İbâdet Dili Nasıl Olmalı?

Soru: İbâdeti aşkla yapman gerekmiyor mu? Anladığın dilde (Türkçe İbâdet) duâlarını olurken buna daha fazla olanak sağlamıyor mu?

Şu Türkçe ibâdet mevzû’ zaman zaman gündeme gelmiş ve gelmeye de devam eden önemli bir konudur. Vakt-i zamanında vatanımızın ibâdethanelerinde ve ma’bedlerinde uygulanmış bir konudur. Meselâ,1932 ile 1950 arası tam 18 sene ezan rûh-u aslisinden çıkarılarak Türkçe olarak okutulmuştur. Bunlar yaşanmış hâdiselerdir. Bu noktada sorulan sorular ile meseleye yaklaşarak müdâhil olursak şöyle diyebiliriz. Sorular güzel. Hem düşünce olarak, hem de akla uygun görünme cihetiyle. Ancak Türkçe ibâdet yapılması uygun mudur veya doğru mudur?

Öncelikle insanı tahlil etmek gerekir. İnsan nedir? Mâhiyeti nasıldır? İnsanda ne gibi duygular, maddî ve mânevî azalar mevcûdtur? İnsanın hilkati ve kâinattaki konumu da çok ehemmiyetli bir noktadır. İnsan zerreler âleminden ve yokluk karanlıklarından vücût âlemine ve hayat sahnesine çıkarılan bir mucîze-i kudrettir. Kâinatta insandan daha mükemmel bir mevcûd yoktur. İnsanın rûhuna ve fıtratına öyle mükemmel kabiliyetler ve potansiyel isti’dâdlar yerleştirilmiştir ki zaten dünyaya gönderilmesinin ve halk edilmesinin altında da bu kabiliyetlerinin ve isti’dâdlarının geliştirilmesi ve açığa çıkarılması yatmaktadır. Meselâ insanda sadece akıl yoktur. Akıl ile birlikte kalb, rûh, vicdan, his, nefis, heves… gibi binlerce duygu ve hasseler vardır. Her bir duygunun vazîfesi ayrı, emelleri ayrı, elemleri ayrı, gıdaları ayrı ayrıdır. İnsan, Allah’ın bir mucîzesi olarak böyle mükemmel duygularla donatılmış eşref-i mahlûkat olma şerefine sahiptir.

Şimdi böyle bir konuma sahip olan insanın elbette ki bir kullanma kılavuzu ve o kılavuzu hayatına tatbik edecek olan ve anlayıp açıklayacak olan külli bir ta’rif ediciye ihtiyaç zarûridir. İnsanın kullanma kılavuzu Kur’an-ı Kerim, o kılavuzu önce kendi hayatına bütün sırları ve incelikleri ile tatbik eden ve tatbik edilmesini ta’rif eden ise Efendimiz(sav)’dir.

İbâdet Cenâb-ı Hakka karşı insanın kulluğu ve bir nevi kendisine verilen sayısız nimetlere karşı şükrü ve teşekkürüdür. Bu noktada şunu söyleyebiliriz. Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarının ibâdetine ihtiyacı yoktur. İbâdet bizim özellikle mânevî duygularımızın gıdası ve mânevî hastalıklarımızın ilaçları durumundadır. Bize sınırsız duyguları veren yüce Rabbimiz bizim duygularımızın gıdaları hükmünde olan ibâdetleri de emretmiştir. Dünya imtihan meydanında maddî ve mânevî rızıklarla bizi donatmış ve saadet içinde, hem dünyada, hem de ahirette yaşamamızı ve mutlu olmamızı istemiştir. Nasıl ki maddî midemiz için sayısız nimetleri ve gıdaları yaratan Rabbimiz o ihtiyaçlarımıza karşılık vermiş ise aynen öyle de mânevî tarafımız olan akıl, kalb, rûh ve duygu tarafımızın da gıdalarını ibâdetlerle tatmin edileceğini bildiği için fıtratımızın gereği olan ibâdeti bizim için emretmiştir.

Şimdi bizim mânevî cephemizin gıdaları olan ibâdet elbette ki önemlidir ve defolu ve karmakarışık olmamalıdır. Nasıl ki midemizin gıdası için onun hakîkî ihtiyacı olan nimetler yerine taşlarla midemizi doldurursak ne olur? Mide feveran eder ve bu taşlar benim gıdam değil der ve yaralanır, vazîfesini yapamaz. Aynen öyle de insanın mânevî ibâdetlerinde de kullanılan mânevî gıdaların lisânı ve dili Kur’an’ın lisânı ve dili olmalıdır. Çünkü Kur’ân Allah’ın ezelî kelâmıdır. O kelâmdan başka insanın duygularını hakîkî mânâda tatmin edecek başka bir dil ve lisân yoktur. Çünkü insanın fıtratı Kur’ân’ın kelâmı ile ibâdetlerinde Rabbine muhatap olur ve o muhatabiyet Rabbimizin kelâmı ile olacaktır. Çünkü duygularımız, hakîkî gıdalarını Kur’ân’daki ilâhi kelâmın dışında hiç bir kelâmde ve sözde bulamaz. Bu açıdan meseleye baktığımızda bizim yaratılışımız ve fıtratımız ancak ve ancak Allah’ı zikretmek ve ona duâ etmek ile lezzet alabiliri. Bu lezzet de ancak ve ancak Kur’ân’ın lisânında mevcûdtur.

Okunan sûre ve ayetlerin mânâlarını ve meallerini öğrenmek elbette ki lüzumludur. Ancak ibâdet makâmı Allah’a secde makâmı ve kulların Rabbi ile mânevî rabıta ve bağ kurduğu en yakın bir noktadır. İnsan nasıl ki Kur’ân’ı dinlediğinde lahûti bir haz ve şevk duyuyor ise kulluğun rûhu olan ibâdet ve duâlarında da böyle bir haz ve rûh hissetmesi için Rabbimizin kelâmı ile duygularını gıdalandırmalı ve ona yalvarmalıdır. Hem dikkat edilirse Kur’ân’ı çok küçük yaşlarda milyonlarca insan hıfzediyor, ezberliyor ve hafız oluyor. Bu Kur’ân’ın bir mucîzesidir. Çünkü başka bir kitapta böyle bir hal yoktur. Ancak dikkat ediniz Kur’ân’ın meallerini baştan sona ezberlemek neredeyse yok gibidir. Veya kendimizden bir misal verelim. Tâ çocukluğumuzda Kur’ân sûrelerini ezberlemişsizdir ve bir daha onları unutmayız. Ancak o sûrelerin meallerini defalarca ezberleyip unutmuşuzdur. Bu da gösteriyor ki Kur’ân’da insan fıtratına ve rûhuna uygun bir çekicilik vardır.

Şimdi çok ibret verici bir misal vermek istiyorum. Meyveleri dış etkilerden koruyan kabukları ve ciltleridir değil mi? Bir meyvenin kabuğunu ilk soyduğumuzda çok güzel ve çekici görünebilir. Ancak kabuğu soyulmuş bir elmayı veya başka bir meyveyi bir kaç saat dışarıda öyle bekletiniz ne olur? Sanırım hep birlikte ittifakla kabûl ederiz ki o meyve zaman geçtikçe kararır ve kokuşur. İşte aynen öyle de Kur’ân’ın lafzını başka bir dile çevirerek ibâdet etmek de o dilin cildini soymak ve tahrîb etmek konumundadır. İnsana çok câzip gelebilir ancak insanın fıtratına ve duygularına zaman içersinde zarar verir ve duygularımız hakîkî gıdalarını alamaz. Bu sefer insanın mânevî âleminde rahatsızlıklar başlar ve insan mânevî bunalımlara girebilir. Hatta insanın nasıl ki cildi ile eti birbirinden ayrılmaz ise Kur’ân’ın lisânı ve dili de ibâdetten ayrılmaz ve biri birisiz olmaz diyebiliriz.

Gelelim kendi dilimiz ile Kur’ânı hiç anlamayalım mı? Hep Arapça mı öğrenilsin? gibi bir soruya. Hayır, kesinlikle böyle bir iddiâmız yok ve böyle bir fikri de savunmuyoruz. Sadece ibâdet dilinin Kur’ân lisânı olması cihetini delilleri ile savunuyoruz. Elbbete ki Kur’ân’ıın mânâsını kendi dilimizle de öğreneceğiz. Mealleri ile, tefsirleri ile, fıkıh ve ilmihal bilgileri ile kendi lisânımızla Kur’ân’ı öğreneceğiz. Bizim üzerinde durmaya çalıştığımız konu Namaz gibi ibâdetlerimizde dilimiz Kur’ân lisânı ile olacak. Çünkü namazın mahiyeti çok mühimdir.

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir