Elbette birinci önceliğimiz Kur’ân ve Risâle-i Nur okumalarıdır. Ancak zaman zaman farklı okumalar da yapmaya çalışıyoruz. Bu okumalarımızdan kısa kısa notlar tutuyoruz. Önemli gördüğümüz notlarımızı bir yazıda veya sosyal medya hesaplarımızda paylaşıyoruz. Bu günkü yazımız da nefis ile ilgili “Risâle-i Nur” ve ”Nurdan İlhâmlar” okuma notlarımızdan.
Bediüzzaman’ın tespitleriyle nefis nâkıs, câhil, serkeş, nadan(densiz), bîhuş(akılsız), bedbaht, şikemperver(obur), sabırsız, sersem, dünyaperest, keyfemâyeşâ(keyfine düşkün), aceleci, ücrette önde, hizmette geride bir mahiyettedir. Bundan başka “Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.”[1]
Nefis, cibilliyeten necistir. Mânevî keyfiyetimiz ne kadar yüksek olursa olsun nefis; necistir, pistir. Yani Bediüzzaman’ın ifadesiyle nefs-i insaniye kesafetlidir. Pekâlâ, bu nasıl oluyor? Belki biz nefsin vesilesiyle arş-ı kemâlâta çıkıyoruz. Nefsi, gübreye benzetebiliriz. Gübre, semeredâr bir ağaca kuvvet verir. Fakat gübre yine gübredir. Onun için biz dâvâ-yı Kur’âniye’de yüksek hizmetlere vesile olsak, hatta mânevî makbuliyete de mazhar olsak, yine bileceğiz ki; nefis kesafetlidir, necistir. Bunu laf ile değil, itikaden bileceğiz. Hadsen bileceğiz. Ona göre davranacağız. Nefse haddinden fazla kıymet ve hak vermeyeceğiz. Çünkü “nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki, zıtları birbirinden tevlid eder. Ve aleyhte olan herbirşeyi lehte zanneder.”[2] Nefis, dünyayı âhirete rabtetmek suretiyle gafleti idame ettiriyor.
Nefsi necis bilmenin faideleri: Amme cüzünü bir şekerlemeye satan haylaz çocuk gibi, cüz’î şeyler için, nefsânî hazlar için bu yüksek hakîkatleri satar. Nefsi böyle kötü bilmenin faydalarından birisi; hizmetteki ucb ve enaniyet, hodfüruşluk, hubb-u cah damarını kırar. Böylece nefis hakkından tecavüz edemez. Nefiste kusur ve noksan, acz ve fakrdan başka bir şey yoktur. “Nefis, tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden, tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor.”[3]
Cenab-ı Hak seni hizmette muvaffak edebilir. Nefis bu muvaffakiyeti kendi hesabına almak ister. “Ben bu beldede(mahalde) hizmetin direğiyim, mânevî kayyumuyum” diye düşünebilir. İnsan böylece ucba düşebilir. İyiliklerine ve hizmetine güvenebilir. Bu anda şöyle düşünmek lâzım: “Ey nefis! Ben seni tanırım. Bu hizmet nere, sen nere? Bu hizmet, tamâmen Rabbimin bana ihsanıdır. Yoksa senin yapacağın iş değil.” Sen, ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma. Cenab-ı Hak bir recül-ü facir ile yani günahkâr ve fısk-ı fücura müptela bir müslümanın hizmetiyle bu din-i celili kuvvetlendir. Müzekkâ(tezkiye edilmiş, aklanmış) olmadığın için, belki sen kendini o recül-ü fâcir bilmelisin. İnsan nefsini böyle bildiğin zaman, nefse hüsn-ü zan etmezse, hizmette ucbe düşmez.
Bir insanın mânevî hayatında en büyük hicab(perde), insanın kendi nefsidir. Müstakîm bir kulluk için, içimizdeki düşmanı iyi tanımak lâzımdır. Herkesin bir dâvâsı var. Dâvâsının kılıcını sallıyor. İnsandaki nefsin de bir dâvâsı var. Nefsin dâvâsı; Ulûhiyet, Rubûbiyettir. Bir ilâh gibi kendini her şeyden serbest olduğunu sanır. Fiillerinde istiklaliyet(hür ve müstakil olmayı) arzu ediyor.
Nefsin sıfatı; ihânettir. İllâ ihânet eder. Hâindir. Nefsin ihâneti fıtratındandır. Kurt, cibilliyetinden parçalar. Nefsini de böyle bil! Dinine, şerefine, izzetine ihânet eder.
Nefsin konağı; necâsettir. Nefis, pislik böceği gibi illâ günâhlara konacak. Nefsin ahvâli, lâubaliliktir. Nefsin gıdâsı da, fahrdır, gururdur.[4]
Davud (as):
— Ya Rabbi! Sana yakın olmak istiyorum. Ne yapayım?
Cenâb-ı Hak:
— Ya Davud, nefisini bırak gel!
Kanâatimizce nefsi bırakıp Allah’a yakın olmak, nefsi Allah yolunda istimal etmekle olur. Nefsi, tezkiye etmek ve nefse hakkından fazla hisse vermemekle olur. Nefis cümleden süfli, vazife cümleden âlâ. Elhamdülillahi hâzâ min fadli Rabbi.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Mektubat, s. 678
[2] Mesnevî-i Nuriye, s.123
[3] Mesnevî-i Nuriye, s.130
[4] Nurdan İlhâmlar’dan istifade edilmiştir.