Bedîüzzaman Ve Hamidiye Alayları

Hamidiye Alayları hakkında Bediüzzaman’ın görüş ve tespitleri

Bediüzzaman çok yönlü ve çok farklı alanlarda küllî vazifeleri olan bir müceddittir. Toplumun her kesimi ile ilgili içtimâî ve siyâsî hadiselere Kur’ânî çözümler ortaya koyar. Onun için Bediüzzaman’ın çözüm önerilerine bigâne kalmak kâr-ı akıl değildir. II. Abdülhamid döneminde kurulup Şark vilayetlerinde teşkil olunan Hamidiye Alayları ile ilgili de Bediüzzamân’ın önemli tespitleri ve tavsiyeleri olduğunu biliyoruz.

Sultan II. Abdülhamid; merkezi otoriteyi kurmak, Doğu Anadolu’da devleti daha etkin hale getirmek, aşiretlerden askerî güç olarak istifade etmek, Doğu Anadolu’yu özellikle Rusya ve İngiltere’nin saldırgan siyasetlerine karşı korumak ve dönemi boyunca uygulamaya çalıştığı siyasetinde dinin etkisinden istifade etme amacını burada da gerçekleştirmek amacıyla “Hamidiye Alayları”nı teşkil etmiştir.[1]

Hamidiye Alayları, başta Ermeni çeteleri olmak üzere yabancı devletlerin ve gizli servislerin, özellikle Doğu Anadolu’da tahrik propagandalarla bölgeyi anarşi ve kargaşaya sürükleyip hadiseler çıkarması ve gelen şikâyetlerin artması üzerine kurulmuştur. Bir nevi bu propagandaları akim bırakmak için teşkil olunan Hamidiye Alayları Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan devletleri çok rahatsız ettiği de bilinmektedir.

Hamidiye Alayları’nın kuruluşu ve vazifeleri

Bir kısım tarihi bilgiler ışığında “Hamidiye Alayları ya da Hamidiye Hafif Süvari Alayları, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu’da oluşturduğu milis ordusu statüsündedir. Çalışmalarına 1890 yılında başlanmış ve 1891 yılında fiilen kurulmuş, Kürdler’den, Doğu Anadolu’da yaşayan Türk halklarından, Türkmenler’den ve Yörükler’den teşkil olunan Osmanlı birlikleri haline gelmiştir. Çoğu basit sebeplerle başlayan Doğu Anadolu’daki isyanların Osmanlı Devleti’ni yıkmayı hedefleyen dış güçler tarafından tahrik edildiğinin II. Abdülhamid farkına varmıştır. Gerçekten İngiltere bütün istihbarat gücüyle 1806 yılından beri bölgede faaliyete başlamıştır. Doğu Anadolu’da Müslüman köylüyü koruyacak olan bu Alaylar’ın kurulması sebebiyle Avrupa devletleri adeta kıyamet kopardılar. Hamidiye Alayları 1908 yılında İttihadcılar tarafından resmen ilga edilinceye kadar devam eder. Hamidiye Alayları ile takviye edilen İslâm Birliği, I. Dünya Savaşı’na kadar ve hatta 1925 tarihinde başlayan Şeyh Said hadisesine kadar tesirini icra etmiştir.”[2]

Rus ve Ecnebî emellerine karşı Hamidiye Alayları’nın vazifeleri

Rusya’nın “Şark vilâyetleri”ne yönelik emelleri hesâbına bilhassa 1878’de Berlin Konferansı sonrası ‘Ermenistan Projesi’yle Ermeni Hınçak ve Taşnak komitelerinin ve çetelerinin Osmanlı içinde terörü azdırıp katliamlarla karışıklık ve kaos meydana getirmeye uğraşıyorlardı.  Ecnebilerin bölgedeki aşiretleri tahrik ve fitne propagandasıyla Osmanlıdan ayırmak ve iftirak kışkırtmalarına mukabil, bölgedeki aşiretlerden teşekkül ettirilen alayların kuruluşu, eğitimleri, ihtiyaçları ve diğer çalışmalarını belirleyen elli üç maddelik “nizamnâme” ile düzenli ordu birlikleri emrinde çok hayırlı hizmetlerde bulundular. Nitekim Osmanlıyı zayıflatma ve parçalama projesine karşı, başta bölgede asâyişin temini amacıyla, Kazakları kullanan Rus işgal ve istilâsını durdurmak ve Ermeni şaki ve katilleri püskürtmek maksadıyla kurulan mahallî Osmanlı birliklerinin belirlenen hususlarda büyük faydaları oldu. Rus işgalini engelleyip geri çekilmesini ve Ermenilerin zulüm ve baskılarını defedip sürgüne gönderilmesini sağladılar. Bütün bunlar tarihî hadiselerle tevsik edilmiş durumdadır.

