Er-Rahmân ve Er-Rahîm Tecellileri

“İnsanın nefsi, rahmâniyetin cilveleriyle, kalbi de rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlendikleri gibi, insanın aklı da hakîmiyetin letâifiyle zevk alır, telezzüz eder.” 1

Bu mânâda Bediüzzamân Hazretleri’nin şu gelen tesbiti de çok ma’nîdârdır: “Ve hem bil ki, Rahmâniyet, rahîmiyet, hakîmiyet, âdiliyet gibi tabirler, Cenâb-ı Hakk’ın hem isim, hem fiil, hem sıfat, hem şe’nlerine işaret ederler.” 2

Rahmâniyet cilvesi, Allah’ın sonsuz merhamet ve şefkatle bütün mahlûkatı rızıklandıran esmâsının cilvesi ve Cenâb-ı Hakk’ın yaratmış olduğu bütün kullarını beslemesi, koruması ve merhamet etmesidir.

Rahmâniyetin cilveleri şu hadsiz kâinatı şenlendirmekte, karanlıklı mevcûdatı ışıklandırmakta; hadsiz ihtiyâcât içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye emekte; bütün kâinatı insana müteveccih ettirmekte ve her tarafta ona baktırıp, muâvenetine koşturmakta ve bu hadsiz fezâyı ve boş ve hâli âlemi doldurarak nûrlandırmakta ve şenlendirmekte; bu fâni insanı ebede namzet etmekte, ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapmaktadır. 3 Ey nefs-i nâdan “İşte, başta insan olarak bütün hayvanatın muntazaman bir perde-i gaybdan gelen erzaklarına bak, Rahmâniyet-i İlâhiyenin cemâlini gör.” 4 ve rahmâniyetin cilveleri hakîkatına râm ol.

Rahîmiyet tecellîsi ise “Allah’ın merhamet edicilik ve âhirette ebedî mükâfat vericilik” vasfıdır.

”Hem, bütün yavruların mucîzâne iâşelerine ve başları üstünde ve annelerinin sinelerinde asılmış tatlı, sâfî, âb-ı kevser gibi iki tulumbacık süte temâşâ eyle, rahîmiyet-i Rabbâniyenin cazibedar cemâlini gör.” 5 hakîkati de rahîmiyet tecellîsinin en müşahhas numûnesidir.

Aynı zamanda Rahîmiyet cilvesi “Umûm zemin yüzünde ve içinde ve havasında ve denizinde bütün zîhayatın ve bilhassa zîrûhun ve bilhassa âciz ve zayıfların ve bilhassa yavruların, hem maddî ve midevî, hem mânevî bütün rızıklarını, şefkatkârâne, kuru ve basit bir topraktan ve câmid ve kemik gibi kuru odun parçalarından yapılan ve bilhassa en lâtifi kan ve fışkı ortasından gelen ve bir dirhem kemik gibi birtek çekirdekten yapılan binlerle okka taamların, vakti vaktine, mukannen bir sûrette, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, gözümüz önünde, bir dest-i gaybî tarafından verilmesi” 6 hakîkatidir.

Hem “Gözümüzle görüyoruz: Birisi var ki, bize, zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleriyle doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve Rahmâniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş; ve zemin içini rahîmiyet ve hakîmiyetin binlerle kıymettar ihsanlarını câmi bir mahzen yapmış; ve zemini, devr-i senevîsinde, bir ticaret gemisi hükmünde, her sene âlem-i gaybdan levâzımât-ı insâniye ve hayatiyenin yüz bin çeşitlerinden en güzellerini içine alarak yüklenmiş bir nevi sefine veya şimendifer gibi ve her baharı ise, erzâk ve elbisemizi taşıyan bir vagon hükmünde olarak bizlere gönderir, bizi gâyet rahîmâne beslettirir. Ve bütün o hediyelerden, o nimetlerden istifâde etmemiz için bize de yüzlerle ve binlerle iştahlar, ihtiyaçlar, duygular, hissiyâtlar, hisler vermiş”tir. 7

Bedîüzzamân Hazretleri’nin “Zirâ insanın nefsi, Rahmâniyetin cilveleriyle, kalbi de Rahîmiyetin tecellîyâtıyla nimetlendikleri gibi… 8” hakîkati ile; “Ve keza Er-Rahmân nizâm ve adalete, Er-Rahîm’de haşre delâlet eder.9” tesbitlerini de tefekkür etmeye çalışalım inşâallah.

Rahmân ismi ile Yüce Allah kendisine îmân eden etmeyen, şirk koşan koşmayan, itâat eden ve etmeyen bütün insanların ve mahlûkatının ihtiyaçlarını ve rızıklarını karşılamaktadır. Hiç bir mahlûk bu ismin cilvesinin dışında kalmamaktadır. Hatta Rahmân ismi için Bedîüzzamân Hazretleri “Zira Rahmân, Rezzak mânasınadır. Rızk, bekaya sebeptir. Beka, tekerrür-ü vücûttan (vücûdun tekrârından) ibârettir.” 10 demektedir.

Rahmâniyet cilvesi nefislere hitâp etmektedir. Çünkü bütün nefislerin ihtiyaçları Rahmân ismi gereğince karşılanmaktadır. Hiçbir nefsin ihtiyâcı eksik bırakılmıyor ve ihtiyâçları ummadıkları yerlerden karşılanıyor. Böylece kâinattaki nizâm ve adalette rahmâniyet cilvesi gereğince bakıldığında her canlının ihtiyâcı vakt-i zamanında rahmâniyetin cilveleri gereğince yetiştirilmekte ve karşılanmaktadır.

Nefis, cismânî gıdalardan lezzet alır ve insanın vücûdunun idâmesi için gerekli bütün lezzetli rızıklar Rahmaniyetin cilvesidir. Onun içindir ki “Rahmân ismi, Rezzak mânasınadır.” Allah Rahmân ismi muktezâsıyla bütün mahlûkatın nefislerinin ve rızıklarının ihtiyaçlarını karşılayarak tam bir nizâm ve adaletini gösterirken, rahîmiyeti gereğince de kendisine îmân edenlerin kalbî ihtiyaçlarını karşılamakta ve bu isim haşrin ve de ahiretin varlığının delilini göstermektedir.

Ancak Rahîm ismi ise îmân edenlere hitâp ettiği için dahâ çok kalplere tecellî etmekte ve kalplerin ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bu sebeple de Rahîm ismi haşre yani ahirete bakar. Demek ki ehl-i îmânın kalbî bütün ihtiyaçları dahâ çok ahirette Rahîm ismi gereğince mutmain edilecektir. Hatta bu dünyada bile îmân etmeye meyleden kalplere Yüce Allah rahîmiyeti gereğince tecellî ederek o kulunun kalbîne îmân nûrunu ilkâ’ etmektedir.

Bütün nefislerin ihtiyaçları Rahmân ismi gereğince cilvesini gösterdiği gibi; o rızıkların hakîkî sahibi olan Rezzâk-ı Kerîmi bilmek ve tanımak, Mün’im-i Hakîkî olarak O’na şükretmek, Hâkim-i Hakîm olarak O’nu zikretmek ve fikretmek, Mahbûb-u Sermedî olarak O’na muhabbet duymak, Kahhâr-ı Zülcelâl olarak O’ndan korkmak ve O’nun rızasını aramak, Rabb-i Rahîm olarak O’na yönelmek ve O’nu istemek de Rahîmiyet tecellîsidir. Görüldüğü gibi Rahîmiyet tecellisi maddî değil daha çok mânevî temâyüllere ve kalbî teveccühlere mazhâriyettir. Allah’ın, irâde-i cüz’iyesini sarf ettikten sonra dilediği kulunun kalbine koyduğu hidâyet, feyiz ve merhamet de bir Rahîmiyet tecellisidir.

Allah Rahmân ismi gereğince bütün mahlûkatın nefislerinin ve rızıklarının ihtiyaçlarını karşılayarak ayrım yapmadan tam adaletini gösterirken, rahîmiyeti gereğince de kendisine îmân edenlerin ve âciz, fakir ve masûmların mânevî ve kalbî ihtiyaçlarını karşılamakta ve bu isim haşrin ve de âhiretin varlığını ispat etmektedir. Rahmân ve Rahîm, Allah’ı rahmetiyle ta’rif ederek bizlere bildirirler. Allah’ın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi oluşu bu isimlerle dahâ berrak ve net olarak görülmektedir.

Meseleye bir de şu noktalardan bakmaya çalışalım. “Ve keza, Celâl, vâhidiyetin tecellîsinden, Cemal dahi ehadiyetin tecellîsinden zahîr olur.” 11 ifâdesindeki benzerlik gibi; Rahmân ismi vâhidiyete, Rahîm ismi de ehadiyete benzer tecellîler göstermektedir. Çünkü vâhidiyet tecellîsi bütün kâinatta zerreden kürelere kadar Allah’ın birlik tecellîsi iken, ehadiyet tecellîsi ise bütün mevcûdatdaki husûsî birlik tecellîleridir. Bir güneşin yeryüzünü ışığı ve ısısı ile kuşatması vâhidiyet tecellisi ise, her parlak ve şeffaf eşyadaki yansıması ise ehadiyet tecellîsidir.

Burada Allah’ın bir oluşunu bildiren Vâhid ve Ehad isimleri arasındaki farkı Rahmân ve Rahîm isimleri arasında da görür ve anlarız. Vâhidiyet Allah’ı bütün kâinatın tek yaratıcısı olarak tanıtır ve bildirirken, Ehad ismi O’nun her bir şeyin yaratılması için gerekli bütün isimlerin tek sahibi olarak tanıtır ve gösterir. Rahmân ve Rahîm arasında da böyle bir fark olduğu görülüyor. Her şeyi kuşatan rahmet vâhidiyet tecellîsinden bakıldığında Rahmân ismi; ehadiyet tecellîsinden bakıldığında Rahîm ismini müşâhede ediyoruz. Rahmân Allah’ın sonsuz rahmet sahibi olduğunu ihsâs ederken, Rahîm ise Allah’ın husûsî rahmet sahibi olduğunu gösteriyor ve bildiriyor.

Yani Rahmân ismi maddî ve cismânî tezâhürlere ve cilvelere bakarken, Rahîm ismi mânevî ve kalbî yâda rûhî tezâhürlere ve tecellîlere bakıyor olmalıdır.

“Risâle-i Nûr ism-i Hakîm ve ism-i Rahîm’in mazhârı olduğundan, Risâle-i Nûr ‘un birçok yerlerinde, hakîkat-i rahmetin nükteleri ve cilveleri îzâh ve ispat edildiğinden” 12 burada, bu yazı ile o bahre işaret edip o pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.

Abdülbâkî ÇİMİÇ

Dipnotlar:

1- Lem’alar, 2005, s: 721.

2- Şuâlar, 2005, s: 125.

3- Şuâlar, 2005, s: 720.

4- Şuâlar, 2005, s: 125.

5- Şuâlar, 2005, s: 125.

6- Şuâlar, 2005, s. 274.

7- Şuâlar, 2005, s. 268.

8- Lem’alar, 2005, s: 721.

9- İşârâtü’l-İ’câz, 2006, s: 30.

10- İşârâtü’l-İ’câz, 2006, s: 33.

11- Mesnevî-i Nuriye, 2006, s: 333.

12- Şuâlar, 2005, s. 268

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir