Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî terk-i terk

Tarîk-i Nakşî hakkında denilen “Der tarîk-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk” olan fıkra-i rânâ birden hatıra geldi.(Dördüncü Mektup )

Tarîk-i Nakşî’nin dört usûlü ve şu dört şeyi bırakması gerekir;

*hem dünyayı,

*hem nefis hesâbına âhireti dahi maksûd-u hakîkî yapmamak,

*hem vücudunu unutmak,

*hem ucba, fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir.”

Tarîk-i Nakşibendînin dört şeyi terk etmesi lüzûmludur.

1.Dünyayı terk etmek olan, dünyevî meşgaleleri bırakmak olan terk-i dünya,

2.Âhiretteki mükâfatları terk etme hatta düşünmeme olan terk-i ukbâ,

3.Varlığı ve vücûdu terk etmek ve düşünmemek olan terk-i hestî,

4.Terkin terki,terk etmeyi bırakma ve onları düşünmeme olan terk-i terk.

Terk-i terk, huzûr-u daîmiyi kazanmak ve Allah’tan başkasını düşünmemek hatta mâsivadan,âhiretten de vaz geçerek sadece Allah’ı düşünmek ve Allah’tan başka terk edecek hiçbir şey bırakmamaktır.

İşte Tarîk-i Nakşibendînin uyguladığı yol budur. Üstâd’ımız Bediîüzzamân Hazretleri de kendi tarzını değil, Tarîk-i Nakşibendînin usûl ve tarzında bunların mevcût olduğunu beyan ediyor.

Üstâdımız ise buna istinâden kendi mesleğinideki usûl ve tarzı ise şöyle ifade ediyor.

“Der tarik-i aczmendî lâzım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz.( Dördüncü Mektup)”

Bu ciheti de şöyle izâh eder:

Üçüncü suâl: “Tarîkatler, hakîkatlerin yollarıdır. Tarîkatlerin içerisinde en meşhûr ve en yüksek ve cadde-i kübrâ iddiâ olunan tarîk-ı Nakşibendî hakkında, o tarîkatin kahramanlarından ve imamlarından bâzıları, esâsını böyle ta’rîf etmişler, demişler ki:

Yani, ‘Tarîk-ı Nakşîde dört şeyi bırakmak lâzım: hem dünyayı, hem nefis hesâbına âhireti dahi maksud-u hakiki yapmamak, hem vücudunu unutmak, hem ucba, fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir.’ Demek, hakiki mârifetullâh ve kemâlât-ı insaniye terk-i mâsivâ ile olur?”

Elcevap: Eğer, insan yalnız bir kalbden ibâret olsaydı, bütün mâsivâyı terk, hattâ Esmâ ve Sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenâb-ı Hakkın zâtına rabt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat, insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letâifi ve hasseleri vardır. İnsan-ı kâmil odur ki, bütün o letâifi, kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubûdiyette, hakikat cânibine sevk etmek ile, Sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir sûrette; kalp, bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa kalp, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medâr-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırârdır. (27. Söz-456)

Netîce-i Kelam: Kalben dünya sevgisini terk edip , amelleri işlerken âhireti bile gâye-i maksad yapmayı terk ettikten sonra geriye ene kalıyor. Yani benliğini terk edip fena bulacaksın, en son ise bütün terk ettiklerin ile fikren , kalben meşgûl olmayıp âleminden , bunları terk ettiğin olgusunu sileceksin ki gurûra düşmeyesin. Yani terk ettiklerini tamamen terk edeceksin, onları düşünüp onlarda meşgûl olmayacaksın. Benliğimden geçtim fena buldum diyen terk-i terk etmemiştir. İslâmiyette çok yüksek makâmlarda iken, bazı evliyanın naz makâmına geçmeleri tüm terkleri terk edememekden kaynaklanıyor. Halbuki mü’minin Allah’a karşı tavrı nazlanmak değil daima acz – fakr ve şükür olmalıdır. O yüzden “her terk için başka bir terk lâzımdır”.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir