Zihin

Zihin

Zihin, vicdanın anasır-ı erbâası ve rûhun dört havassından birisidir. Zihnin gâyâtü’l-gâyâtı marifetullahtır.[1] Zihin, anlama ve kavrama merkezidir. Fikir ise zihnin kavradıklarından oluşan düşüncedir. İz’an ise, zihin ile hariç arasında bir nev’i muameledir.

“Zihin; düşüncenin, algılamanın, belleğin, duygunun, isteğin ve düşlemenin bazı birleşimlerinde görünür olan bilincin ve zekânın kolektif görünüşlerini kapsar. Zihin bilinç akışı olarak tanımlanabilir. İnsan beyninin bilinçli süreçlerin tümünü içerir.”[2] Şeklinde de tarif edilir.

Akıl, zihinde oluşacak olan kavramayı tartan, yarar ile faydayı tefrik eden bir alet konumundadır. Aklın mertebelerinin hepsinde zihin ve fikir melekeleri işler durumdadır. Aklın vasatta ve hikmette kalmasına yardımcı olacak peygamberlerin gönderilmesidir. Ya’ni vahiydir. Vahyin çizdiği istikametten kayabilecek durumda yaratılan kuvveler ifrat ve tefrite düşebilir. Emr-i ilâhiyi ve nehy-i ilâhiyi akıl tek başına bilemez. Ona kılavuz olacak olan vahiy ve Peygamberlerdir.

Mesela akıl tek başına hüküm verirken bu hükmün hikmetine bakar. Kendisine faydalı ve zararlı olanı tefrik etmeye çalışır. Bu durumda anlama ve kavrama melekesi olan zihin ile fikir noktasına ulaşmaya çalışır. Bu noktaya vahiyden destek almadan gidecek olursa batıl bir düşünceye zihni düşebilir ve o fikir, fikr-i batıl olur. O fikrin batıl bir fikir olmaması için vahyin ölçülerine aklın müracaat etmesi gerekir. İşte bu durumda akıl hikmete ulaşır ve o akıl hadd-i vasatta kalmış olur. İdrâk, anlama ve kavrama melekesi olan zihin de Allah’ın razı olduğu bir hükme ulaşır ve böylece o fikir insanın kabul ettiği düşüncesi olur. Bu düşünce hikmetin tâ kendisidir.

Zihnin Kur’ân’ın kudsiyetine intikal etmesi için zaruriyât-ı diniyede doğrudan doğruya Kur’ân’ın gösterilmesi gerekir.  Bu noktaya şöyle işaret edilmiştir: “Eğer zaruriyât-ı diniyede doğrudan doğruya Kur’ân gösterilse idi, zihin tabii olarak müşevvik-i imtisal(benzemeye teşvik eden) ve mukız-ı vicdan(vicdanı ikaz eden) ve lâzım-ı zatî(varlığının lüzumu) olan “kudsiyet”e intikal ederdi. Ve bu suretle kalbe meleke-i hassasiyet gelerek, îmânın ihtarâtına karşı asam(sağır) kalmazdı.”[3]

Zinin ile ilgili Ta’likat[4]‘tan izahlar

“Zihin dahi lisân gibi onda suğra ve kübra denilen bürhanlar birbiri ardı sıra gelebilir. Bil ki!.. Bilmiş ol ki; tahkîken mantık ilmi, kànunlu nizamlı bir âlet ve ölçüdür ki: Fikrî hususlarda zihin ona mürâat ettiği zaman, onu hataya düşmekten korur.”[5]

“Bil ki!.. Bir şeyin, aklın yanında hâsıl olan sureti, zihnin onunla keyfiyetlenmesi ve vasıflanması itibariyle ilimdir. Yani: Nasıl ki bir cam âyine, mülklüğü cihetiyle kâğıt kadar ince bir cam parçası iken, âlem-i misalin bir çeşit penceresi oluyor. Hangi şey olursa olsun onun karşısına koyduğun zaman, âyinenin içi, gerekse sureti o şeyin rengiyle süslenmesi ve onun keyfiyetiyle keyfiyetlenmesi müşâhede olunur. Bununla berâber âyinenin melekûtiyet yanı ise, gayet geniş ve derindir. Gayr-i mütenâhi eşya onda irtisâm edebilir. İşte bu cihetiyle âyine, eşyaya zarf olmuş olur. Aynen bunun gibi; zihin dahi mülkiyeti cihetiyle Âlem-i Gayb’ın bir penceresi iken, hariçte kendisi mevcuttur. Zira zihin denilen şeyin kendisi bedenden bir et parçasıdır ki; ya kafa içinde, ya da göğüstedir. İşte bu da âyine gibi, eşyadan alınan renk ile süslenip, onunla vasıflanıp keyfiyetini aldığı halde; melekûtiyeti itibariyle gayet geniş ve derindir ve hakeza…  İşte, zihin; eğer eşyaya mazruf olduğu haysiyetiyle yani eşyanın zarfı olduğu itibariyle nazara alınırsa, bu defa malûm, mefhum ve medlul vasfını alır. Aynı zamanda bunların müradifi olan mânâ, müsemma, makul ve maksud gibi keyfiyetleri de alabilir. İşte mantık ilminin mevzuu da budur.”[6]

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

https://www.feyzinur.com

[1] Eski Sadi Dönemi Eserleri,2013,s.543

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Zihin

[3] Eski Sadi Dönemi Eserleri,2013,s.481

[4] Ta’likat, Bediüzzaman Hazretleri’nin mantıkla ilgili bir eseridir. Barla Lahikası’nda Bediüzzaman Hazretleri için Ta’likat” namında hârika bir risalesi var. İşkal-i mantıkıyeyi kıyas-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblağ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş.(Barla Lahikası,2013,s.246)”denilir. Ta’likat: Mantıkta bînazir bir eserdir, nazariyat-i mantıkiyeyi tatbikata takrib eder. (A.Bediyye: 691),

[5] Talikat’tan bazı parçalar

[6] Talikat’tan bazı parçalar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir