Bediüzzaman’ın anne ve babası

Bediüzzaman gibi bir zatın anne ve babası farklı olmalıydı. Çünkü her şey neticesi ile ölçülür ve kıymet alır., Çocukluğu, gençliği, eğitimi, kişiliği, şahsiyet-i mânevîyesi ve eserleriyle bu ve gelecek asra damga vurmuş ve ses getirmiş bir şahsiyettir Bediüzzaman. Asırlardır muntazır kalınan bir zattır. A’sârın meb’uslarından her asrın meb’usların içinde olan en son mebustur. Öyleyse böyle bir zatın anne ve babası önemli özellikler ve farklı güzellikler taşımalıdır. Bizler de Bediüzzman’ın anne ve babasını biraz daha yakından tanıyalım istedik inşâallah.

Baba Mirza Efendi ve anne Nuriye Hanım. Biri seyyid, diğeri şerif. Bir diğer deyişle Hasenî ve Hüseynî. Yani Mirza Efendi Hazret-i Hasan’ın soyundan geliyor, Nuriye Hanım Hazret-i Hüseyin’in sulbünden. İkisi de ehl-i beyt.

Bediüzzaman’ın anne ve babası Evlâd-ı Resûl’dendir

Bediüzzaman; kendi ifadesiyle “Annem Hüseynî, babam Hasenî’dir”[1] der. Ayrıca Son Şahidler’den Muhittin Yürüten anlatıyor: “Ziyaretlerimden birisinde Salih Özcan da bulunuyordu. Üstad ona, ‘Kardeşim Salih! Sen hakikî seyyidsin. Nuriye de seyyid, Mirza da seyyid’ dedi.”[2] Bir başka Son Şahid olan Hüseyin Aksu bu konuda şunları anlatıyor: “Bu ilk görüşmemizden sonra, müsait zamanlarda yanına gidiyordum. Yine bu aslımız konusunda sohbet ederken, ben bizim aslımızın Zeynelabidin Hazretleri’ne kadar uzadığını söyledim. Kendi benim aslımı ve şeceremi sorduğu için ben de kendisine, “Peki Üstadım, siz beni sordunuz, ben de söyledim. Peki sizin aslınız ve şecereniz nereye dayanıyor?” Kendisiyle samimi bir ahbap olmuştuk. Rahatlıkla konuşuyorduk. Bana şu cevabı verdi: ‘Benim annem evlad-ı Resûl’dendir.”[3]

Bediüzzaman’ın nesli Asr-ı Saadette, zürriyet-i Pâk-i Muhammedî’den (asm) nebean ettikten sonra, önlerine pek çok engel çıkarılsa, çeşitli felâketler yaşayıp zulme maruz kalsalar da ayrı ayrı kollar halinde asırlarca aktılar. İlây-ı kelimetullah inancıyla hareket ettikleri için, gittikleri yerlerde örnek insanlar yetiştirip kalıcı izler bırakarak çöller geçtiler, dağlar aştılar. Nurs ve Bilkan köylerine gelip yerleştikleri zaman asılları kadar berraktılar. Kaderin tecellîsi neticesinde yuva kurarken de her yönden atalarını örnek aldılar. Ve hep öyle kaldılar. Çünkü, o zaman bir köydü Nurs. Etrafını saran dağlar, mevsim boyu karlarla kaplı olduğundan yılın sekiz ayında çevre ile bağları kesilen, kalan zamanda da çok çalışmak gerektiğinden sakinlerine başka yerlere gitme fırsatı vermeyen küçük bir dağ köyü. Bu yüzden, ekser köy kadınları gibi onun annesi de hayatı boyunca köy hudutları dışına çıkmadı. Babası bazı zarurî bir haller zuhur ettiği zaman çıktı ise de en fazla komşu köy, kasaba ve illere kadar gitmedi. Hal böyle olunca, onların bütün dünyaları köylerinden ve âilelerinden ibaret kaldı. Dışarıdan menhiyât gelmediği için içerde hevesât işleme fırsatı bulamadı ve fıtrî hasletlerini hassasiyetle korudular. Nesiller boyu evlâtlarını da hep bu ahvâl içinde yetiştirmeye gayret ettiler.

Samimi bir insan, muttakî bir Müslümandı Mirza Efendi.

En büyük gayesi, insanlığın icaplarını hayatına rehber yapıp İslâm’ın şartlarını yaşamaya çalışırken; bütün âile efradının da o hallere ittiba etmesi için müsait bir zemin hazırlamaktı. Bunun, ancak onları helâl kazançla beslemekle mümkün olacağını bildiğinden gece gündüz çalışır, fakr-u zarûret içinde yaşadığı halde kimseden zekât ve sadaka dahil hiçbir yardım almazdı. Bu meselede o kadar hassastı ki, değil âilesi, hayvanlarının bile haram sayılabilecek bir şeyler yemelerine meydan vermez; tarlaya, gidip gelirken yol kenarındaki bahçelerden sarkan yeşilliklere uzanmamaları için ağızlarını bağlardı. Lâkin hassasiyetinin, hayvanlar için fiilî bir işkence haline gelmesine de fırsat vermez, eve gidince gönüllerini almak istercesine önlerine, saman ve yemden önce bir miktar taze ot, yeşil yaprak koyardı. Aynı hassasiyet, Nuriye Hanımda da vardı. O da, doğruluğuna inandığı hakikatleri yalnız kendisi yaşamakla kalmaz ve ayniyle çocuklarına da aksettirmeye çalışırdı. Onları abdestsiz emzirmemeye ve besmelesiz yemek yapmamaya husûsi bir itina gösterirdi. Bu hassasiyet ve itina sayesinde o iptidaî ev, mükemmel bir mektep haline gelmişti.[4]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Son Şahitler 3.Cild s. 238 

[2] Son Şahitler 3.Cild s. 199

[3] Son Şahitler 4.Cild s. 487

[4] İslâm Yaşar, “Yazarların Gözüyle Bediüzzaman’ı Tanımak” eserinden alınmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir