Ahirzamanda fasad-ı ümmet zamanı

Âhirzamân müddeti uzun bir zaman dilimidir. Bediüzzaman’ın da ifadesiyle “Biz bir faslındayız.” Fitne ve fesâdın en şiddetli olduğu bir zaman aralığının adıdır âhirzamân. Bediüzzaman “Bu âhirzamân çok çalkalanıyor; bu fitne-i âhirzamân acîb şeyler doğuracağını ihsâs ediyor.[1]”diyor.  Peygamber Efendimiz(asm)’in ahirzaman ile alâkalı hadis-i şeriflerini müceddid-i ahirzaman olarak Bediüzzaman tevil etmiş. Bu meselede Risale-i Nur’un başta Beşinci Şua ve farklı bahislerine bakmak yeterli olacaktır. Peygamber Efendimiz(asm) “Hem, nakl-i sahih-i kat’î ile, ferman etmiş: Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra ısırıcı saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet azgınlık meydan alacak.”[2] deyip, “Hazret-i Hasan’ın altı ay hilâfetiyle, Ciharyâr-ı Güzînin (Hulefâ-i Râşidînin) zaman-ı hilâfetlerini ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini, sonra o saltanattan ceberut ve fesad-ı ümmet olacağını haber vermiş.”[3] Haber verdiği gibi aynen çıkmış. Bediüzzaman’a mahkemelerde bu mes’ele sual edildiğinde şöyle cevap vermiş: “Hulefâ-i Râşidînden sonra bir fesat olacak. İşte bu hadîs üç mu’cize-i gaybiyeyi gösterdiğini bir eski risâlemde yazmıştım. Kararname benim bir suçum olarak, “Saîd bir risâlede demiş: Hilâfetten sonra ceberut ve fesat olacak.” Ey sathî heyet! Bir işaret-i gaybiyede, bu zamanımızda maddî ve mânevî en büyük bir fesad-ı beşerîyi ve zemini zîr-ü zeber eden bir hâdiseyi haber veren bir hadîsin i’câzını beyan etmeyi suç sayan, maddeten ve mânen suçludur!”[4] Demek fesad-ı ümmet zamanı ahirzamanda hüküm süren en dehşetli dinsizlik cereyanlarının başlayıp devam ettiği zamana bakıyor. İçinde bulunduğumuz asrı ve zamanı ahirzamanın bir faslı olan fesad-ı ümmet zamanı olarak kabul ediyoruz.

Asırlardır ümmetin fesada girdiği zamanlarda “Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şerîat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi(asm) muhafaza etmiş. Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır.”[5] Görüldüğü üzere “Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında” ‘en’ büyük hususiyetler taşıyan “elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid…” gelmek lâzımmış ve aynen de öyle zuhur etmiş. Bu zat fesadı izale edip ehl-i imanı ahirzaman fitnelerinden muhafaza etmeye çalışmış.

Âhirzaman, ihbar-ı gaybîlerle haber verilen ümmetin korktuğu ve fitnesinden Allah’a sığındığı bir zamandır. Bu konuya işaret eden hadis-i şerif şöyledir: “Halk-ı Âdem’den(as) tâ kıyâmete kadar, âlem-i insaniyyet arasında, deccâl hâdisesinden daha büyük bir umur, mes’ele yoktur.[6] Hatta Rivayette var ki, “Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.”[7] Çünkü âhirzamân fitneleri nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle o fitnelere girerler ve yanarlar.

Ahirzaman fitneleri ve Risale-i Nur

İslâmiyet nokta-i nazarından bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. Kur’ân ve hadis[8], ihbâr-ı gaybîyle,ehl-i îmânı o fitnelerden sakındırıyor. “Âlem-i İslâm için en dehşetli asır, altıncı asır ile Hülâgû fitnesi ve onüçüncü asrın âhiri ve ondördüncü asır ile harb-i umumî fitneleri”dir.[9] Onun içindir ki bu zamanımızın fitneleri en büyük bir fitne olduğundan, hem müteaddit hadisler, hem çok işârât-ı Kur’âniye bu fitnelere aynı tarihleriyle bakıyor ve haber veriyor.

Ahirzamanın cezbedici fitnesi gençleri mıknatıs gibi çekiyor; aklı iptal, hissiyatı galip getiriyor. Bundan dolayıdır ki gençler bu fitnelerde yanıyor. Bu fitnenin ateşini Risâle-i Nur söndürebilir. Ahirzamanın fitnesinin dehşetinden olacak ki eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmiş. Çare ise o fitnelerin savletinden mü’minlerin imânlarını Risale-i Nur koruyabilir. Çünkü ahirzamanın dalâlet fitnesinden gelen şübehâtı izale edecek Kur’ânî bir burhan Risale-i Nur’dur. Hem Risale-i Nur mühim bir tefsir-i Kur’ânîdir.

Zamanı tahlil ve teşhis etmek, bir hastalığı teşhis etmek kadar ehemmiyetlidir. Çünkü teşhis doğru olmaz ise hastalık da tedavi edilemez. Hatta daha büyük problemler ile karşılaşmak kaçınılmaz bir neticedir. Onun için önce doğru teşhis, sonra doğru tedavi şarttır.

Bediüzzaman da içinde yaşadığımız asrı tahlil ve teşhis etmiş, zamanın fesad-ı ümmet zamanı olduğunu yaşanan hadiseler ve deliller ile ortaya koymuştur. Fesad-ı ümmet zamanı ahirzamanda hüküm süren en dehşetli dinsizlik cereyanlarının başlayıp devam ettiği zamana bakıyor. Buna binâen içinde bulunduğumuz asrı ve zamanı ahirzamanın bir faslı olan fesad-ı ümmet zamanı olarak kabul edebiliriz.

Risale-i Nur, Nur-u Risalet-i Muhammediyenin (asm) âhirzaman karanlıklarını dağıtmak için zamanımıza aksetmiş bir ışığı ve nurundan başka bir şey değildir. Onun için ahirzamının en dehşetli fitnelerinden kurtulmak çaresi Risale-i Nur’a ihlâs ve sadakatle girip çalışmakla mümkün olabilir.

Ancak bu ahirzaman dilimindeki tahribât-ı azîmenin durdurulması, ta’mir edilmesi ve def edilmesi vazîfesini bir tek şahıs yapamaz, onun ömrü ve adetullah buna müsâade etmez. O nedenle de bu zaman şahıs zamanı değil şahs-ı mânevî ve cemâat zamanıdır. Böyle büyük bir tahribatı tamir vazifesi büyük bir fedakârlık ve gayret gerektirir. Bu da ancak bir cemâat ve şahs-ı mânevîde bulunur.

Bediüzzaman, Kur’ân ve sünnetten bu asrın idrâkine müceddid-i âhirzamân olarak te’lîf ettiği Risale-i Nur’u uzun bir tedkikattan sonra bir program olarak tamamlamış ve aktarmıştır. Onun içindir ki ‘imân, şeriat, hayat’ dairelerinde bu vazîfelerin tahakkûku için mütesânid bir cemâate ve şahs-ı mânevîyeye ihtiyaç vardır.

İşte Bediüzzaman’ın müjdelediği ve cenet-âsâ bahar olarak tarif ettiği istikbâldeki Kur’ân’ın hâkimiyeti ve Risale-i Nur’un prensipler olarak âlemde insanlığın içtimaî ve siyâsî hayatında ma’kes bulması nur talebelerinin azim, gayret ve sadakatiyle olacaktır. Bunun için ihlâs, sadakat ve tesânüd sıfatları yeterli olur. Cenâb-ı Hak bizleri ve sizleri bu zamanın cazibedâr fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin. Âmin.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Barla Lâhikası, s.540

[2] Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273

[3] Mektubat, s.177

[4]Müdafaalar, Afyon Mahkemesi Kararnamesi 

[5] Mektubat, s.745

[6] Sahih-i Müslim 2/381, 382; En-Nihaye Ev-il Melâhim – İbn-i Kesir 1/12-13; Râmuz-ül Ehadîs sh: 374

[7] Süyutî, Fethu’l-Kebir, 1:315, 2:185, 3:9; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 1:266.

[8] Bu konuda başta Risale-i Nur Külliyatı Beşinci Şua’ya bakılabilir.

[9] Şualar, s.746(2017)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir