Risale-i Nur’u tanımak bir ihsân-ı İlâhidir

Risale-i Nur’u tanımak bir ihsân-ı İlâhidir

Hassas ruhlar Risale-i Nur’a intisap ederler. Çünkü Risale-i Nur hassasiyet istiyor. Bir muallim kardeşten şu cümleyi bizzat dinlemiştim. “Nur Talebeleri çok ince ve nazik oluyorlar. Bu incelik okudukları eserlerden kaynaklı olmalı.” Hakîkaten hakîkî Nur Talebeleri ahvâli, etvârı, ekvâli ile temâyüz ediyor. Çünkü Nur talebeleri “zulümât-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarından, onları taharrî ve talep etmeye ve aramaya lüzum yoktur. Onlar, herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin eden bir ulüvv-ü şâna maliktirler.”[1] Ayrıca “Hizmet-i imâniye itibarıyla âdetâ birer gizli kutup gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mânevîye-i itikadları cesur birer zâbit gibi, kuvve-i mânevîyeyi ehl-i imânın kalblerine verip mü’minlere mânen mukavemet ve cesaret veriyorlar.”[2]

Risale-i Nuru tanımak kesb ile değil…

İmâm-ı Rabbânî “Ahir zamanda beklenen zat kuvvetli bir velayet makamında olacak ve seyr-i sülûk ve cezbi atlayacak. Onun talebeleri de Allah’ın tevfikine yâr olan kişiler olacak.”[3] der. Bediüzaman da “Bu zaman, imânı kurtarmak zamanıdır. Seyr-i sülûk-ü kalbî ile tarikat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkilât bulunduğundan, Nur dairesi hakîkat mesleğinde gidip, tarikatlerin fâidesini temin eder.”[4]diyerek İmâm-ı Rabbânî’yi teyid eder. Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi Risale-i Nur’u tanımak bir ihsân-ı İlâhi’dir. Eğer kesb ile Risale-i Nur tanınmış olunsaydı, ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, Âdilcevazlı Bekir Ağa gibilere ve bizlere sıra gelmezdi.

Risale-i Nur akıl ve kalbi imtizaç ettirir

Altmış yaşından sonra Risale-i Nur ile müşerref olan bir eczacı ağabeyimiz “Tarikat beni iki yol ayrımına getirdi, hangisinden gideceğim konusunda hep şüphede bıraktı. Risale-i Nur, işte bu yoldan gideceksin diye kesin bir kanaat verdi” demişti. Birçok ehl-i tarik “Tarikatta iken aklımızdaki şüpheyi kalbimiz tasdik edemiyordu. Risale-i Nur ise kalb ve aklı imtizaç ettirtiyor.” Diyor. Hakikaten Risale-i Nur’a intisab eden zatlar “akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar.”[5]

Risale-i Nur imân gıdası verir

Hulusi Ağabey ilk defa Üstad’ın yanına gidince, namazdaki gibi hürmetle oturuyormuş. Üstad, rahat oturmasını söylemiş ve: “Bu zaman şahıs zamanı değil, şahs-ı mânevî zamanıdır. Eğer şahıs zamanı olsaydı o geldiğiniz vadiden buraya kadar diz üstünde gelirdiniz. Ne beni bulabilirdiniz, ne de bana kadar ulaşabilirdiniz. Hulusi! Bizimki tarikat değil, imameynliktir.” demiş. İnsanın ruh âlemi sünger gibi yüzlerce latife ile doludur. Bal peteği gibi örgü örgüdür. Bu latifelerin gıdası imândır. Bir insan o latifeleri doldurmak istiyorsa imân hakîkatlerini sindire sindire çok okuması lâzımdır. Arı peteği gibi yüzlerce petek, içleri bal dolması için arıların günlerce bıkmadan, usanmadan çalıştıkları gibi… Yüzlerce latife petekleri de imân balı ile dolması lâzımdır. O zaman sekeratta şeytana imânını teslim etmezsin. Demek insanın aklı tadil-i eşgal etse bile insandaki latifeler o vazifeyi devralıyor. Komaya girse bile, namaz vakitlerinde ezan okuyor, namaz kılıyor gibi vaziyet alıyor.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] İşârâtü’l-İ’câz, s.48

[2] Mektubat, s.791

[3] İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1. Cilt, 32.Mektup

[4] Emirdağ Lahikası-II, s.415

[5] Kastamonu Lahikası, s.28

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir