Şeytanlar Şerr-i Mahz mıdır?

Şeytanların kendi varlıkları ve yaratılmaları hakîkatte şer-i mahz değil, ancak onların mâhiyetinde hayır olmadığı için şerre mercilik ve vesîlelik yaparak şerr-i mahz durumundadırlar.

Risâle-i Nûr’da “Şerr-i mahz olan şeytanların i’câdı” denilerek bu konu dahâ net ifâde ediliyor. Ya’ni şeytanların i’câd kabiliyeti yoktur. Bütün vazîfeleri şerre vesîleleiktir. Şeytanlar belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atâlet yaptırıyorlar. Böylece hayrı yaptırmamakla şerleri yaptırıyorlar ve böylece şerler oluyor.

Şöyle düşünelim. Bir şeyin vücûd bulması ve hayr-ı mahz olması için illet-i tamme gerekiyor. İllet-i tamme diyelim ki yüz şartın bir araya gelmesi ve hazır olmasıdır. İllet-i tammeden sonra irâde ve kudreti rabbeniye o şeyi hayr-ı mahz olan vücûd olarak yaratıyor. Böylece vücûd sabit oluyor. Şeytanlar ise illet-i tamme şartlarından bir tanesini terk ettiriyor ve bu terk ve ihmalle o şey vücût bulamıyor. Vücûd bulmaması için zarûrî olan şartların ihmaline ve terkine sebep olan şeytan ve bizim şeytanların telkinine aldanarak yaptığımız tercih sebep oluyor. Böylece bir hayır vücûda gelemiyor ve “Şerr-i mahz olan şeytanların icadı” tâ’biri gerçekleşmiş oluyor.

Şöyle de düşünebiliriz. Bir mü’min namaz kılmak için bütün şartları yerine getiriyor (illet-i tamme yüzde yüz tamam oluyor) ve namazını edâ ediyor. İşte Rabbimiz irâde ve kudreti ile bu fiili o mü’mine hayır olarak nasip ediyor ve o fiili hayr-ı mahz olan vücûd olarak yaratıyor.

Diyelim ki şeytana aldanan diğer bir kişi de abdest almaktan çekiniyor ve bir soğukluk geliyor ve namazın bir şartını ihmal ederek namazı kılmıyor. Böylece namaz terkedilerek namazın vücûdu ortaya çıkmıyor ve şerrr-i mahz oluyor. Buna ise “hayrı yaptırmamakla şerleri yapıyorlar, yani şerler oluyorlar.” sırrınca şeytan vesîle oluyor ve de şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i îmâna taslitleri hükmü anlaşılmış oluyor.

Bir şeyin vücûdu vacip yani gerekli olmazsa o şey vücuda gelmez. Bu bir ilm-i usûlün yerleşmiş bir kâidesidir. Bir şeyin vücûd bulabilmesi ve o şeyin illet-i tâmme dediğimiz” her hangi bir şeyin var olması için gereken sebeplerin tamamı” bulunacak ki ondan sonra vücûda gelmesi gerekir. Yani vücûd için illet-i tâmme şarttır. (Tabi ki ihtiyari kader dairesinde. Yoksa Allah bir şey yaratacağı zaman sadece ol der ve o da oluverir.)

“Bir nimetin vücudu, o nimetin umum şartlarına bakar. Hâlbuki o nimetin yokluğu, bir tek şartın yok olmasıyla oluyor. Meselâ: Bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin yokluğuna sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şartların vücuduna yetişmekle beraber, illet-i hakikî(hakiki tesir sahibi) olan kudret ve irade-i Rabbaniye(Allah’ın iradesi, dilemesi) ile vücuda gelir. (On Yedinci Lem’a)

Demek ki bir fiilin yaratılması için yüz şart gerekirse bizim meylimiz ve istememiz(ihtiyarımız) sadece bir şarttır. Doksan dokuz şart yerine gelse, bir şart eksik olsa o şartlar tamamlanmaz, eksik olur. Yani illet-i tâmme olmaz. İllet-i tâmme için yüz şartın da yerine gelmesi gerekir. Ancak yüz şart yerine gelse acaba o fiil vücut bulabilir mi? Hayır bulamaz. Çünkü hakîkî tesir sahibi olan Allah’ın irâdesi ve kudreti tecelli etmeden o fiil vücut bulamaz ve yaratılmaz. Onun için sebeplerin hiçbir tesiri ve icat kabiliyeti yoktur. Şeytaların da bir fiili yaratma ve icat kabiliyeti yoktur. Onun için şeytanlar sadece şerre sebep olan şerr-i mahza ve ademe vesîle oluyorlar.

Bizim irâde-i cüz’iyyemiz de sebeplerden sadece birisidir. Ancak Allah bizim cüz-i irâdemizi kendi külli irâdesi ve kudretine bir şart yapmıştır. Böylece fiillerin yaratılmasında ve vücut bulmasında hak dava edemeyiz, ancak kötülüklerden mesul oluruz. Çünkü kötülükler yüz şarttan bir şartın eksik kalmasına hakîkî sebep olur ve illet-i tâmme tamamlanmamış olur. Bu nedenle kötülükler adem,tahrip ve şer olmuştur. Yüz şart yerine gelecek ki ondan sonra Allah’ın irâdesi ve kudreti o fiilin yaratılmasına taalluk etsin.

Konuya Risâle-i Nûrlardan devam edelim:

Sual: Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların yüzünden çok insanlar küfre girip Cehenneme girmeleri, gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Acaba Cemîl-i Alel’ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahmân-ı Bilhakkın rahmet ve cemâli, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor? Şu meseleyi çoklar sormuşlar ve çokların hatırına geliyor.

Elcevap: Şeytanın vücudunda cüz’î şerlerle beraber birçok makasıd-ı hayriye-i külliye ve kemâlât-ı insaniye vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; mahiyet-i insaniyedeki istidatta dahi ondan daha ziyade merâtip var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidâdâtın inkişâfâtı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zembereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa, melâikeler gibi, insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nev’inde binler envâ hükmünde sınıflar bulunmayacak… Bir şerr-i cüz’î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafidir.

Çendan, şeytan yüzünden ekser insanlar dalâlete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar; kemiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki, bin ve on çekirdeği bulunan bir zat, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse, ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette, bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Öyle de, nefis ve şeytanlara karşı mücahede ile, yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil yüzünden o nev’e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette, haşarat nev’inden sayılacak derecede süflî ehl-i dalâletin küfre girmesiyle insan nev’ine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için, rahmet ve hikmet ve adalet-i İlâhiye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş.

Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’ân tezgâhında yapılan takvâdır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesidir. Ve silâhınız, istiâze ve istiğfar ve hıfz-ı İlâhiyeye ilticadır.(On Üçüncü Lem’a )

Üstad Bedîüzzamân Hazretleri şerr-i mahz için “Şerr-i mahz olan adem ise” der ve hayr-ı mahz için ise “hayr-ı mahz olan daire-i vücudun ” ifâdeleri ile şerr-i mahzın adem ve yokluk olduğunu ve hayr-ı mahzın ise vücut ve varlık olduğunu belirtir.

Ayrıca On Üçüncü Lem’a’da ise şu izahlar vardır.

“Adem şerr-i mahz, ve vücud hayr-ı mahz olduğunu, ehl-i tahkik ve ashab-ı keşif ittifak etmişler. Evet, ekseriyet-i mutlaka ile, hayır ve mehâsin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sureten menfi ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalâlet ve şer ve musibetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir.

Hem bilmüşahede sabittir ki, bina gibi birşeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder. Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve in’idâmı, bir rüknün ademiyle hasıl olur. Hem vücut, herhalde mevcut bir illet ister, muhakkak bir sebebe istinad eder. Adem ise, ademî şeylere istinad edebilir; ademî birşey, mâdum birşeye illet olur.

İşte bu iki kaideye binaendir ki, şeytan-ı ins ve cinnin kâinattaki müthiş âsâr-ı tahripkârâneleri ve envâ-ı küfür ve dalâlet ve şer ve mehâliki yaptıkları halde zerre miktar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, mülk-ü İlâhîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar; belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atâlettir. Hayrı yaptırmamakla şerleri yapıyorlar, yani şerler oluyorlar. Çünkü mehâlik ve şer, tahribat nev’inden olduğu için, illetleri, mevcut bir iktidar ve fâil bir icad olmak lâzım değildir. Belki bir emr-i ademî ile ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat olur.

(On Üçüncü Lem’a)”

Burada da şeytanların yaratılmasının hakîkatte çirkin ve şer olmadığı ile ilgili yerler ekleyelim.

Şeytanların halkı ve icadı ne içindir? Cenâb-ı Hak şeytanı ve şerleri halk etmiş; hikmeti nedir? Şerrin halkı şerdir, kabîhin halkı kabîhtir.

Elcevap: Hâşâ, halk-ı şer şer değil, belki kesb-i şer şerdir. Çünkü, halk ve icad bütün netâice bakar. Kesb, hususî bir mübaşeret olduğu için, hususî netâice bakar. Meselâ, yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var; bütünü de güzeldir. Sû-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse, “Yağmurun icadı rahmet değildir” diyemez, “Yağmurun halkı şerdir” diye hükmedemez. Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. Hem ateşin halkında çok faydalar var; bütünü de hayırdır. Fakat bazılar, sû-i kesbiyle, sû-i istimaliyle ateşten zarar görse, “Ateşin halkı şerdir” diyemez. Çünkü, ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış. Belki o, kendi sû-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.

Elhasıl: Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesiri intaç eden bir şer terk edilse, o vakit şerr-i kesir irtikâp edilmiş olur. Meselâ, cihada asker sevk etmekte, elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesir var ki, İslâm, küffârın istilâsından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terk edilse, o vakit hayr-ı kesir gittikten sonra, şerr-i kesir gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem meselâ, kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir. Halbuki zâhiren bir şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir, şerr-i kesir olur.

İşte, kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları şer ve çirkin değildir; çünkü çok netâic-i mühimme için halk olunmuşlardır. Meselâ, melâikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sâbittir, tebeddül etmez. Kezâ, hayvânâtın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır.

Âlem-i insaniyette ise, merâtib-i terakkiyat ve tedenniyat, nihayetsizdir; Nemrutlardan, Firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var. İşte, kömür gibi olan ervâh-ı sâfileyi, elmas gibi olan ervâh-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-ı enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar beraber kalacaktı. Âlâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i sâfilîndeki Ebu Cehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.

Demek, şeyâtin ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için, icadları şer değil, çirkin değil. Belki, sû-i istimâlâttan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler kesb-i insana aittir; icad-ı İlâhîye ait değildir.(On İkinci Mektup)

İşte, kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları şer ve çirkin değildir; çünkü çok netâic-i mühimme için halk olunmuşlardır.

Demek, şeyâtin ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için, icadları şer değil, çirkin değil. Belki, sû-i istimâlâttan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler kesb-i insana aittir; icad-ı İlâhîye ait değildir.(On İkinci Mektup)

Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir methalleri olmadığı bir hakîkattir.Ve “Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır.”

Evet, bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerâit-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan Hâlık-ı Zülcelâlin kudretine mahsus olduğu halde, bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. (On Üçüncü Lem’a)

İşte şeytanlar bu cihette şerr-i mahz oluyorlar. Ya’ni tarhip ve şer cihetinde şerre ve tahribata menşelik yapıyorlar.

Ancak onların halkları ve yaratılmaları ise çok hikmetli neticelere baktığı ve hizmet ettiği için şer değildir. Çünkü şeytanlarla mücadele ve mücahede sonucu çok insanlar terakkiyat mertebeleri ile kemâlat-ı insaniye mertebelerine çıkıyorlar. Önemli olan şeytanın bütün desiselerini ve tuzaklarını deşifre eden şeriata ve sünnete ittiba edilsin ve onunla mücahede yolları seçilsin.

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir