Bediüzzaman’ın Âlem-i İslâm için müjdelediği üç nur

Bediüzzaman’ın Âlem-i İslâm için müjdelediği üç nur

Bediüzzaman Hazretleri’nin âlem-i İslâm için müjdelediği üç nurun inkişafa başlama zamanları farklı yorumlanabilir. Konuyu Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da verdiği bazı müjdeler canibinden de değerlendirebiliriz. Bu nurlardan birincisini Risale-i Nur’un zuhuru ve iman hizmetlerinin inkişafı olarak kabul edebiliriz. Bediüzzaman’ın, Eski Said döneminde bir nur görüyorum dediği, bu nurun Osmanlı Devleti’nin ve hilâfetin yeniden ihyâsı olarak takdim ettiğini biliyoruz. Ancak sonradan bakış açısını “siyaset cazibesi aldattı” diyerek farklı bir alana sahip olduğunu ifade eden Bediüzzaman, bunun gerçek mânâsının bir nevi Medreset’üz-Zehrâ’yı da temsil eden ve sadece İslâm âlemini değil, bütün insanlığı kuşatan Risâle-i Nur olduğunu açıklamıştır. “Eski Said, Nur’un parlak hâsiyetinden gelen kuvvetli bir ümit ve tam teselli ile, siyaseti İslâmiyete âlet yaparak, hararetle hürriyete çalışırken, diğer bir hiss-i kable’l-vuku ile dehşetli ve lâdinî bir istibdad-ı mutlakın geleceğini bir hadis-i şerifin manasından anlayıp, elli sene evvel haber vermiş. Said’in teselli haberlerini o istibdad-ı mutlak, yirmi beş sene bilfiil tekzip edeceğini hissetmiş ve otuz seneden beri “Eüzü billahi mineş-şeytani ves-siyâse” deyip siyâseti bırakmış, Yeni Sa’id olmuştur.”[1]

“İstikbalde bir ışık var; bir nur görüyorum”

Bediüzzaman, Risale-i Nur’da bir nur görüyorum, istikbâle büyük ümitlerle bakıyorum diye, ehemmiyetli bir Kur’ân hizmetinin vuku bulacağını haber veriyordu. Bir hiss-i kablel-vuku’ ile Risâle-i Nur’un şimdiki mânevi hizmet-i Kur’aniye ve imâniyesini, o zamanlar siyâset âleminde olacak zannedip bütün kuvvetiyle İstanbul’da siyâseti; dine Kur’ân’a âlet ederek çalışıyordu. Bu noktaya şöyle işaret edilmiş: “Hürriyetin bidayetinde, Risaletü’n-Nur’dan çok evvel, kuvvetli bir ümit ve itikatla, ehl-i imanın meyusiyetlerini izale için, “İstikbalde bir ışık var; bir nur görüyorum” diye müjdeler veriyordum. Hattâ, Hürriyetten evvel talebelerime beşaret ederdim. Tarihçe-i Hayat’ımda Abdurrahman’ın yazdığı gibi, Sünûhat misillü risalelerde dahi “Ben bir ışık görüyorum” diye, dehşetli hâdiselere karşı o ümitle dayanıp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyede ve çok geniş bir dairede tasavvur ediyordum. Halbuki, hâdisât-ı âlem iki harb-i umûmî ile beni o gaybî ihbarda ve beşarette bir derece tekzip edip ümidimi kırdı. Birden bir ihtar-ı gaybîyle kat’î kanaat verecek bir surette kalbime geldi ki: “Ciddî bir alâkayla senin eskiden beri tekrar ettiğin ‘ışık var, bir nur göreceğiz’ diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tâbiri, sizin hakkınızda belki iman cihetiyle, âlem-i İslâm hakkında dahi ehemmiyetli Risaletü’n-Nur’dur. Bu bir ışıktır ki, seni şiddetle alâkadar etmişti. Ve bu nurdur ki, eskide de tahayyül ve tahmininle geniş dairede, belki siyaset âleminde gelecek mes’udâne ve dindarâne hâletlerin ve vaziyetlerin mukaddemesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel saadet tasavvur ederek eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordun. “Evet, otuz-kırk sene evvel bir hiss-i kablelvukuyla hissettik. Fakat nasıl kırmızı bir perdeyle siyah bir yere bakılsa karayı kırmızı görür. Sen dahi doğru gördün, fakat yanlış tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni aldattı.”[2]

“İslâm uyandı ve uyanıyor”

İkinci Nur ise, İslâm Devletleri’nin müstakil bağımsız devletler halinde sömürgelerden kurtulması ve istiklâllerine kavuşması olarak görülebilir. “İslâm uyandı ve uyanıyor.[3] Fenalığı fena, iyiliği iyi olarak gördüler.”[4] ifadesini kullanan Eski Said’in hiss-i kablelvuku’ ile 1371’de(Hicri’den Miladî 1952, Rumi’den Miladî 1955) başta Arap Devletleri, Âlem-i İslâm’ın ecnebî esâretinden ve istibdâdından kurtulup İslâmî devletler teşkil edeceklerini, kırk beş sene evvel haber vermesidir. “Eski Said hiss-i kablelvuku ile 1371’de(1951-1955), başta Arap devletleri, âlem-i İslâm’ın ecnebî esaretinden ve istibdadından kurtulup İslâmî devletler teşkil edeceklerini, kırk beş sene evvel haber vermiş. İki Harb-i Umûmî ve 30-40 sene istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. 1370’de olan vaziyeti 1327’de(1911’de) olacak gibi müjde vermiş, tehirinin sebebini nazara almamış.”[5] Bediüzzaman 1910’lu yıllarda ve bugün İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı elli altı Müslüman devlet yokken bunların doğacağını ve bu doğuşun asıl İslâm’ın bayramı olacak Birleşik İslâm Devletleri’ne mukaddime teşkil edeceğini söylemesi de çok manidârdır. Şu tespitleri tekrar tekrar okumak gerekiyor: “Çok zamandan beri esâret altında kalmış ve istiklâliyetini kaybetmiş Hindistan, Arabistan gibi âlem-i İslâm’ın büyük memleketleri birer devlet-i İslâmiye şeklinde; Hind’de yüz milyon bir devlet-i İslâmiye (Pakistan’ın kasd ediyor), Cava’da elli milyondan ziyâde bir devlet-i İslâmiye (Endonezya’yı kasd ediyor) ve Arabistan’da dört-beş hükümet (henüz o tarihte var olmayan Suudi Arabistan, Ürdün, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Mısır ve Körfez Ülkelerini kasd ediyor olmalı) bir Cemâhir-i Müttefika gibi, Arap birliği ile İslâm birliğini birleştirmesindeki âlem-i İslâm’ın bu büyük bayramının mukaddemesini[6] haber vermesi çok önemli tespitler olarak görülüyor.

Fen, sanat silâhıyla cehalet ve fakra hücum ediniz

Bediüzzaman’ın bu İslâm âleminin büyük bayramının tahakkuku için bütün Müslümanlardan isteği şudur: Hikmet, ezel ufkundan kaderin parmağını kaldırmış, size emrediyor ki: Tefrika ile her tarafa dağılarak kuruyan ve buharlaşan su gibi, katre katre zayi’ olan hamiyet ve kuvvetinizi İslâmiyet milliyeti ile birleştiriniz İslâm’ın haşmet ve şevket güneşini Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye’nin (Birleşik İslâm Cumhuriyetleri) tarzında tahakkuk ettirip koruyunuz. Şu cümleler, sanki bugün İslâm âleminde esâret ve tahakküm altında ezilen Müslüman milletlere açıkça seslenmektedir: “Hem de hürriyet-i şer’iye denilen yüksek bir hakikat-i içtimaiye, Süphan ve Ağrı dağları gibi, istikbalin cibal-i şahikasının tepesinde ayağa kalkmış. Ve esaret-i nefis altına girmeyi yasak etmiş ve gayra tecavüzü tecviz etmeyerek şeriata istinat etmiş olan sultan-ı hürriyet, yüksek seda ile sizin gibi mazinin en derin derelerinde gafil ve müteferrik insanlara, “Fen, sanat silâhıyla cehalet ve fakra hücum ediniz!” emrini veriyor.”[7]

Bediüzzaman’ın müjdelediği üçüncü nur: İttihad-ı İslâm

Bediüzzaman’ın Âlem-i İslâm için müjdelediğiüçüncü Nur’un, İttihad-ı İslâm’ın sağlanması olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü “Azametli, bahtsız bir kıt’anın; şanlı, tali’siz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâm’dır.[8] Ayrıca “Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâm’dır.”[9]

Bediüzzaman’ın Ta’rifi ile “İttihad-ı İslâm Nedir?”

Bediüzzaman’ın ta’rifi ile “İttihad-ı İslâm, şarktan garba, cenuptan şimale mümted(uzanan) bir meclis-i nurânîdir ki, el’an üç yüz milyondan fazla bulunur ki, gafletlerinden nâşi gayr-ı meş’ûr bir sûrete girmiş olan bir rabıta-i metin ile birbiriyle merbutturlar. Misak-ı ezeliye ile, peyman ve yeminimiz olan iman ile o cemiyete dahil olmuşuz, ehl-i tevhidiz, ittihada memuruz.[10] Bediüzzaman, İttihad-ı İslâm’ın vaktinin geldiğine “Ben kusurlu fehmimle şu zamanda, heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi, çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika sûretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur. Onun için, İttihad-ı İslâmın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.[11] diyerek işaret etmiştir. “Evet, Osmanlıların hürriyeti, koca Asya tali’inin keşşafıdır; İslâmiyetin bahtının miftahıdır; ittihad-ı İslâm sûrunun temelidir.”[12]

İslâmiyet, Dünyaya Hâkim ve Hükümran Olacaktır

Bu üçüncü nur, elli yıldır bağımsızlıklarını kazanmakla birlikte, kendi içinden diktatörlerin elinde mazlum durumuna düşen Müslüman devletlerin gelecekte Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye’yi kuracaklarını müjdelenmesidir. İslâm âleminin şu andaki halini yüz sene önce tespit eden Bediüzzaman, özellikle Araplara farklı bir şekilde seslenmektedir: “Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibâha gelmiş veya gelecek olan Arablar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünkü bizim ve bütün İslâm tâ’ifelerinin üstâdlarımız ve imâmlarımız ve İslâmiyet’in mücâhidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazîfenize tam yardım ettiler. Onun için tenbellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk-elli sene sonra Arab tâ’ifeleri, Cemâhir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeğe, esârette kalan hâkimiyet-i İslâmiye’yi eski zaman gibi yeryüzünün yarısında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlahiye’den kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşâallah nesi-i âti görecek.[13] Bediüzzaman’ın bu sözlerini yorumlayan Zübeyir Gündüzalp aynı manayı haykırmaktadır: “Ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve İttihâd-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir. İnşâallahü Teâlâ, Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye de meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahiden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz.”[14]

Nurun, Osmanlı Memleketinin Dairesini Nur Dairesine Çevirmesi

Bu noktaya Emirdağ Lahikası mektuplarından bakabiliriz. Şöyle: “Eski Said’in o rüya-yı sadıka gibi olan hiss-i kable’l-vuku ile o dar daireyi bütün Osmanlı memleketini ihata edeceğini görmüş. Belki inşâallah o görüş, yüz sene sonra Nurların ektiği tohumların sümbüllenmesiyle aynen o geniş daire, Nur dairesi olacak...”[15] Görüldüğü üzere bu mektubun yazıldığı 1950’li yılları dikkate alırsak, yüz sene sonrası olan 2050’li yılların Nurların ektiği tohumların sümbüllenmesiyle aynen o geniş dairenin, Nur dairesi olacağını Rahmet-i İlâhiye’den ümid ediyoruz. Bediüzzaman, bir başka eserinde şu müjdeleri veriyor: “Eğer siz sahife-i efkârı okusanız, tarik-i siyâseti görseniz, hutebâ-i umûmî olan, doğru konuşan cerâ’idi dinleseniz anlayacaksınız ki: Arabistan, Hindistan, Cava, Mısır, Kafkas, Afrika ve emsallerinde o derece fikr-i hürriyet’in galeyânıyla, âlem-i İslâm’ın efkârında öyle bir tahavvül-ü azim ve inkılab-i acib ve terakki-i fikri ve teyakkuz-u tam intâc etmiştir ki, bahasına yüz sene verse idik yine ucuzdu.[16]

Hazret-i Mehdi’nin Vazifeleri

Bu üçüncü nur, “Mehdi-i Âl-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesinin tahakkuku ile taçlanacaktır ümidindeyiz. Bediüzzaman’ın bu vazifeler ile alakalı tespitlerini de hatırlatmak isteriz:

1- Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmak.

2- Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ünvanıyla şeair-i İslâmiyeyi ihya etmek.

3- Ve inkılâbat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin kanunlarının bir derece tatile uğramasıyla, o zat, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır.[17]

 Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Tarihçe-i Hayat, 2013, s.132

[2] Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 2013, s.316

[3] Evet, kırk beş sene sonra Pakistan, Arabistan aşairi dahi hâkimiyet ve istiklâllerini kazandılar. Eski Said’i bu derste tasdik ediyorlar ve daha edecekler.

[4] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat),2013, s.275

[5] Eski Said Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye),2013, s.461

[6] Tarihçe-i Hayat, 2013, s.795

[7] Eski Said Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfi),2013, s.161

[8] Eski Said Dönemi Eserleri(Hakikat Çekirdekleri), 2013, s.603

[9] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalat), 2013, s.87

[10] Eski Said Dönemi Eserleri(Rumuz), 2013, s.514

[11] Eski Said Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye), 2013, s.352

[12] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat),2013, s.240

[13] Eski Said Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye), 2013, s.352

[14] Sözler(Konferans),2013, s.1252

[15] Emirdağ Lahikası-II, 2013, s.670

[16] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat),2013, s.242

[17] Emirdağ Lahikası, 2013, s.456

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir