Gazete Vesîledir

Gazete vesiledir

Zaman zaman yazılarımıza (1) özellikle e-mail yoluyla farklı ortamlarda yorumlar ve itirazlar alıyoruz.

Bir kısmı ciddiye alınacak cinsten değil. Adavet ve garaz yüklü ifadeler ve edep dışı saldırılara cevap vermek bile lüzumsuz. “‘Cevâbü’l-ahmaki’s-sükût’ kaidesince, böylelere karşı cevap sükûttur.

Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht âkıller bulunduğundan 2” belki onlara veya safî olanları da dikkate alarak hak ve hakikatin hatırı nâmına bir şeyler yazılabilir. Bu şahıslar sırf intikam ve öç almak veya nefsini rahatlatmak için her bulduğu zeminde fikir fukarası indî ve fevrî itirazlarını ve saldırılarını tekrar edip duruyorlar. Özellikle sanal âlemde dolaşan edepsiz saldırıları sâfî zihinleri idlâl etmemek için serrişte etmeyeceğiz.
Bizler işimize ve hizmetimize bakacağız. Çünkü “Onlar boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.3” âyeti mihengimiz olacaktır.

Yeni Asya Gazetesi bir vesiledir. Yeni Asya Ekolü, böyle bir hizmeti sırf rıza-i İlâhi ile deruhte etmeye çalışıyor. “Vesilelik ciheti o şeyin zâtına bakmaz, vesilelik cihetine bakar.4” Vesile, vasıtadır. Maksat ile vesile farklıdır. Maksadımız, gayemizdir. Gaye-i hayalimiz ve hedefimizdir. Bu maksada ve hedefe ulaşmak için vesilelerde ihtilaf edilebilir. Bu ise caizdir. Maksadımız Risale-i Nur’la i’lâ-yı kelimetullahtır. Bu maksada ulaşmakta vesilelerde “mesalikte ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve ‘Neme lâzım, başkası düşünsün’ sözünü de söylettirir.5” Bu nedenle de “dinî cemâatlar maksatta ittihad etmelidirler, vesilelerde farklılık olabilir.”

Meseleyi tesadüm-ü efkâr cihetiyle değerlendirecek olursak “Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesâilde ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder. Fakat tarafgirâne ve garazkârâne, firavunlaşmış nefs-i emmâre hesabına hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü, maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkîsi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritâne gider, kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir.6”

Şimdi gelelim meselenin başka bir cihetine. Yine Risale-i Nur’dan devam etmek istiyorum. “Muavenet elini kabul etmek ayrıdır. Adâvet elini öpmek de ayrıdır. Bir kâfirin herbir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş’et etmek lâzım olmadığından, İslâmın eski ve mütecaviz bir düşmanını def’ için, bir kâfir muavenet elini uzatsa, kabul etmek İslâmiyete hizmettir.7” Burayı ne yapacağız ve nasıl anlayıp tatbik edeceğiz? Şimdi İslâm’ın en dehşeti düşmanı (ahirzamanın iki dehşetli dinsizlik cereyanları) ile mücâhede eden ve tarihe bu cihetiyle geçen, duruşunu ve efkârını düşmanına dahi tasdik ettiren bir hizmet nasıl olur da bu meselede vartaya düşer? Biz diyoruz ki İslâm’ın mütecaviz bir düşmanını def’ için hele ki zaruret derecesine çıkmış bir muavenet elini kabul etmek ve tutmak İslâmiyet’e hizmettir. Şimdi hizmetimizin fikrî mücâhedesi ortadadır. Birilerinin zahiri esbaba bakarak hüküm vermesi mi hak; yoksa fiiliyatta Yeni Asya’nın yapmış olduğu hizmetler mi hak? Aklı, vicdanı sönmemiş, kalbi ölmemiş olan bunun muhasebesini yapmalıdır.

Mes’elenin bir diğer cihetini de şöyle düşünüyoruz. Yeni Asya Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman’a hizmet noktasında vesiledir. Ve devam etmek zarureti vardır. İçten ve dıştan, siyâsî veya cemaatî muarızlar da dikkate alınırsa, kendi yağı ile kavrulan ve fikrî mücâhedesinde taviz vermeden devam eden bir duruştadır. Öyleyse “Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rıza-yı İlâhîdir ve mayası ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür.8”

Bir noktaya da şöyle temas etmek gerekirse: Yeni Asya devam etmek zorundadır. Yeni Asya’nın ayakta kalması ve neşr-i hak noktasında vazife yapması hayr-ı kesirdir. Yeni Asya’nın Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretleri’nin şahsiyet-i mânevîyesi noktasında matbuat âleminden düşmesi ise şerr-i kesirdir. Kim ne derse desin bu hüküm bizce böyledir. Öyleyse hadiseye şu cihetten de bakmak elzemdir: “Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesiri intaç eden bir şer terk edilse, o vakit şerr-i kesir irtikâp edilmiş olur.9” Bu noktadan da yapılacak bir değerlendirme Yeni Asya’ya hücum edenlerin haklı olmadığının ispatıdır.

Başka bir yerden meseleye şöyle de yaklaşabiliriz: “Vesilelerde niyetin tesiri azdır. Maksadın hakikatini tağyir etmez. Çünkü maksut, vesilenin vücuduna terettüp eder; içindeki niyete bakmaz.10” Şimdi bu noktadan bakacak olursak “ben bir define veya su bulmak için bir kuyu kazıyorum. Biri geldi, kendini saklamak veya orada muzahrafatını defnetmek için, bana yardım ederek kazdı. Suyun çıkmasına ve define bulunmasına niyeti tesir etmez. Su, fiiline, kazmasına bakar, niyetine bakmaz.11” vesselam!

Bir diğer ekleyeceğim yer de konuya ışık tutabilir: “Sebeb-i ihtilaf-ı muzır, ‘Bu haktır’ düsturu yerine ‘Yalnız hak budur’; ve ‘En güzeli budur’ hükmü yerine, ‘Güzeli budur’ hükmü ikame edilmiştir. El-hûbbu fillah esas-ı merhamet-kârı yerine, el-buğzu fillah ikame edilmiştir. Kendi mesleğinin muhabbeti yerine, başka meslekten nefret harekâtında hâkim kılınmıştır. Hakikate muhabbet yerine, ene tarafgirliği müdahale etmiştir. Vesail ve delâil, makasıd ve gàyât yerine ikame edilmiştir. Halbuki fasit bir delil ile, hak bir netice zihinde ikame edilir; bâtıl bir vesile ile hak bir gaye, fikirde tespit edilir. Madem gaye ve maksat haktır; delil ve vesilelerdeki fesat, böyle inşikak-ı kulûba sebebiyet vermemeli. Sebeb-i ihtilâf, hâkim-i zâlim olan cerbezedir. Fikr-i tenkit ve bedbinliğe istinad eden cerbeze, daima zâlimdir.12” Burada en ehemmiyetli noktalar “Madem gaye ve maksat haktır;” kısmıdır. Yoksa çok şiddetli inşikak-ı kulûba sebebiyet veriliyor, hâlbuki verilmemelidir.

Bir nokta daha kaldı ki, Üstad haklı dahi olsanız size hak vermiyor: Meşreplerde (mesleklerde değil) “Belki hodgâmlık ve enâniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek, ittifak ve muhabbet yerine, ihtilâf ve rekabet ortaya girer. İhlâsı kaçırır, vazifesi zîrüzeber olur.13” Hem münakaşa meselesinde “Haklı adam, insaflı olur. Bir dirhem hakkını, istirahat-i umumînin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enâniyetli olur; feda etmez, gürültü çoğalır.14”

Burada mühim bir prensibi de iktibas etmek gerekiyor: “Füccar ve ebrârın karâbetleri ve bir meskende durmaları zarar vermez.15” Sen bir katille veya eşrar birisi ile aynı koltukta seyahat etsen veya aynı mekânda bulunsan bu karâbet ve birliktelik sana zarar vermez. Senin selamet-i fikrine ve dâvâna ve de sadakatine zarar gelmez. Sen bir markettesin veya bir işyerin var. Bu işyerine her türlü insan gelip ticaret yapıyor. Sen insanlar arasında ayrım yapmıyorsun. Sana mal satıyorum, ancak sana satmıyorum demiyorsun. Eşrar ahyara karışmış şekilde sosyal hayatın içersinde bulunuyorsun. Maddî bir müdahale veya fiili bir taarruz olmadan eşrar kişilerin düşünceleri senin selâmet-i fikrine zarar vermediği gibi, o fikrin mevcudiyeti senin fikrinin derece-i kuvvetine hizmet ediyor ve kıyas-ı vahid oluyor. “Nasıl ki, şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücaveretleri var.” Bu mücaveret senin kalbinde beraber bulunduğu halde sana zarar vermiyor. Herkes vazifesini yapıyor. Melek-i ilhamın lümme-i şeytaniye ile kalbinde yakın bulunmasını nasıl olur da bir itham vesilesi yaparak sen şeytanla berabersin ve onun tarafındasın, senin vaziyetin onunla aynıdır dersin? Bu insafa, vicdana, hakperestliğe sığar mı?

Dipnotlar:

1- Bu itirazlar Yeni Asya ile ilgili yazılarımıza oluyor.
2- Mektubat, s:742
3- Furkan Sûresi, 25:72.
4- Lem’alar, s:272
5- Eski Said Eserleri (Makalat), s:94
6- Mektubat, s:452
7- Eski Said Eserleri (Hutuvat-ı Sitte), s:450
8- Lem’alar, s:383
9- Mektubat, s:71
10- Eski Said Eserleri (Hutuvat-ı Sitte), s:451
11- Eski Said Eserleri (Hutuvat-ı Sitte), s:451
12- Eski Said Eserleri (Tuluât), s:569
13- Lem’alar, s:374
14- Şualar, s:508
15- Sözler, s:436

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir