor. Fakat onlar istenilmez, belki veriliyor; illet olamaz, bir fâide olabilir. Eğer istemekle olsa, illet olur, ihlâsı kırar, o ibadeti kısmen iptal eder…”[16]
7.Hubb-u cahı ve teveccüh-ü âmmeyi istemek ihlâsı zedeler

*”Hubb-u cahtan gelen şöhretperestlik sâikasıyla ve şan ve şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enâniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen riyâkârlığa, hodfuruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.”[17] Risale-i Nur, “ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksatlar onunla kasten istenilmez. İstenilse, ihlâs kırılır, o ehemmiyetli ibadet şekli değişir.”[18]

8.İhlâsa zarar gelebilir

*“En latîf ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer “Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim” arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.”[19]

Bediüzzaman, Risale-i Nur’u, hiçbir makam ve meşrebin tesiri altında kalmadan, maddî-mânevî hiçbir menfaat ve hissiyat karışmadan, doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîm’in, umumun istifade edebileceği ve umuma hitap eden hakikatlerini tefsir etmiş, bu hakikatlerin tercümanlığını yapmıştır. Telif ettiği âsârından herkes istifade edebilmektedir. Bir taifeye, bir sınıf halka mahsus değildir.

Ey aziz kardeşim! Sen kimseye bir şey kabûl ettiremezsin. O vazîfe senin değil. Sen vazîfeni yap, vazîfe-i İlâhiyeye karışma! Kalblerde ve rûhlarda tesir ettirecek olan yalnız Allah’tır.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Lemalar, s.230

[2] İşarat-ül İ’caz, s.167

[3] Lem’alar, s.366

[4] Fihrist Risalesi, s.138

[5] Lem’alar, s.366

[6] Beyanat ve Tenvirleri, s.305

[7] Emirdağ Lahikası-1,s.467

[8] Lem’alar, s.1029

[9] Sözler, s.37

[10] Mektubat, s.61

[11] Kastamonu Lahikası, Risale-i Nur şakirtlerinden, Feyzi, Emin mektubu

[12] Age, Risale-i Nur şakirtlerinden, Feyzi, Emin’in mektubu

[13] Lem’alar, s.398

[14] Age, s.398

[15] Age, s.394

[16] Kastamonu Lahikası, s.382

[17] Lem’alar, s.400

[18] Kastamonu Lahikası, s.382

[19] Lemalar, s.277

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir