Hazret-i Cibril’in Dıhye sûretine girmesi
Dıhye, Medine’de Müslüman olan sahabelerdendir. Adı Dıhye bin Halife’dir. Künyesi Dıhye bin Halife bin Ferve el-Kelbî şeklindedir. Aslen Arabistan yarımadasının kuzeyinde bulunan Kelb kabilesine mensuptur. Sima itibariyle yakışıklı, suret ve siret güzelliği “hüsn-ü cemâl” olarak simasına aksetmiştir. Cebrail Aleyhisselam birkaç kez Dıhye suretinde Peygamber Efendimiz(asm)’in huzuruna gelmiş ve sahabeler de bunu görmüşlerdir. Risale-i Nur’da Dıhye(ra)’ın ismi zikredilmekte ve Cebrail (as)’ı onun suretinde gören sahabelerin rivayetine yer verilmektedir. Cebrail (as), Peygamber Efendimizin Sahabelerinden birisi olan Dıhye (ra) suretine girer ve bu haliyle Sahabelerin arasında göründüğü bildirilmiştir. Yine böyle bir vakıada Dıhye(ra) Peygamber Efendimiz(asm)’in yanına gelerek bir soru sorar. Peygamber Efendimiz(asm)’in cevabından sonra da ayrılır ve ortadan kaybolur. Onun gidişinden sonra Peygamber Efendimiz(asm), soruyu soran kişinin Cebrail olduğunu Sahabelerine bildirir. Bediüzzaman Hazretleri de Dıhye(ra)’ın Peygamber Efendimiz’in(asm) huzurunda bulunarak sual sorduğunu veciz şekilde şöyle ifade eder: “Hazret-i Cebrail, Sidretü’l-Müntehâda sûret-i hakikiyesinde olduğu anda, Dıhye veya başkasının sûretinde, meclis-i Nebevîde iman ve İslâmın erkânını soruyor veya tebliğ eder. Daha, yalnız Allah bilir, kaç yerlerde bulunuyor.”[1] İşte budur şu esrarın miftahı: Cebrâil hem Sidrede, hem suret-i Dıhye’de, meclis-i Nebevîde, Hem kim bilir kaç yerde![2]
Hazret-i Cibril’i Dıhye sûretine gören sahabeler
“Hem haber-i sahih ile ve haber-i kat’î ile ve mânevî tevatür derecesinde, eimme-i hadîs haber veriyorlar ki, Hazret-i Cebrâil’i çok defa, hüsn-ü cemâl sahibi olan Dıhye suretinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında Sahabeler görüyorlardı. Ezcümle, Hazret-i Ömer ve İbni Abbas ve Üsame bin Zeyd ve Hâris ve Aişe-i Sıddıka ve Ümmü Seleme, kat’iyen sabittir ki, bunlar kat’iyen haber veriyorlar ki, “Biz Hazret-i Cebrâil’i Dıhye suretinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında çok görüyoruz.” Acaba hiç mümkün müdür ki, bu zâtlar, görmeden, görüyoruz desinler?”[3] Sadakat ve doğruluğun timsali olan bu büyük sahabelerin asla yalan söylemeyeceğine işaret eden Bediüzzaman Hazretleri, bu arada cin ve meleklerin insanlar gibi, vücutlarının kesin olduğuna ve insanlarla irtibat halinde olduklarına işaret etmektedir.
Ayrıca, Cebrail Aleyhisselamın insan suretinde Sahabelere görünmesi Peygamber Efendimiz(asm)’in bir mucizesi olarak gerçekleşmiştir. Bir başka önemli husus da nurani varlıkların insanlar gibi belli kayıtlar altında bulunmadıklarından ötürü aynı anda muhtelif yerlerde görülebilmeleridir. Bunun hakikati Risale-i Nur’da şöyle ifade edilir: “Nuranî birşey, hadsiz âyineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül eder. Nuranînin temessülâtı, o nuranî zâtın hassasına mâliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin âyinelerdeki misalleri güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi, melâike gibi ruhanîlerin dahi, âlem-i misalin ayrı ayrı âyinelerinde misalleri, onların aynılarıdır, hassalarını gösterirler. Fakat âyinelerin kàbiliyetine göre temessül ediyorlar. Nasıl ki Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, bir vakitte Dıhye suretinde Sahabeler içinde göründüğü dakikada, binler yerde başka suretlerde ve Arş-ı Âzam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanatlarıyla secde ediyordu. Her yerde, o yerin kàbiliyetine göre temessülü varmış; bir anda binler yerde bulunuyormuş.”[4]
Dıhye’nin Hırıstiyanlara mektup götürmesi
Peygamber Efendimiz Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra komşu devlet ve kabile başkanlarını İslâmiyet’e davet etmek maksadıyla heyetler teşkil etti. Birçok sahabeyi görevlendirdi. Bunlardan birisi de Dıhye oldu. Dıhye, Peygamber Efendimizin(asm) mektubunu Bizans İmparatoru Herakleios’a ulaştırmak üzere yola koyuldu. Dıhye bizzat mektubu götürdü. Herakleios, Peygamber Efendimiz(asm) ile ilgili muhtelif sorular sordu. Sorulan bütün sorulara doğru cevaplar verildi. Bu cevaplar hükümdarı önemli ölçüde etkiledi. “Zaten peygamber böyledir” demeye başladı. Dıhye de hükümdara Hazreti İsa’nın (as) namaz kılıp kılmadığını sordu. “Kılıyordu”, cevabını alınca; “öyle ise ben seni Hazreti İsa’nın kendisi için namaz kıldığı Allah’a iman etmeye davet ediyorum” dedi. Herakleios yapılan görüşmeden sonra Hazreti Muhammed’in (asm) peygamberliğine inanmakla beraber saltanatında başına gelebilecek kötü bir akıbetten çekindiği için iman ettiğini bildirmedi. Ancak, böyle bir peygamberin vasıflarının İncil’de yer aldığını, zaten gelmesini beklediklerini, Dıhye’nin yanından geldiği kişinin Allah tarafından gönderilen Peygamber olduğunu belirtti. Akabinde, Hıristiyanların büyük âlimlerinden olan Dağatır’a gitmelerini söyledi. Kendisi de bir mektup yazıp Dıhye’ye verdi. Zaten Peygamber Efendimiz de Dağatır’a verilmek üzere bir mektup göndermişti. Dıhye, mektupları Dağatır’a götürdü. Büyük âlim hemen Müslüman oldu. Ayrıca Rumları kiliseye toplayarak onları da İslamiyet’e davet etti. Ancak, o zamana kadar kendisine son derece bağlı olan Rumlar, sözlerini bitirdiği gibi üzerine saldırıp Dağatır’ı döverek öldürdüler.
Hazret-i Cibril’in Dıhye suretine girmesi
Risale-i Nur Külliyatı’nın On Beşinci Mektubunda Hz. İsa(as) ile ilgili meseleler izah edilir. Bu bahsin bir bölümünde Hazret-i Cibril’in Dıhye suretine girmesinden bahis vardır. Şöyle ki: “Evet, her vakit semâvâttan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’ eden (Hazret-i Cibril’in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmı, İsâ dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsâ, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîmin hikmetinden uzak değil. Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek.”[5]
Netice-i Kelâm:
Hazret-i Cibril’in Dıhye suretine girmesi Risale-i Nur Külliyatı’nın farklı yerlerinde bahsedildiği gibi, On Beşinci Mektup’ta Hz. İsa (as)’ın nüzulü meselesinde de bahsedilmesi daha bir önem kazanıyor. Bu bahisle ilgili farklı mülahazaların olduğu da bilinmektedir. Birinci Mektup’ta da ifade edildiği gibi, Hz. İsa (as) üçüncü hayat tabakasında melek hayatı gibi bir hayata mazhardır. Onun dünyevî vücudu üçüncü tabaka-i hayatta melek hayatı gibi bir hayat yaşarken, meleklerin vücudu gibi nurânî bir letâfet kazanmıştır. Allah, o hayat tabakasının muktezası olan bir nurâniyeti ve letâfeti Hz. İsa’nın (as) vücuduna nasip etmiştir. Hem “Hazret-i İsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u imanla onu tanır. Yoksa, bedâhet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.”[6] Öyleyse Hz. İsa’nın (as) başka bir surette temessül etmesi mümkündür denilebilir.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Eski Sadi Dönemi Eserleri(Tuluat), s.582
[2] Sözler(Lemaat), s.1147
[3] Mektubat, s.269
[4] Mektubat, s.588
[5] Mektubat, s.95
[6] Age,s.95