Ömr-ü fıtrî; Allah (cc) tarafından yaratılıştan zihayata biçilmiş ve takdir edilmiş ömürdür. Yüce Allah her yarattığı mahlûka fıtrî bir ömür ta’yîn etmektedir. Bu ömr-ü fıtrî Allah’ın takdirindedir.
Ecel-i fıtrî; Allah (cc) tarafından belirlenmiş olan eceldir. Ecel, her
zîhayâta ve canlıya Allah tarafından takdir edilen ölüm vaktidir. Öyleyse her yaratılan mahlûka yaratılıştan bir ölüm vakti yanî ecel de ta’yîn edilmiştir.Hem ömr-ü fıtrî, hem de ecel-i fıtrî Allah’ın ilmi ve irâdesi dairesindedir. Allah’ın ilmi ve irâdesi dairesinde olan fıtrî ömür ve fıtrî ecel Allah’ın kudreti ile
vukû’ bulmaktadır.Bu konu ile özellikle “Yirmi Dokuzuncu Sözde” yer alan ömr-ü fıtrî ve ecel-i fıtrî meselesini anlamaya çalışalım istedik.
Orada bu konu şöyle geçmektedir.
Şu kâinatın mevti mümkündür.
- Çünkü birşey kânun-u tekâmülde dâhil ise, o şeyde alâküllihal neşvünemâ vardır.
- Neşvünemâ ve büyümek varsa, ona alâküllihal bir ömr-ü fıtrî vardır.
- Ömr-ü fıtrîsi varsa, alâküllihal bir ecel-i fıtrîsi vardır.
Evet, nasıl ki insan küçük bir âlemdir, yıkılmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandır; o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek, sonra dirilecek; veya yatıp, sonra subh-u haşirle gözünü açacaktır.
Hem nasıl ki kâinatın bir nüsha-i musaggarası olan bir şecere-i zîhayat tahrip ve inhilâlden başını kurtaramaz.
Öyle de, şecere-i hilkatten teşa’ub etmiş olan silsile-i kâinat, tamir ve tecdit için tahripten, dağılmaktan kendini kurtaramaz.
Eğer dünyanın ecel-i fıtrîsinden evvel, irâde-i ezelîyenin izniyle haricî bir maraz veya muharrip bir hadise başına gelmezse ve onun Sâni-i Hakîmi dahi ecel-i fıtrîden evvel onu bozmazsa, herhalde, hattâ fennî bir hesapla, birgün gelecek ki “Güneş dürülüp toplandığında; yıldızlar döküldüğünde; dağlar yürütüldüğünde.” (Tekvir Sûresi, 81:1-3). “Gök yarıldığı zaman; yıldızlar saçıldığı zaman; denizler kaynayıp birbirine karıştığı zaman.” (İnfitar Sûresi, 82:1-3.) mânâları ve sırları, Kadîr-i Ezelînin izniyle tezahür edip, o dünya olan büyük insan sekerâta başlayıp, acip bir hırıltıyla ve müthiş bir savtla fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek, sonra emr-i İlâhî ile dirilecektir.(Yirmi Dokuzuncu Söz)
“İrade-i ezelîyenin izniyle;” Allah’ın ezelî dilemesi ve irâdesi ve izni ile…
“Haricî bir maraz veya muharrip bir hadise başına gelmezse;” Dışarıdan bir maraz, hastalık ve tahrip edici bir hadise dünyanın başına gelmezse;(Demek oluyor ki dünyanın fıtrî ecelinden evvel hâricî bir maraz ve muharrip edici bir hadise başına gelebilir ve fıtrî ecelinden önce ölümü vukûa gelebilir.
“Ve onun Sâni-i Hakîmi dahi ecel-i fıtrîden evvel onu bozmazsa;” dünyanın hikmetli yaratıcısı dünyanın fıtrî ecelinden evvel onu bozmazsa; (öyleyse Allah dünyanın fıtrî ecelinden önce dünyayı bozabilir ve dünyanın eceli daha erken vukua gelebilir.)
“Sizi çamurdan yaratan, sonra da size bir ecel takdir eden O’dur. Kıyamet gününün vakti de O’nun ilmindedir. Hâlâ siz şüphe ediyorsunuz.”( En’âm Sûresi: 2, )
“Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da O yarattı.( Mülk Sûresi: 2, )
“Her milletin bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde onu ne bir an geri bırakabilir, ne de öne alabilirler.”(A’râf Sûresi: 34; Yunus Sûresi: 49; Nahl Sûresi: 61,)
“Eğer Rabbin cezayı Kıyamet Gününe bırakmış ve onlar için muayyen bir ecel takdir etmiş olmasaydı, elbette onlar cezalarını hemen buluverirdi.”( Tâhâ Sûresi: 129,)
“Onlar kendi üzerlerindeki İlâhî san’at mû’cizelerini hiç düşünmezler mi? Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri Allah ancak hak ve hikmetle ve ta’yîn edilmiş bir vakte kadar devam etmek üzere yaratmıştır.”(Rum Sûresi: 8)
Yukarıya aldığımız alıntılardan anladığım şudur.
Kader şumûllü ve Allah’ın ilmidir. Kader aynı zamanda insanları cebir ile zorlamaz. Çünkü Allah’ın ilmidir. Geçmiş, hâl ve istikbâl an hükmünde Allah’ın ilm-i ezelîsi altındadır.
Kaderle her şeye belirli miktarlar ve şartlar ta’yîn edilip çizilmiş ve ezelî ilimle şümûlü ve genişliği ile her şeye bakmaktadır. Bir çekirdekten o çekirdeğin hayat bulması ve neticeleri hepsi kaderde mevcuttur.
Ancak o çekirdek kaderde ta’yîn edilen şartlar altında istihdâm edilmez ise netice vermez ve kuru bir çekirdek ve çürüyen bir çekirdek olarak kalır.
İşte çekirdeğin ağaç olma ve çürüme şartları hepsi kaderde ta’yîn edilmiştir. Hiç bir şey kaderin şümûlü dışında değildir. Ancak kader ızıdrârî kader dışında zorlayıcı da değildir.
Çekirdeğin toprağa atılması, suyu, havası, ısısı v.b.şartlarından sonra hayat bulacağı, bu şartlara kavuşamadığı hatta bir tek şartın olmaması nedeniyle ademe mahkûm olacağı da kaderdendir. İşin irâde-i cüz’iyeye bakan yönü elbette ki vardır.
Şimdi düşünelim ki bir insana 100 yıllık bir ömr-ü fıtrî Allah tarafından takdir edilsin ve kadere ilim nevînden yazılsın.
Bu ömr-ü fıtrîyi tam 100 sene tamamlamanın şartları da kadere ta’yîn edilsin.
Yine kadere 100 yıllık şartları yapmamaktan dolayı o ömr-ü fıtrînin dışarııdan bir sû-i istimâl veya bir muharrib sebeple erken biteceği de takdir edilsin.
İnsan Kur’ân ve sünnete uyarak, sağlığına dikkat ederek bu 100 yıllık ömr-ü fıtrîyi tamamlayabilir ve o ömür için takdir edilen ecel-i fıtrî ile de ölür.
Ancak insan Kur’ân ve sünnete riâyet etmez, sağlığına dikkat etmez, dışarıdan bir sû-i kasıt ve muharrib ile kaderdeki ömr-ü fıtrîye ulaşamadan eceli gelebilir. Çünkü onun şartları da kaderde vardır.
Cenab-ı Hakkın atâ, kazâ ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kazâ kanununu; kazâ da, kaderi bozar.
Meselâ: Birşey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kazâ demektir. O kararın iptaliyle hükmü kazâdan affetmek, atâ demektir.
Evet, yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kazâ kanununun kat’iyetini deler. Kazâ da ok gibi kader kararlarını deler.
Demek, atânın kazâya nisbeti, kazânın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kazâ kanununun şümûlünden ihraçtır. Kazâ da kader kanununun külliyetinden ihracıdır.
Bu hakikate vakıf olan ârif, “Yâ İlâhî! Hasenatım senin atândandır. Seyyiatım da senin kazândandır. Eğer atân olmasaydı helâk olurdum” der.(
Mesnevî-i-Nuriye/10. Risale )
Bu sözle, “sakın kemik erimesi olmak zorunda olduğunuzu düşünmeyin, yeni tedaviler var” denmek isteniyor.
Yani, kaderde sizin için kemik erimesi yazılmıştı ve hâlâ öyle yazıyor ama siz kaderi ciddiye almayın, kaderin dışına çıkın. Kaderde yazılı olana mahkum değilsiniz.
İyi ama, yeni tedavilerin var olması da, yeni tedavilerin kemik erimesini önlemesi de kaderin içinde değil mi? Yoksa, kader diye bildiğimiz görmesi ve bilmesi sınırlı bir şey mi?
“Yaşlanınca kemik erimesi olacağınız yazılı orada ama, siz bu yazıdan kaçamak yapın; kemik erimenizin olmadığı kader-dışı bir hayat seçin” deme hakkımız var mı?
Tedavi olmayan için kemik erimesi ne kadar kader ise, tedavi olan için kemik erimesi olmaması o kadar kaderdir. Kemik erimesi olmaması, sadece yeni bir kaderdir.
Tedavi olarak kaderin dışına çıkıyor değiliz; bir kaderden bir başka kadere geçiyoruz o kadar. O halde şöyle de diyebilir miyiz: “Kemik erimemesi de kaderiniz olabilir.” (alıntı)
Demek ki kader şartları ile Allah tarafından ezelde takdir edilmiş ve zorlayıcı değil. Bizler irâde-i cüziye ile kaderde takdir edilen şartları seçiyoruz.
Kaderde kemik erimesinin de şartları, kemik erimesine düşmemenin de şartları takdir edilmiş. Bizler hangi şarta tercih yaparsak karşımıza kaderin o şartının neticesi çıkacaktır.
Kader şumûllü ve ilim nevindendir ki kul irâdî kaderini kendi seçmektedir. Seçimi yapılan fiilleri ise Allah kudreti ile yaratmaktadır. Çünkü din bir imtihandır, akla kapı açar irâdeyi elden almaz.
Dünyanın yaratılışı ile birlikle ömr-ü fıtrîsi ve o ömr-ü fıtrîye de bir ecel-i fıtrî takdir edilmiştir.
Ömrün bitmesi ecel ile olacaktır. Ecel-i fıtrîden evvel dünyanın bozulması söz konusudur.
Dünyanın ecel-i fıtrîsinden evvel, irâde-i ezelîyenin izniyle;
Hâricî bir maraz; dışarıdan bir musibet.
Veye muharrip bir hadise: Tahrip edici bir hadise başına gelmezse; demek ki hâricî bir maraz veya muharrib bir hadise dünyanın başına gelebilir. Kaderde hâricî bir maraz veya muharrib bir hadise şartları da Allah tarafından takdir edilmiş olmalıdır.
Ve dünyanın Sâni-i Hakîmi dahi ecel-i fıtrîsinden evvel onu bozmazsa, yani ecel-i fıtrîden evvel dünyanın bozulması yani ölmesi söz konusudur.
Demek kaderde dünyanın ömr-ü fıtrîyi yaşayacak şartları ve o ömr-ü fıtrî tamamlandığında ecel-i fıtrî ile kıyametin koparak dünyanın ölmesinin şartları da takdir edilmiş;
Hâricî bir maraz ile ve muharrib bir hadise ile ecel-i fıtrîsinden evvel bozulmasının şartları da takdir edilmiştir.
Bu îzâhlardan sonra Üstad’dan bir kaç yer ekleyelim ve ecel-i fıtrîden evvel hâricî bir maraz ve de muharrib bir hadisenin şartları daha net anlaşılsın.
“Elbette, beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa, istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâmda nev-i beşerin eski hatîatına kefaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşallah.( Hutbe-i Şâmiye)”
“Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti görecek.( Hutbe-i Şâmiye)
Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa,…( Emirdağ Lâhikası (1) – Mektup No: 206)”
“Ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını; ,…( Emirdağ Lâhikası (1) – Mektup No: 75)”
“Elbette, nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, ,…( Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No: 89)”
“Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyamet başlarına kopmazsa,…( On Üçüncü Söz) “
Şu gelen yerler de bizim meramımıza inşâallah açıklık getirecek.
“Hadis-i şerifte vârit olmuştur ki, “Bazan belâ nâzil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir.(el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:492.)”
Şu hadisin sırrı gösteriyor ki, mukadderat, bazı şerâitle vukua gelirken geri kalır. Demek, ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şerâitle mukayyet bulunduğunu ve o şerâitin vuku bulmamasıyla o hadise de vukua gelmiyor. Fakat o hadise, ecel-i muallâk gibi, Levh-i Ezelînin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İsbatta mukadder olarak yazılmıştır. Gayet nadir olarak Levh-i Ezelîye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor.
İşte bu sırra binaen, geçen Ramazan-ı Şerifte ve Kurban Bayramında ve daha başka vakitlerde, istihraca binaen veya keşfiyat nev’inden verilen haberler, muallâk oldukları şerâiti bulamadıkları için vukua gelmemişler ve haber verenleri tekzip etmiyorlar. Çünkü mukadder imiş, fakat şartı gelmeden o da vukua gelmemiş.
Evet, Ramazan-ı Şerifte bid’aların ref’ine Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi. Maalesef camilere Ramazan-ı Şerifte bid’alar girdiğinden, duaların kabulüne sed çekip ferec gelmedi. Nasıl ki, sabık hadisin sırrıyla, sadaka belâyı ref’ eder; ekseriyetin hâlis duası dahi ferec-i umumîyi cezb eder. Kuvve-i cazibe vücuda gelmediğinden, fütuhat da verilmedi.(On Altıncı Lem’a )
Bazı kimseler Resul-i Ekrem Efendimizin(SAV) “Sadaka belayı def eder ve ömrü uzatır” hadis-i şerîfini ileri sürerek, ömrün uzayabileceğini ve dolayısıyla da ecelin değişebileceğini iddia ederler. Evvela şunu belirtelim ki, sadakanın ömrü uzatmasının hakîkati ne olursa olsun, neticede insanın ölümü söz konusudur ve bu ise ezelî ilmiyle Allah’ın
ma’lûmudur. Bu noktadan, onun ölüm vakti ve dolayısıyla da ömür müddeti Allah tarafından takdir edilmiş olup bunun değişmesi de mümkün değildir. Meselâ, bir kimsenin verdiği bir sadaka ile ömrünün verdiği bir sadaka ile ömrünün iki yıl uzadığını farz edelim. Bu şahsın, ecel-i muallâk dediğimiz, şarta bağlı eceli, eğer sadaka verirse ömrü elli sene, vermezse kırk sekiz sene, şeklinde olsun. Cenab-ı Hak o şahsın söz konusu sadakayı vereceğini bildiği için ömrünü elli sene olarak takdir etmiştir. (Mehmed Kırkıncı- Kader Nedir-s:132-135-Zafer yayınları-İst-2003 )Ecel-i Mübrem: Einden kurtulunması mümkün olmayan, kaçınılmaz olan ecel. Belirlenmiş ve ondan kurtulma imkânı olmayan ecel.
Ecel-i muallâk: Gizli ve zamanı belli olmayan ölüm.
Ecel-i kaza: İster istemez meydana gelecek olan ecel.
Ecel-i müsammâ: Belirli bir zamana kadar, Allah’ın takdir ettiği ölüm.