Hamidiye Alayları’nın su-i istimali ve Bediüzzaman’ın tespitleri

Ne var ki her hayırlı işte olduğu gibi Hamidiye Alayları da yer yer istismar edilmiştir. “Cehâlet, zarûret ve ihtilafa karşı san’at, mârifet ve ittifak silâhıyla cihad”ın ehemmiyetini ortaya koyan ve Hamidiye Alayları’nın sadece bir “askerî proje” olarak görülmeyip topyekûn bir “maarif projesi”nin hayata geçirilmesi çerçevesinde bölge halkının sosyal alanda da eğitilmesini öneren Bediüzzaman, buna açıkça dikkat çeker. Hamidiye Alayları’nın istismarının neticelerini nazara veren Bediüzzaman, aşiretlerin istismarını, “Hamidîlik” olarak nitelendirir. Hamidiye Alayları üzerinden cehâletin eseri eski husûmet ve kavgaları sürdürmeye karşı aşiretlere verdiği derslerle bundan vazgeçilmesi, aksi halde bunun ihtilâf ve istibdadı daha da azdırıp içtimâî hayatı iltihaplandırarak zehirlendireceğini ikaz eder.

Bediüzzaman bu noktaya “Eşkiyalık ve husûmet derdiyle mültehap (iltihaplanmış) bulunan o vücuda, iltihâbı tezyid eden (ziyadeleştiren) Hamidîlik icrâ etmek ve ilâ âhir (ve bunun gibi hatalar), acaba tedâvi mi, yoksa tesmîm midir (zehirlenmek midir), melekü’l-mevte (ölüm meleğine) yardım etmek midir?”[3] tesbitiyle, bu istismarın ihtilaf, husûmet, kavga, anarşiyi daha da derinleştirip yaygınlaştıracağını haber verir. Bu tür bir istismardan sakındırır. Bunu “daha ölmeden ölmek” olarak tanımlar; bu haliyle Şarkın derdine derman olmayacağını, hastalığı daha da arttırıp ölümcül etkilere sebebiyet vereceğini belirtir.

Bediüzzaman’dan Hamîdiye Alaylarına Dair Beyân-ı Hakîkat

İttihad ve Tarakkî hükümeti, dışarıdan gelen baskılarla Hamidiye Alayları’nı lağv etmek teşebbüsüne girince, Bediüzzaman bu konuyla alakalı aşağıdaki makaleyi Sûray-ı Ümmet Gazetesi’nde neşretmiştir.[4]

Türkçe iyi bilmez ve sanat-ı inşayı öğrenmemiş ve yeni uyanmış bir Kürdün ifade-i meramındaki kusuru affedilsin. Hem de havassa hitab eder, işaret kâfidir.

“Hamîdiye” denilen asakir-i milliye-i Kürdî intizam ister, lağvı kabul etmez. Zira intizam, zararı def ve büyük menfaatini temin edecektir. Ve mevt ve mahvın kardeşi olan lağv -ki zararı zararla def’dir- muhalif-i kaide-i usûldür. Hem ittihadın temeli ve büyük rabıtası Hamidiye Alaylarıdır. Alayların hâl-i hazırı, askerlikten evvelki hallerine ve Hamîdiye olmayanlara ve binnisbet, bir derece medeni ehl-i kuraya nisbeten gösterdikleri ziyade istidad-ı temeddünü cihetiyle cennet-i medeniyet ve nerdüban-ı terakkinin onlar için birinci kapı basamağı ve mevcudiyet-i kavmiyeyi gösterir olan askerlik ünvan-ı mübecceli Kürd gibi şedidü’ş-şekime ve meyyal-i mealî ve meşrutiyetle yeni uyanmış ve efkâr-ı umumiyenin dürbini ile müstakbelde keşfedeceği maden-i hayat-ı milliyeyi ve öteden beri Hükümet-i Osmaniye ile rabıta-i lâ-yenfekki olan sadakati tahkim ve tesis eden askerlik ünvanı başka bir kavim kolaylıkla çıkarmayacaklardır. Nerede kaldı o aslan Kürdler…Ve o cennet-i medeniyet kapısı olan askerlik cihetiyle, bostan-ı maarife karşı açılmış ve mekteb-i aşâir denilen küçük bir pencereyi, kapatılmasıyla ziya-yı hakikatle tenevvür eden ve o menazır-ı behiceyi seyreden ve o meyvelerden lezzet-i hakikiye-i daimeyi duyan biçare etfal-ı Ekrad’ın neşatlarını söndürmekle zulmet-i meyusiyete düştükleri için, büyük bir unsur-u sadıkın esas-ı sadakatlerini sarsmıştır. Bundan ibret alınız. Pencerenin kapatılmasıyla böyle olursa, kapının seddi ile neler olmaz?

Hem de vahşet ve ihtilaf ve aşâirlik ve hükümetsizlik netaic-i zaruriyesi olan fenalıklar, Kürdlere sebeb-i kemal olan askerlik mürafakatıyla illet-i tardiye gibi illet yapmak, bir büyük âlimin işlediği bir kabahat ile ilmi tezyif ve muzır bilmek gibidir. Şimdiye kadar Hamidiye, zayıf hükümet-i sabıkanın hudud-u mühimmini muhafaza ve düşman-ı vatanın tepesine bir asa-yı tehdit idi. Ve muhakkak olan çok mazarrat-ı adideye karşı bir sedd-i ahenin teşkil eylemişlerdi. Hâkimiyet-i milleti temin eden efkâr-ı umumiyenin düşman-ı bîamanı o gebermiş olan istibdadı ibka ve ilka-yı ihtilaf ile efkâr-ı umumiyeyi tefrika ile imha; efkâr-ı umumiyeyi tenvir ve taskil eden maarifi ifna ve imdad-ı cehalet ile itfa ettiğinden, şimdi dişleri dökülmüş olan eski hükümet büyük bir kabahat işlemiş ki, keffareti, kaç seneye kadar yeni hükümet-i âdile bizi ihmal ve müsamaha etmektedir. Tâ ki kafile-i hayat-ı millî ve muhafaza-i hukuk olan efkâr-ı umumiyeyi tevlîd eden ittihadı ve efkâr-ı umumiyenin dürbini ve seyf-i katıı ve menar-ı rehberi olan maarifi tesis etmeğe muvaffak olalım. Sonra ıslâh-ı hâl etmez isek, dünya kadar bizi muaheze etsinler. Kabahat hükümet-i zalimenindir; bizim de olsa, güneş garptan tulû’ etmediğinden tövbenin kapısı açıktır. Hem de medeni ve özürsüz ve ahlâk ve hayat-ı hükümeti esasıyla sarsan sair ehl-i kabahat affolunsa, biz özr-ü cehalet için bittabi affa daha ziyade müstahak ve muhtacız. Kürdleri başka anasıra kıyas-ı hadi ile kıyas ile tatbik-i ahkâm ve terbiye etmek hatadır. Bir çocuk ne kadar zeki olsa, elifbayı okumadan ulûm-u âliye dersi verilmez.

Hülâsa: Ehven-i şerri ihtiyar, bir adalet-i izafiyedir. İcaletü’r-rakib gibi yapılmasın. Tâ ki, adalet-i hakikiyeye istidat peyda edilsin, vesselam. Bediüzzaman Said Nursî”[5]

Bediüzzaman, Türkçe’yi çok iyi bilmediği için ifadelerinde mazur karşılanmasını ve tavsiyelerinin sadece kültürlü ve Devlet’in ileri gelenlerine ait olduğunu belirttikten sonra, Kürdlerin Milli Ordusu dediği Hamidiye Alayları’nın disiplin ve intizam içinde olması gerektiğini belirterek sözüne başlar. Hamidiye Alayları’nın lağv edilmesinin zararı zararla def etmek olduğunu, hamiyet ve şeca’at sahibi Kürdler’in birliğini tesis eden bu kurumun mutlaka devam etmesi icab ettiğini vurgular. Ona göre, Hamidiye Alayları hem Kürdler’in millî hayatına can verecek ve hem de Osmanlı Hükümeti ile ayrılmaz bir bağ olan askerlik şerefini onlara bahş edecektir. Bediüzzaman askerliği medeniyet cennetinin kapısı olarak vasıflandırdıktan sonra, bunun eğitim konusundaki kardeş kuruluşunun da Aşiret Mektepleri olduğunu, her ikisinin de başarısızlıkla sonuçlanmasının Kürd çocukları için ümitsizlik kaynağı olacağını vurgulamaktadır. Kürdler’in arasında hâkim olan vahşet, ihtilaf, aşiretçilik ve hükümetsizlik gibi olumsuz noktaların Hamidiye Alayları ve askerlik ile nizama dönüşeceğini, Hamidiye Alayları’nın hem Osmanlı Hükümeti’nin sınırlarını koruma ve hem de düşmanın tepesine inmeye hazır tehdit asâsı gibi olduğunu beyandan sonra, bazı zararları olsa da önemli bir denge unsuru olduğunu beyan etmektedir. Kürdleri başka milletlerle mukayese etmenin yanlış olduğunu, Hamidiye Alayları’nın bazı mahzurları olsa da iki şerden daha az şerri olanı tercih etmenin (ehven’üş-şerreyni ihtiyar) makul bir kaide olduğunu ve böylece hakiki adalete ulaşılacağını belirterek makalesini tamamlar.[6]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Bayram Kodaman; Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası, Orkun Y., İstanbul, 1983, s. 29-36

[2] ABIBSNİŞ, Cilt-I, s.421

[3] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s.211

[4] Sûray-ı Ümmet Gazetesi, 6.11.1324/19.11.1908,46-140

[5] Şura-yı Ümmet Gazetesi, 6 Teşrin-i sâni 1324,19 Kasım 1908

[6] ABIBSNİŞ, Cilt-I, s.423,24

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir