Bedîüzzamân ve Ahrârlar

Prens Sabahaddin ve ahrârlık

Prens Sabahaddin, Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülmecid’in torunu, V. Murat, II. Abdülhamid, V. Mehmet ve VI. Mehmed’in yeğenidir. Annesi Osmanlı Padişahı Abdülmecid’in kızı ve II. Abdülhamid’in üvey kız kardeşidir. “Meşrutiyet dönemindeki Osmanlı Ahrar Fırkası ideologlarından fikir ve siyaset adamı Prens Sabahaddin Beyin prensliği, anne tarafına dayanır. Annesi Seniha Hanım, Sultan Abdülhamid’in üvey kız kardeşidir. Babası, Kaptan-ı Derya Damat Gürcü Halil Rifat Paşa’nın oğlu Damat Mahmut Celâleddin Paşa, hürriyet-meşrûtiyet taraftarı olması ve Yeni Osmanlılara yakınlık duyması sebebiyle, mutlakıyet rejimi tarafından sakıncalı görülüyordu. Önce, Adliye Nezareti’ndeki işine son verildi; ardından inzivada kalmaya mecbur edildi. Mesele bununla da bitmedi; hemen her hareketi yakın takibe alındı. Evinin ve âile hayatının sürekli şekilde takip ve tarassut altında tutulması, onu ve âile efradını ziyadesiyle rahatsız etti.

Mahmut Celâleddin Paşa’nın âilesi hem bu rahatsızlık sebebiyle, hem de çocuklarının daha iyi bir tahsil görmeleri mülâhazasıyla, İstanbul’dan ayrılarak Fransa’ya yerleşti. Âilesi Fransa’da iken Jön Türklerle temasa geçen ve onlarla birlikte hareket etmeye başlayan Prens Sabahaddin, 1902’de Paris’te yapılan Ahrar Kongresi’nde en ön safta boy gösterdi. Kongredeki rakibi ise, Meşrutiyet taraftarı olmakla birlikte daha ziyade milliyetçi ve merkeziyetçi fikirleriyle tanınmış olan Ahmet Rıza Beydi. Ahrar hareketi, bu kongreden sonra iki kola ayrıldı: Milliyetçi-Merkeziyetçi Grup ile Hürriyetçi Liberal Grup.

II. Meşrutiyet’in ilân edilmesiyle birlikte İstanbul’a gelince Ahrar-ı Osmaniye Fırkası saflarına katılan Prens Sabahaddin, bu fikrî ve siyasî hareketin ideologlarından biri oldu. Ne var ki, 1908 yılı seçimlerini komitacılıkla iş gören İttihatçılar kazandı. Bunlar, kendilerine rakip olarak Ahrar Fırkasını gördükleri için de, onlara karşı her türlü baskı ve yıldırma yöntemlerini devreye soktular.[1]

Sultan Abdülhamid’in otuz yıllık hürriyetleri kısıtlayıcı yönetiminin ardından, ifade ve dernek kurma hürriyetlerinin tanınması, basın kanununun kaldırılmasıyla sansürün sona ermesi, basın ve politikaya büyük hareketlilik getirdi. Hemen her alanla ilgili fikirlerin en ince ayrıntısına kadar aktarıldığı yüzlerce haber bülteni, gazete ve dergi yayınlanmaya başlandı. Bu gelişmeler karşısında toplum, hızlı ve görülmemiş bir şekilde siyasallaştı. Tüm halkın, zanaatkârların ve hamalların bile aralarında konuştukları tek konu politika oldu.[2] Birbirinden farklı maksat ve gayeleri dile getirmeye yönelik çok sayıda sosyal, politik, kültürel ve meslekî kulüp ve dernek kuruldu.[3]  Muhalif hareketler, kurdukları kulüp[4] ve siyasi partiler aracılığıyla varlıklarını hissettirmeye başladılar. Bediüzzaman’ın İstanbul hayatı ve II. Meşrûtiyet yıllarında kurulan en etkili siyasi oluşum, Osmanlı Ahrar Fırkası idi. Rejime muhalif olan bu partinin önemli fikir adamı, Sultan Abdülhamid’in yeğeni Prens Sabahaddin’di. 1908 yılında yapılan ilk seçime katıldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin görüşlerine zıt olan “Şahs-i teşebbüs ve adem-i merkeziyet (özel teşebbüs ve merkezden bağımsız)” düşüncesini ileri sürüyordu. Bazı yetkilerin etnik azınlık ve dinî kesimlere verilmesini ileri süren ilkeleri o dönemde büyük bir tepki çekti.[5]

Mezkûr partinin fikir ideoloğu olan Sabahaddin Bey, daha önceden Paris’e sürgün edilen; aynı zamanda İtihâd ve Terakki Cem’iyyeti’nin en önemli ideologlarından olan ve pozitivist kimliğiyle tanınan Ahmed Rıza ile aralarında bir rekabet söz konusuydu. Ahmed Rıza, İstanbul’a geri dönüşünde bir kahraman gibi karşılandı ve yapılan seçimlerin hemen ardından Meclis-i Mebusan’ın başkanı olarak görevlendirildi. İtihâd ve Terakki Cem’iyyeti, güçlü bir merkezi hükümet kurma politikası takip ederken, Sabahaddin Bey de, devletin içinde bulunduğu sıkıntılara çözüm olarak İtihâd ve Terakki Cem’iyyeti’nin politikalarına taban tabana zıt olan “şahsî teşebbüs ve adem-i merkeziyet” ilkelerini öne sürüyordu. Hükümete ait bazı yetkilerin çeşitli dinî ve etnik azınlıklara devredilmesini savunan bu fikirler, aşırı şekilde tenkit edildi.

Mezarı Eyüp Sultan’da

Prens Sabahaddin Beyin, I. Meşrutiyet’in feshedilerek ilk Meclis-i Mebusan’ın kapatıldığı gün olan 13 Şubat 1878’de dünyaya geldiği rivayet edilir. 30 Haziran 1948’de İsviçre’de vefat eden Prens Sabahaddin Beyin mezar nakli, 4-5 sene sonra ancak mümkün olabildi. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, 1951’de Taif’te bulunan Mithat Paşanın mezarını İstanbul Şişli’deki Hürriyet-i Ebediye Tepesine nakletti. Bundan bir sene sonra ise, Ahrar-Demokrat hareketin fikir öncülerinden olan Prens Sabahaddin Beyin mezarını kendi vatanına nakletmek için harekete geçildi. İlk adım, Osmanlı Hanedanına mensup kimseler için yapılan kanun değişikliği noktasında atıldı. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın şiddetle muhalefet ettiği bu girişim, Başbakan Adnan Menderes’i istifa eşiğine kadar getirdi. Sonunda, Bayar geri adım atmak zorunda kaldı ve ilgili kanun kabul edilerek yürürlüğe girdi. 16 Haziran 1952’de kabul edilen ve bazı şartlara bağlı tutulan 5958 sayılı söz konusu kanunla, Osmanlı Hanedanına mensup sadece ölmüş olanlar ile hayattaki hanımların yurda girişlerine izin verildi.

İşte, bilhassa Adnan Menderes’in fikirlerine hayranlık duyduğu Prens Sabahaddin Beyin mezarı da, bu kanunun kabul edilişinden iki hafta sonra İsviçre’den alınarak İstanbul’a getirtildi. Sabahaddin Beyin mezarı, hâlen Eyüp Sultan Kabristanında olup ziyarete açıktır.[6]

Bediüzzaman ve Prens Sabahaddin

Adem-i Merkeziyetçilik adını verdiği siyasi düşünceyi savunan Prens Sabahaddin, II. Meşrutiyet’in ilânından sonra devleti yöneten İttihâd ve Terakkî’ye yönelen muhalefetin öncülerindendir. II. Meşrutiyet ilân edildikten sonra liberal görüşleri savunan Jön Türkler’in kurduğu Türk siyasi tarihinin ilk muhalefet partisi olan Osmanlı Ahrâr Fırkası’nı destekledi ve perde arkasından yönetti. Osmanlı Ahrâr Fırkası 31 Mart Olayı’nda payı olmakla suçlandı ve kapatıldı. Prens Sabahaddin tutuklandı, ancak Mahmut Şevket Paşa ve Hurşid Paşa’nın aracılığı ile serbest bırakıldı.

Bediüzzaman Said Nursî, 1910 yılında Nutuk isimli eserini yayınladı.  Bu eserinde, ortaya çıkan en köklü problemlere çok net ifadelerle, akıl ve mantık çerçevesinde cevaplar sundu. Ayrıca bu risalede, Prens Sabahaddin ve onun adem-i merkeziyet fikrine karşı “Prens Sabahaddin Bey’in Su-i Telakki Olunan Güzel Fikrine Cevap”[7] başlığıyla yol gösterici ve tenkitler ihtiva eden bir makale kaleme aldı.

Bu mektubunda Said Nursi, Osmanlı Devleti için federal bir sistemin teorik olarak kabul edilebilir olduğunu; ancak değişik dinî ve etnik grupların gelişme seviyelerinin de birbirinden farklı olmasından dolayı, bu sistemin o zamanda uygulanamayacağını söylüyordu. Buradan hareketle ayrılık ve ihtilafların zararını, “hayat ittihattadır” ifadesiyle dile getirdi. Bu yazısında, eğitimin, ilmin ve terakkinin önemini vurgulamakta kullandığı ilmî mecazlar da dikkat çekiciydi.[8]

Bediüzzaman Sad Nursî’ye göre birlik, beraberlik ve bütünleşme, ancak millet sevgisiyle, birlik ve bütünlüğü hatıra getiren bağlarla sağlanabilirdi. “Merkeziyetçi” ortak hedeflerin hayata geçirilmesi hâlinde, düzenli bir terakki kaydedilebilirdi. Diğer yandan Said Nursi, etnik farklılıkların yok edilmemesi gerektiğine inanıyordu. Nutuk ve hitabelerinde müşahede ettiğimiz gibi, devleti meydana getiren tüm unsurların “âdât-ı milliyesine, lisân-ı kavmiyesine ve istidad-ı efkârına” göre projeler hazırlamasını; ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını ve herkese eşit haklar sunulmasını yönetimin en önde gelen görevleri arasında olduğunu vurguluyordu. Böyle yapıldığı takdirde “makine-i terakkiyat-ı medeniyet” olarak tarif ettiği sağlıklı bir rekabet teşekkül edecekti.[9]

Bu hususların ardından Said Nursi, Prens Sabahaddin’e adem-i merkeziyet düşüncesinin yanı sıra, “onun ammizâdeleri” olarak nitelediği siyasi kulüpler ve çeşitli azınlıklar tarafından kurulan teşkilatların, farklı unsurlar arasında yaşanan çatışmalardan dolayı bir merkezkaç kuvvetine dönüşeceğinden dolayı ikazda bulunuyordu. Gittikçe artan şiddet, “tevsi’i mezuniyet kabına” sığmayıp taşabilirdi. Bu durum, “Osmanlıcılık ve meşrutiyet perdesinin birden feveran ile yırtılmasına,” otonomi ve bağımsızlığa ve bir sürü küçük devletin ortaya çıkmasına sebep olacaktı. Aralarındaki rekabet ve hâkimiyet kurma isteği yüzünden daha da şiddetlenen eşitsiz ve adil olmayan icraatların neticeleri, sonunda ülkeyi karışıklığa sürükleyecekti. Said Nursi’ye göre; Prens Sabahaddin gibi iyi bir eğitim almış kabiliyetli bir insanın hamiyeti ve asaletinin, devleti parçalayacak, ihtilaf çıkartacak ve istikbali mahvedecek işler yapmasına izin vermesi düşünülemezdi. Osmanlı sınırları içinde yaşayan insanların çoğu tevhid inancına sahipti. Allah’ın birliğine inanıyorlardı. Birlik ve bütünlüğün tesis edilmesi ve kendi milliyetlerinin yeniden neşv-ü nemâ bulması için gayret ediyorlardı. Onların çoğuna göre İslâm yeterliydi. Çözümler İslâm çatısı altında aranmalıydı.[10]

Bediüzzaman’ın görüşü, Osmanlı Devleti’ni meydana getiren milletlerin ortak noktası, İslâm ve tevhid inancının pekiştirilmesiydi. “Milliyetimiz İslâmiyet’tir” düşüncesinin yaygınlaştırılmasına ve yerleştirilmesine çalışılmalıydı. İslam kardeşliği en önemli unsurdu. İlk önce her etnik grubun içindeki birlik ve sevginin gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Birlik ve muhabbetin yaygınlaşmasıyla birlikte bütün Müslüman etnik unsurların devlete olan muhabbeti kendiliğinden gerçekleşecekti. “Eğer bize unsur lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir.”[11] diyordu.

Burada önemli bir noktayı hatırlamakta fayda mülahaza ediyoruz. Bediüzzaman’ın bu konuda Prens Sabahaddin’e karşı çıkması, her konuda ona muhalif olması manasına gelmez. Mesela memuriyet konusunda “Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa, yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder.”[12]HAŞİYE şeklide Bediüzzaman ile Prens Sabahaddin aynı şeyleri söylemektedir.

Bediüzzaman’ın Desteklediği Ahrârlar

Osmanlı Ahrâr Fırkası (kısaca Ahrâr Fırkası veya Fırka-i Ahrâr), İkinci Meşrutiyet döneminde faaliyet gösteren siyasi partidir. 14 Eylül 1908’de, Prens Sabahaddin’in önderliğinde Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti çatısında örgütlenen liberal Jön Türk kanadı tarafından kuruldu. Prens Sabahaddin, kendisine önerilen parti başkanlığını kabul etmedi, ancak girişimi destekledi. Fırkaya resmi bir başkan seçilmedi. Parti programı, kurucu üye Nurettin Ferruh Bey tarafından hazırlandı. Programın hazırlanmasında Kont Leon Ostrorog yabancı parti programlarını tercüme ederek yardımcı oldu. Ahrâr Fırkası İngiliz siyasi parti geleneğini esas almıştır. Parti 1908 seçimlerine katıldı, ancak İttihâd(ve Terakki) karşısında başarı gösteremedi, münhasıran bu partiden gösterilen adaylar meclise giremediler. İttihâd ve Terakki karşıtı İkdam, Sabah, Yeni Gazete, Sadayı Millet ve Servet-i Fünûn gazeteleri, Ahrâr Fırkası’nı desteklediler. 31 Mart Vak’ası, Ahrâr Fırkası’nın sonu oldu. Prens Sabahaddin ve kurucu üye Ahmed Fazlı Bey Divân-ı Harpte yargılandı ve suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Fırka üyelerinin bir kısmı yurt dışına kaçtılar. Nurettin Ferruh Bey 1910’da ülkeye döndü ve partinin feshedildiğini belirten bir bildiri yayımladı. Partinin başlıca siyasi görüşleri liberalizm, teşebbüs hürriyeti, adem-i merkeziyet (yerel yönetimlere güç verilmesi, merkezi otoritenin sınırlanması) ve ferdiyetçilik olmuştur.[13]

Bediüzzaman’ın Ahrârlara bakışı

Bediüzzaman Hazretleri’nin tâ 1890’larda “Ahrâr” diye tanıyıp tanımladığı[14] Jön Türklerin ekserisi, hamiyet ve milliyet dâvâsında dürüst ve samimi kimselerdir. Bediüzzaman, aynı eserinde, 1892’de Mardin taraflarında tanıma fırsatını bulduğu Yeni Osmanlılar için aynen şu ifadeyi kullanıyor: “Tâ o vakitte anladım; ekser Ahrârımız mutekid (inançlı, itikatlı) Müslümanlardır.”[15] Bediüzzaman’ın bu ifadesinden de anlıyoruz ki, 1908’de kurulan Ahrâr-ı Osmaniye Fırkası henüz tarih sahnesine çıkmadan da, bu fikrî hareketin evveliyatını ve bir nev’i altyapısını teşkil eden Jön Türkleri/Yeni Osmanlıları “Ahrâr” olarak görmüş ve öyle de isimlendirmiştir. Namık Kemâl’in hürriyeti destanlaştıran “Hürriyet Kasidesi” şiiri ile “Rüyâ” başlıklı makalesi, Bediüzzaman’ın “Hürriyete Hitap” nutukları arasında da muazzam bir mânâ ve muhteva paralelliği bulunmaktadır. Said Nursi, buluğ çağına henüz erdiği 15-16 yaşlarında Mardin taraflarında olduğunu ve burada iken Namık Kemâl’in “Rüyâ” isimli makalesini okuyup çokça istifade ettiğini, aynı zaman zarfında hürriyetin mânâsı ile siyasetteki “muktesit meslek/vasat yol” hakkında ciddi mâlumat sahibi olduğunu gayet açık bir surette beyân ediyor.[16] İşte kendi orijinal ifadeleri: “İnkılâptan (1908’den) on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhur Kemâl’in ‘Rüyâ’sıyla uyandım.”[17]

Ahrârların mücadelesi

Bunlar, adalet, hamiyet, milliyet, hürriyet ve müsâvâtı gerçek manada müdafaa eden Ahrâr grubudur ki, sonradan Ahrâr Fırkası adı altında İttihâd ve Terakki’den ayrılmak istemişlerdir. Ahmed Rıza Bey, Enver ve Niyazi Beylerin bu manada İttihâtcı olduklarını ve ancak birinci grubun esiri olduklarını düşünüyoruz. Nitekim Mithat Paşa’nın oğlu Ali Haydar Bey, daha işin başında birinci grubun hıyânetlerini görerek cemiyetten istifa etmiştir. Bu ikinci gruba mensup olan hakiki hürriyet-perverler, daha sonra Abdülhamid’e yaptıkları zulümlerden pişman olmuşlar ve kusurlarını itiraf etmişlerdir. Maalesef, II. Meşrutiyetin kurulmasından sonra, İttihâd ve Terakki’nin içinde hâkim olan kuvvet birinci grup olmuştur. Hakiki hürriyetçiler iki defa Hükümetin başına geçtikleri halde, birinciler tarafından çeşitli oyun ve entrikalarla devrilmişlerdir. İşte Mehmed Âkif ve Bediüzzaman gibi İslâm âlimlerinin kendilerine nasihat ettikleri İttihâdcılar grubu, Ahrâr denilen ikinci gruptur.[18]

 Bediüzzaman’ın müsbet ve menfî olarak gördüğü kesimlere hem tavsiyeleri ve hem de tenkitleri vardır. İlk başlarda, yani Hürriyet’in ilânı günlerinde İttihâd ve Terakki’nin bütün kolları ve ayrı ayrı fikir cereyanları Bediüzzaman’a karşı hürmet ve takdir içinde bulunurlarken, sonraları Bediüzzaman’ın doğrudan doğruya İttihâd-ı İslâm ve İslâmî an’ane ve mefkûresi adına kabul ettiği hürriyet anlayışı, bunların bazılarının işine gelmemesi sonucu, Bediüzzaman’dan ayrıldılar. Fakat İttihâd Terakki’nin sağ kanadını teşkil eden hakiki milliyetçi ve gerçek hürriyet-perverler ve Ahrâr kısmı onunla dostluklarını sonuna kadar devam ettirdiler. Bu cihetler ahrârlar ile Bediüzzaman arasında ve sonrasında da Nur talebeleri arasında kader birliği vardır. Perde arkasında iş gören ifsad şebekeleri Ahrârlar ile Nur talebelerine karşı hep sû-i kast planlarını devreye sokmuşlar, zaman zaman da başarılı olmuşlardır. Ancak kader hükmünü icra edecek ve “İnşaallah, o Ahrârlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.”[19]

Ahrârlar iki defa başa geçtiği halde…

Risale-i Nur Külliyatı’nda “Ahrârlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler.[20]ifadesi Emirdağ Lahikası, ikinci kısımda yer almaktadır. Bu konunun tarihi cihetine bakan noktalara işaret etmeye çalışalım inşâallah.

Osmanlı Ahrâr Fırkası II. Meşrûtiyetin ilânından takriben iki ay sonra 14 Eylül 1908 tarihinde kurulmuştur. Aynı yılın Kasım-Aralık aylarında yapılan ilk genel seçimlere, henüz teşkilatlanmasını tamamlayamadan, sadece İstanbul’dan katılan Ahrâr Fırkası, hiç mebûs çıkaramamıştır. Yalnız, kurucularından Mahir Said Bey memleketi olan Ankara’dan şahsî nüfuzu sayesinde seçilebilmiştir. Ancak, Meclisin Aralık 1908’de açılmasından kısa bir süre sonra 60-70 milletvekili zamanla bu fırkanın saflarına geçmiştir. Ahrâr Fırkası, Sultan II. Abdülhamid’in yeğeni olan Prens Sabahaddin’in II. Meşrûtiyet’in ilân edilmesiyle yurtdışından İstanbul’a dönüşünden iki hafta sonra kurulmuştur. Fırkanın başkanlığına herhangi bir şahıs tâyin edilmemiştir. Kurucularının Prens Sabahaddin’in yakın arkadaşları olmaları ve parti programının da Prensin, “teşebbüs-i şahsî ve âdem-i merkeziyet” fikirlerini esas almış olması sebebiyle, Prens Sabahaddin efkâr-ı ammede fırkanın mânevî lideri olarak kabul edilmiştir.

Ahrâr Fırkası kurulduğu tarihten itibâren, 13 Nisan 1909’da ortaya çıkan 31 Mart isyanına kadar, ancak yedi ay müddetle siyaset sahnesinde kalabilmiştir. Dönemin resmî olarak kurulan ilk siyasî partisi olan Fırkanın lider kadrosu 31 Mart isyanının fâilleri ithamıyla adlî takibata maruz kalmıştır. Neticede ya mahkûm olmuşlar, ya da yurt dışına çıkmak mecburiyetinde bırakılmışlardır. Bu şekilde fiilen dağılmış olan Fırkanın, Ocak 1910 tarihinde de resmen feshedildiği kamuoyuna ilân edilmiştir.

Ahrâr Fırkası’nın ancak yedi ay kadar kısa bir süre hayatta kalabilmiş ve iştirak ettiği tek genel seçimde de herhangi bir varlık gösterememiş olmasına mukabil, Bediüzzaman’ın Ahrârların iki defa başa geçtiğini ifade etmiş olması arasında, ilk nazarda bir tenâkuz görülmektedir. Belki de bu sebepten yeteri kadar üzerinde durulmayan bu tespitin makul bir izahı olmalıdır. Ayrıca, başa geçenin “Ahrâr Fırkası” olarak değil de “Ahrârlar” şeklinde tâbir edilmiş olması da dikkat çekicidir. Öyleyse meseleye parti olarak değil, fikir ve program olarak başa geçmek şeklinde yaklaşmak daha makul bir yaklaşım olmalıdır.

Siyasî Sistem ve Başa Geçme Meselesi
İlk bakışta garip gibi görünen Bediüzzaman’ın bu tespitinin doğru anlaşılabilmesi için, dönemin siyasî sistemini de dikkate almak icâb eder. O günkü anayasaya göre sadrazam, padişah tarafından tâyin edilmektedir. Sadrazamın, seçilmiş olması, yâni Meclis içerisinden tâyin edilmesi mecburiyeti de bulunmamaktadır. Ki, ele alacağımız dönemin bütün sadrazamları Meclis dışından olan devlet erkânı arasından tâyin edilmiştir. Günümüzde olduğu gibi, seçimlerin galibi olan partinin genel başkanının hükûmeti kurmakla görevlendirilmesi gibi bir şart ya da teâmül bulunmamaktadır. Kabinenin diğer üyeleri sadrazam tarafından belirlenerek, yine Padişahın tasdikine arz edilmektedir. Heyet-i Vükelâ denilen hükûmet, Meclise değil padişaha karşı sorumludur ve hukuken Meclisten güvenoyu alma şartı da bulunmamaktadır.

İktidarın, Meclis-Hükûmet-Saray arasında taksim edilmiş olduğu bu sistemde, en zayıf vaziyette olan Meclis-i Mebûsan olup, iktidar esas olarak Bâbıâli ile Saray arasında paylaşılmıştır. Dolayısıyla “Başa Geç-me” ifadesiyle esas olarak hükûmete hàkim olma ya da tesir etme kastedilmektedir. Başlangıçta bu şekilde olan siyasî sistem, 31 Mart sonrası yapılan 1909 anayasa değişiklikleri ile Meclisi daha ön plâna çıkaran bir yapıya kavuşturulmuştur. Ancak bu değişiklik, tabiî olarak olması gerektiği şekilde halk iradesinin hàkimiyetini netice vermemiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni idare eden dar bir kadronun tahakkümü sebebiyle, meşrûtiyet ve demokrasi inkişaf edemeyerek inkıtaa uğramıştır.

II. Meşrûtiyet Dönemi Hükûmetleri

Ahrâr Fırkası’nın çok kısa bir dönem hayatta kalabilmiş olması ve siyasî sistemin o dönemdeki yapısı dikkate alındığında, “Ahrârların iki defa başa geçmesi” vâkıasını, o devrede işbaşına gelen hükûmetler içerisinde aramak gerekir. Bu maksatla, Meşrûtiyetin ilân edildiği tarih ile “Bâb-ı âli Baskını” olarak bilinen hükûmet darbesinin yapıldığı Ocak 1913 yılına kadar olan dönemdeki hükûmetler değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır. Zira bu tarihten sonra ülkede İttihat ve Terakki’nin tek başına hàkimiyeti başlamış ve muhalefet tamamen sindirilip dağıtılmıştır.[21]

Hürriyet ve İtilaf Fırkası

Bir önceki yazımızda “Ahrârlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler.”[22] cümlesini tahlil etmeye çalışmış ve “Ahrârların iki defa başa geçmesi” vâkıasını, o devrede işbaşına gelen hükûmetler içerisinde aramak gerektiğini; bu maksatla, Meşrûtiyetin ilân edildiği tarih ile “Bâb-ı Âli Baskını” olarak bilinen hükûmet darbesinin yapıldığı 23 Ocak 1913 yılına kadar olan dönemdeki hükûmetler değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır.”[23] tespitini de aktarmıştık. Konuyu 1908 -1913 yılları arasında yaşanan hadiseleri de inceleyerek “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” bağlamında değerlendirelim inşâallah.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İkinci Meşrûtiyet döneminde iktidardaki İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’ne karşı kurulmuş olan en önemli muhalefet partisidir. 1911-1913 arasındaki ilk faaliyet dönemi, 23 Ocak 1913’te İttihâd ve Terakkî’nin Bâb-ı Âli Baskını ile diktatörlüğünü ilan etmesi üzerine sona ermiştir. İkinci Meşrûtiyetten sonra Birinci Meclis-i Mebûsan (1908-1912) içinde İttihâd ve Terakkî’ye muhalif olan çeşitli grupların birleşerek güçlü bir parti kurması fikri 1911 başlarından itibaren gündeme gelmiştir.[24] Kurulan bu güçlü muhalefet partisi olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, son derece bunalımlı bir dönemde kurulmuştur. Mahir Said, Kemal Midhat, Hüseyin Sîret ve Rıza Nur, Hürriyet ve İtilaf Fırkası kuruluş beyannâmesini ve programını İstanbul Valisi Emin Bey’e 21 Kasım 1911’de vererek Fırkayı kurmuşlardır.[25] 24 Kasım 1911’de yapılan kongrede Damat Ferit Paşa parti reisliğine seçilir. Ancak partinin aktif önderi daha çok Miralay Sadık Bey’dir. Parti programını Ahmet Reşit (Rey) kaleme almıştır.[26]

Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile dağınık muhalefet toplanıyor

Hürriyet ve İtilaf Fırkası, meclis içinde bulunan mutedil (ılımlı) Hürriyetperveran ve Ahali fırkalarına mensup mebuslarla, Rum, Arnavut, Arap, Ermeni mebusları ve hiçbir partiye üye olmadıklarını söyleyen Hizb-i Müstakil mebuslarının birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Böylece İttihâd ve Terakkî karşısında dağınık durumda olan muhalefet toplanmış olur. Ayrıca meclis dışında bulunan eski İttihâdçılar, devre dışı bırakılan ilmiyeciler, eski Ahrârcılar, demokratlar ve sosyalistler gibi düşünceleri farklı ve İttihâd ve Terakkî’ye karşı olan kimseler de bu fıkra içinde yer alırlar. Tek başlarına İttihâd ve Terakkî’ye karşı koyamayan kişilerin ve partilerin birleşmesi neticesinde ortaya çıkan fırkanın belli bir ideolojisi yoktur. Asıl gayeleri, İttihâdçıların çeteciliğini ve komitacılığını önlemek ve iktidar tekelini kırmaktır. Ancak bünyesinde topladığı unsurların eğilimine göre Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Osmanlıcılık, adem-i merkeziyetçilik ve teşebbüs-i şahsî (yerinden idare ve hür teşebbüs), Meşrûtiyetçilik, liberal ekonomi gibi fikirlerin savunuculuğunu yapar. İttihâd ve Terakkî Fırkası’yla kıyasıya mücadele edilir. Sopalı seçim olarak bilinen 1912 seçiminde pek az mebus çıkarabilen fırka, İttihâd ve Terakkî’nin uyguladığı baskı politikaları yüzünden etkinliğini kaybeder.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulduktan sonra gelişen hadiseler

1911 yılının son aylarında İttihâd ve Terakkî’ye muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulduktan sonra, İstanbul’da yapılan ara seçimleri de kazanmıştır. İttihâd ve Terakkî bunun üzerine erken seçime gitmiş ve hileli bir şekilde 1912 seçimlerini kazanmıştır. Bunun üzerine Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı Halâskâr Zâbitân bir askerî muhtıra vererek Mehmed Said Paşa Hükûmeti’ni düşürmüştür. Ardından Ahmed Muhtar Paşa’nın sadrazamlığında tarafsız bir hükûmet kurulmuş, fakat dört ay sonra Halâskâr Zâbitân’ın baskıları sonucu Ahmed Muhtar Paşa istifa etmiş ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı Kâmil Paşa Hükümeti kurulmuştur. Kâmil Paşa Hükümeti döneminde Balkan Savaşları’nda yaşanan bozgun sonucunda Osmanlı Balkanlardan tümüyle çekilmek zorunda kalmıştır. İttihâd ve Terakkî, hükümetin Edirne’yi de Bulgarlara teslim edeceğini öne sürerek halkı kışkırtmış ve Bâb-ı Âli Baskınını düzenlemiştir. Baskına Enver Bey, Talat Bey, Yakub Cemil, Mustafa Necip, Filibeli Hilmi, Sapancalı Hakkı ve Mithat Şükrü Bey aktif olarak katılmış, çok sayıda İttihâdçı da Bâb-ı Âli’nin çevresine yerleştirilmiştir.[27]

Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın yayın organları ve destekleyen gazeteler

Bünyesinde çeşitli unsurları barındıran ve kitle partisi hüviyetinde olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, Teşkilat, Tahdirat, Teminat, Merih, Hemrah, Islahat, Şehrah, İfham Gazeteleri gibi yayın organları vardır. Fırkanın faaliyet ve fikirlerini İkdam, Yeni İkdam, Yeni Gazete, Alemdar Gazeteleri desteklerler.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası içinde ayrılıklar başlıyor

Fırkanın ideolojik birliğe ve herhangi bir sosyal sınıfa dayanmayışı, mensupları arasında görüş ayrılıklarına ve tartışmalara yol açar. İlk olarak, Avrupâî düşünceli gençlerle ilmiyeciler arasında çıkan tartışmalar istifalara sebep olur. İstifalardan sonra fırka, Miralay Sadık Bey, Şaban Efendi, Gümülcineli İsmail Bey takımının idaresine girer. Küçük bir hizbin eline geçen Hürriyet ve İtilaf Fırkası gittikçe zayıflar. Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra daha sert tedbirlere başvuran İttihâd ve Terakkî, kurduğu Divan-ı Harb’de Hürriyet ve itilaf Fırkası liderlerinden Gümülcineli İsmail Bey ile önde gelen meşhur kişileri gıyaben idama mahkûm eder. Fırkanın bazı elemanları da, Sinop’a sürülür. Ağır cezaya çarptırılmış olanlardan kimi idam edilir, kimi ülke dışına kaçar. Hükûmet tarafından resmen kapatılmamış olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası kendiliğinden siyasi hayattan çekilir.[28]

Ahrârların ikinci kez başa geçmesi

“Ahrârların iki defa başa geçmesi” ve “az bir zamanda onları devirdiler” meselesinin ikinci başa geçme hadisesi Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurulduktan kısa bir süre sonra İstanbul’da yapılan ara seçimleri kazanması ve akabinde gelişen hadiseler sonucunda Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı Kâmil Paşa Hükümeti’nin kurulması olarak görülebilir. Zaten az bir zaman sonra 23 Ocak 1913’te İttihâd ve Terakkî’nin Bâb-ı Âli Baskını ile diktatörlüğünü ilan etmesi üzerine Ahrârların devamı konumunda olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası devrilmiş ve siyasi hayattan çekilmiştir. Bediüzzaman’ın 1946’da Demokrat Parti’nin kurulması ile “Ahrâr Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı.”[29] ifadesi, 1911 senesinde ‘Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurulup hayat sahnesinden çekilmesi arasında geçen otuz beş seneye tevafuk ediyor.

Bediüzzaman’ın Ahrârlara bakışı

Bediüzzaman Hazretleri İttihad ve Terakki içinde bulunan çok yönlü yapıdan ayrılan hürriyetçi ve demokrat fikirli kişilerin, komitacı ve mason kısmından ayrıldığını ifade ederek, müttefik olduğu ahrâr misyonun farkını net olarak açıklar. “Sen Selânik’te İttihâd ve Terakki ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın? “ şeklinde verilen Vehime; “Ben ayrılmadım. Onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey, Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim. Lâkin bazıları bizden ayrıldılar. Bataklık yoluna saptılar. Hamiyetlerinden şüphem yoktur. Fakat mukabilinde garaz hissettiler. Şimdi İttihâd-ı Muhammedî unvanı altına girmek ve ahâlinin tenvir-i efkârına hizmet etmek için Şeri’at onları davet eder. Ben hamiyetli dindar adamlarla daima beraberim. Ben Selânik’te meydan-ı Hürriyet’te okuduğum nutuk ile ilân ettiğim mesleğimi şimdi de onu takib ediyorum ki i’lâ-i şevket-i İslâmiye ve ilâ-i kelimetullah’ın vâsıtası olan Meşrûta-i meşrû’ayı Şeri’at dairesinde idamesine çalışıyorum.”[30] Bediüzzaman yine toptancılık yapmayarak İttihatçılar içindeki ahrâr grupla müttefik olduğunu ifade ettikten sonra, diğer birinci grupta bulunanlar için ise “Hamiyetlerinden şüphem yoktur.” ifadesini kullanır. “Fakat mukabilinde garaz hissettiler.” sözleriyle ikinci grup olan hürriyetperverlere karşı garaz içinde olduklarını söyler.

Bediüzzaman’ın müttefik olduğu ahrâlar

Bediüzzaman’ın yukarıdaki ifadeleriyle hiç bir parti, cemiyet ve maddî garaz gözetmeden İttihâd ve Terakki’nin hamiyetkâr, dindar kısımlarıyla daima beraber olacağını; Enver Paşa ve Niyazi Bey gibi hamiyetli zâtların ciddî ve hakikî hamiyetperver olduklarını ve kendisinin hürriyeti isteyişinin sebep ve mahiyetini, gaye ve hedefini bir derece beyân etmektedir.  Bediüzzaman’ın eserlerinde bu konuyla alakalı önemli tespitler bulunmaktadır: “Hem manen eski İttihâd-ı Muhammedî’den (asm) olan yüzbinler Nurcularla, eski zaman gibi farmason ve İttihatçıların mason kısmına karşı ittifakları gibi, şimdi de aynen İttihad-ı İslâm’dan olan Nurcular büyük bir yekûn teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır. Fakat Demokrata karşı eski partinin müfrit ve mason veya komünist mânâsını taşıyan kısmı, iki müthiş darbeyi Demokratlara vurmaya hazırlanıyorlar. Eskiden nasıl Ahrârlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) efradının çoklarını astılar. Ve “Ahrâr” denilen Demokratları kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar.”[31] ifadeleriyle de ahrâr, hürriyetçi ve demokratlarla Nur talebelerinin müttefik halinde olduklarını beyan eder. 31 Mart hadisesi sonrası hem Ahrârların, hem de İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) efradının başına gelen feci hadiselere temas eder. Eskiden Ahrârlar, şimdi demokratlar; eskiden İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) efradı, şimdi ise Nurcular olarak aynı vazife ve misyonları devam etmektedir. “Şimdi de aynen İttihad-ı İslâm’dan olan Nurcular büyük bir yekûn teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır.” cümlesi hem anlaşılmayı, hem de yaşanmayı bekliyor.

Bediüzzaman İttihadçıları tahlil ediyor

Daha sonraki eserlerinden birinde de İttihat ve Terakki içindeki ayrımı farklı bir tarzda beyan eden Bediüzzaman şöyle demektedir: “Bidayet-i Hürriyette İttihatçılar içine girmiş dinsizleri görüyordum ki, İslâmiyet ve şeriat-ı Ahmediye, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve bilhassa siyaset-i Osmaniye için, gayet nâfi ve kıymettar desâtîr-i âliyeyi cami olduğunu kabul edip, bütün kuvvetleriyle şeriat-i Ahmediyeye taraftar idiler. O noktada Müslüman, yani iltizam-ı hak ve hak taraftarı oldukları halde, mü’min  değildiler. Demek, “müslim-i gayr-ı mü’min” ıtlakına istihkak kesbediyordular.”[32] Böylece “Ben hamiyetli dindar adamlarla daima beraberim.” ve “Hamiyetlerinden şüphem yoktur.” şeklindeki ifadelerinin “Bidayet-i Hürriyette İttihatçılar içine girmiş dinsizlerin” vaziyetini çok ince bir düstur ve izah ile vuzuha kavuşturur. Bu duruş Bediüzzaman’ın Kur’ânî bir duruşu ve hakperest bir yaklaşımıdır.

İttihad-ı Muhammedî ile Ahrârlar müttefiktir

Bir başka eserinde Bediüzzaman Ahrâr Fırkası’nı açıkça şöyle zikrediyor: “Hürriyet başında bizimle yani İttihad-ı Muhammedî (asm) cem’iyetiyle İttihadcıların bir kısmındaki gizli farmasonlara muarız ve manen bizimle yani İttihad-ı Muhammedî (asm) ile müttefik olan Ahrâr Fırkası yine otuzbeş sene sonra dirildi, yine uyandı. Birden şeair-i İslâmiyenin başında olan ezan-ı Muhammedî’yi (asm) farmasonların zincirlerini kırıp ilân etmesiyle siyasetten kat’-ı alâka eden eskide İttihad-ı Muhammedî (asm) şimdi Nurcular namını alan ve İttihad-ı İslâm içinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemek isterdim.”[33] Görüldüğü üzere Bediüzzaman, Ahrâr Fırkası’nın İttihatçıların bir kısmındaki gizli farmasonlara(dinsiz ve menfî kısmına) muarız ve manen Nur Talebeleriyle yani İttihad-ı Muhammedî (asm) ile müttefik olduklarını net olarak ifade ediyor.

Bizim ekser ahrârımız, mutekit Müslümanlardır

Emirdağ Lahikası’nda “Eskiden nasıl Ahrârlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) efradının çoklarını astılar. Ve “Ahrâr” denilen Demokratları kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar.”[34] ifadeleriyle de perde altında iş gören mason komitacılarının ahrâr ve demokratlara kurdukları planları deşifre eden Bediüzzaman, Ahrârlar ile eskiden İttihad-ı Muhammedî ve şimdi de Nur Talebeleri’nin müttefik olduklarını tespit eder. Bu müttefiklik hâli perde altında iş gören komitecilerin devamlı hücumuna maruz kalmıştır. Nur Talebeleriyle Ahrârların başına gelen geçmişte yaşanan hadisler bu noktaya kuvvetli bir şahittir.

Öyleyse “Bizim ekser ahrârımız, mutekit Müslümanlardır.[35] Hem de o kadar geniş daire-i Ahrâra efkâr-ı umûmîyeden başka serpuş olamadığından, riyaset-i şahsiyenin kat’iyen aleyhindeyim; reisimiz ancak hükûmettir.[36] “Yaşasın şecaat-i mücessem askerler! Yaşasın satvet-i müşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i Ahrâr ve Nur Talebeleri!”[37]

Abdülbâkî Çimiç           

[email protected]


[1] Ahirzaman Tarihi, Cilt-II, s.83,84

[2] Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, s.28-29

[3] Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, s.28-29

[4] Kayalı, Arabs and Young Turks, s.75

[5] Bediüzzaman Said Nursi Seyahatnâmesi, 2019, s.92

[6] Ahirzaman Tarihi, Cilt-II, 2015,s.86

[7] Eski Said Dönemi Eserleri(Nutuk),2013, s.183

[8] Bediüzzaman Said Nursi, Entelektüel Biyografi, Mary F. Weld,2006, s. 84, Etkileşim Yayınları

[9] Age, s.85

[10] Age, s. 86,

[11] Eski Said Dönemi Eserleri(Nutuk),2013, s.184

[12] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat),2031, s.253; HAŞİYE: Ey memurlar! Eski Said’in kırk beş sene evvel söylediği bu sözünden gücenmeyiniz.

[13] ABIBSNİŞ, Cilt-I, s.441

[14] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat),2013, s.288

[15] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat),2013, s.289

[16] Ahirzaman Tarihi, Cilt-I, s.152

[17] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat),2013, s.288

[18] Kuran, Ahmed Bedevi, İnkılâb Tarihi ve Jön Türkler, s. 277

[19] Emirdağ Lahikası-II, 2013, s.520

[20] Emirdağ Lahikası-II, s.527

[21] Orhan Dindar, 04 Haziran 2014, Yeni Asya Gazetesi

[22] Emirdağ Lâhikası-II, s. 527

[23] https://www.yeniasya.com.tr/abdulbaki-cimic/ahrarlar-iki-defa-basa-gectigi-halde_549457

[24] Birinci, Ali, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergâh Yay. İstanbul 1990, s. 45.

[25] Birinci, Ali, “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”TDV İslâm Ansiklopedisi. 18. Türkiye Diyanet Vakfı. s. 507-511

[26] A.g.e. s. 48-49, 55.

[27] https://tr.wikipedia.org/

[28] Rehber Ansiklopedisi

[29] Beyânât ve Tenvirler, s. 305

[30] Volkan, Sayı: 101, 102, 103; 29 Mart 1325/11Nisan 1909.

[31] Emirdağ Lahikası-II, 2013, s.527

[32] Barla Lahikası,2013, s.555

[33] Beyanat ve Tenvirleri,2013,s.305

[34] Emirdağ Lahikası-II,2013, s.527

[35] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat),2013, s.289

[36] Eski Said Dönemi Eserleri(Nutuk),2013, s.196

[37] Eski Said Dönemi Eserleri(Nutuk),2013, s.182

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir