Kör Noktalarımız

Kör Noktalarımız Kendimizi ve nefsimizi merkeze alarak Kör Noktalarımızı Risâle-i Nûrlardan da istifâde ederek tespit etmek niyetindeyiz. İnşâallah istifâdeli bir çalışma olur ümîdindeyiz. Öncelikle Kör Nokta hakkında bilgi vermek gerekirse; “Kör Nokta”;kişinin kendisinin göremediği, ancak karşısındakilerin gördüğü, hoşlanılmayan davranış iletişimi diye ta’rîf ediliyor. Beden dilinin, göz temasının, ses tonunun, mimiklerin ba’zen zamansız, ba’zer yersiz, ba’zen […]

Başka Şeylere Müracaat Etme

“Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellük edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.(Yirminci Mektup )” Allah biridir. Buna […]

Günahların Tehâcümâtı

Asrımız çok problemli bir asırdır. Üstadımızın ta’bîrince “fitne ve fesat, helâket ve felâket asrı”dır. Bu zamanda günahlar insanları çok çabuk sarıyor ve insanlar günahların tehâcümâtına karşı zorlanıyorlar. Hatta ba’zı insanlar kolayca o günahlara isteyerek giriyor ve birçok kebâiri kolayca işleyebiliyor. Hatta ehl-i îmân dahi bu asrın günahlarından sakınmakta çok zorlanıyorlar. Yine Üstadımızın ifâdesi ile her […]

His ve hissiyât

“Hiss-i dîn ile, en âmî, en münevver’ül fikir gibi mütehassistir. Fikri münevver olmasa da, kalbi münevverdir. Hissiyât güzel olursa, efkâr da müstakîm olur.[1]”(Bedîüzzamân) İnsanın hissiyâtını ve efkârını münevver yapan muharrik hiss-i dîndir. Hiss-i dîn ile en âmî ve cahil de olsa efkârı nurlanmış bir aydın gibi hassas olur ve o hiss-i dînden hislenir. Efkâr yoğunlaştığı […]

Nefs-i Emmârenin Mâhiyeti

Nefis, mâhiyet bakımından maddî bedene muhâlif, ancak gül suyunun gülde, zeytinyağının zeytinde yayılması gibi bedene yayılan nûrânî, yüce, diri ve hareketli bir mahlûktur. Nefs-i insâniye kesif ve yoğun bir halde iken, pek çok mânâ ve şeyleri içine almadaki maksat sırrı itibâriyle, mânevî temizlenme ve ahlâken yükselme ile insanda bulunan bütün mânevî duyguların üzerine çıkabilmektedir. Allah-u […]

Nefsin Hatveleri ve Tezkiyesi

“Ey fahre meftun, şöhrete mübtelâ, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim!… Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbinlik değil, hüdâbinliktedir.(On Sekizinci Söz )” Buradan şu sonuçları çıkarabiliriz: Nefsin İstekleri               Nefsin Vazîfeleri NEFİS: Fahre meftun ==> Şükür etmek Şöhrete müptela==>Tevazu, hacalet göstermek […]

Kesâfetli Nefsin Tezkiyesi

Kesâfetli Nefsin Tezkiyesi “Nasıl toprak suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır; fakat masnuat-ı İlahiyenin bütün enva’ına menşe’ ve medar olduğundan bütün anasır-ı sairenin manen fevkine çıktığı gibi; hem kesafetli olan nefs-i insaniye; sırr-ı câmiiyet itibariyle, tezekki etmek şartıyla bütün letaif-i insaniyenin fevkıne çıktığı gibi; öyle de, cismaniyet; en câmi, en muhit, en zengin bir âyine-i […]

Risâle-i Nûr’da Nefs-i İnsâniye

Risâle-i Nûr’da Nefs-i İnsâniye  Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de Yusuf (a.s)’ın dilinden nefsin kötülükleri işlemeyi, heva ve hevesi doğrultusunda Allah’ın emirlerine muhalefet etmeyi arzuladığını ve sahibini buna yönelmek için zorladığını bildirmektedir:” (Yusuf), nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç, nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir…” (Yusuf 12/53). Nefs, mahiyet bakımından maddi bedene muhalif, ama gül suyunun […]

Tûl-i emel ve Tevehhüm-ü Ebediyet

Tûl-i emel ve Tevehhüm-ü Ebediyet İnsanda tûl-i emelin menşeî olan tevehhüm-ü ebediyet arzusu vardır. Tûl-i emel bitmeyen arzu ve istekler, hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak, dünyayı öncelemek ve düşünmektir. Tevehhüm-ü ebediyet arzusu ise dünyada ebedî ve sonsuz yaşama zannıdır. Bu nedenle Bedîüzzamân Mesnevî-i Nûriye’de“Tahammülünden âciz, tâkatinden hariç olduğun tûl-i emel yükünü yüklenme.(Mesnevî-i Nûriye,2006,s:190 )” demiştir. […]