Aynı Meşreple Hizmet Etmek

catsAynı Meşreple Hizmet Etmek
Risale-i Nur dairesinin geniş olduğunu, mesleğinin sahâbe mesleği olup Cadde-i Kübrâ-i Kur’âniye olduğunu önceki yazılarımızda ifâde etmiştik.

Hatta Bediüzzaman Hazretleri’nin mesleğinin Sahâbe mesleği ve meşrebinin Hz. Ali (ra) Efendimiz ile Hulefa-i Râşidîne istinâden Ashabdan intikal ettiğini kendi ifâdeleriyle beyan ettik. Ayrıca insanın fıtratına ve mâhiyetine derc edilen vahidiyet içersinde sırr-ı ehâdiyeti taşıyan farklı farklı tecelli-i esmâ tezahürlerini gösteren meşreplerin de olduğunu beyan etmeye çalıştık.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur Külliyatı’nın müteferrik yerlerine, ihtiyacımız olan meseleleri birçok hikmete binâen serpiştirmiştir. Risale-i Nur’un tamâmı tarandığında, ihtiyacımız olan meseleleri toparladığımızda bizlere ârız olan problemlerin halledildiğini müşâhede edebiliriz. Âcizane yapmaya çalıştığımız da budur. Ancak tamâmına yetişemediğimiz de bir vâkıadır. Çünkü bu tür mevzular mütesânid bir heyet tarafından taksîmü’l-a’mâl ve teşrikü’l-mesâi kâidesi ve şahs-ı mânevî ile netleşecektir diye ümid ediyorum.
Risale-i Nur’a muhatap olanların farklı meşreplerde olabileceği ve olduğu bir hakîkattir. Her haklı meşrep sahibi ve müntesipleri kendi meşrebinin muhabbeti ile hareket etmeli ve Risale-i Nur hizmetlerini kendi meşrebinin prensipleriyle deruhte etmelidir. “Başka mesleklerin (ve meşreplerin) adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın”1 yeter. Hakîkat-i hâle bakıldığında bu konuda meşreplere ârız olan hâllerin yaşandığı da bir vâkıadır. Öyleyse satırdan ahvâl ve etvarımıza Risale-i Nur hakîkatlerinin intikal etmesi gerekiyor. Yani hakîkatler satırdan söze, sözden öze ve özden de ef’alimize in’ikâs etmesi gerekiyor.
Yine birçok hikmete binâen her birimiz kendi mizacımıza ve fıtratımıza muvafık bir meşreple tanışmış ve tanıştırılmışız. Hikmet-i İlâhî bizleri birçok hikmete binâen hakîkat-i Kur’âniyeye sevketmiş olmalı ki ahirzamanın dehşetli bir zaman diliminde Risale-i Nur’a muhatap kılınmışız. Bizler öncelikle bu muhatâbiyet için Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Çünkü Risale-i Nur’la tanışmak büyük bir nimettir. Nimet ise şükür ister. Bu şükrün mikyası da sırr-ı ihlâs ile hizmetlere ciddî olarak devam etmekle olur. Bizler Rabbimizin inâyeti ve istihdâmı altında koşturuluyor ve hizmet ettiriliyoruz. Onun için bu hizmette “ene” yok, “nahnü” vardır. Risale-i Nur hizmetlerinde “ben” demeyiniz “biz” deyiniz ifâdesinin altında da bu sır olmalıdır. “Bununla beraber, etrafına toplandığımız hizmet-i Kur’âniye, ene’yi kabul etmiyor, nahnü istiyor. ‘Ben demeyiniz, biz deyiniz’ diyor.”2
Risale-i Nur’a hizmet dâvâ eden meşreplerinin hasbe’l-kader birisinde hizmet etmemiz tesâdüfî değildir. Demek ki bizim husûsî meşrebimiz ile Risale-i Nur’un geniş dairesi içerisinde bulunan Cadde-i Kübrâ-i Kur’âniye olan Sahâbe mesleğinde bulunan bir meşrep mukarenet etmiş olmalı ki, izn-i İlâhî ile o meşrep ile tanışmanın şartları tahakkuk etmiş ve iktiran tabir edilen nimet tanıyana ve tanıtana birlikte gönderilmiştir. Öyleyse kâinatta tesadüf yoktur sırrınca, bu nimetin şükrü için o meşreple Risale-i Nur hizmetlerine devam etmek gerekir. Eğer içersinde bulunduğumuz meşrep ile bizim husûsî meşrebimiz arasında bir imtizâçsızlık söz konusu ise bunun çaresi Risale-i Nur’da gösterilmiştir. Meselâ Bediüzzaman Hazretleri “Şimdi siz, mâbeyninizde münakaşasız bir meşveret ediniz.”3 ve “Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz.”4, “Siz meşveret ediniz, nasıl münâsib ise yaparsınız.”5 şeklinde çok mühim noktaları hizmet prensibi olarak talebelerine yazmıştır.  Ayrıca “Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalâlet istifâde edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz.”6 denilerek meşveretle hareket edilerek teşettüte düşülen fikirlerin tevhid edilmesinin yolu gösterilmiştir. Aynı meşreple hizmet etsek de fikirlerimiz teşettüte düşerek parçalanabilir ve meseleler kendi âlem-i asgarımıza farklı in’ikâs edebilir. Öyleyse aynı meşrep içersinde reylerimizi teşettütten muhafaza etmenin tek yolu meşveret-i şer’iyeyi tatbik etmek ve o meşveretten çıkan karara sadâkatle bağlı kalmaktır. Yoksa meşveretle alınan karardan sonra şahsî fikirlerimizi ve reylerimizi meşveretin şahs-ı mânevîsinin üzerinde görmek veya o meşrep içersinde meşrû olmayan zeminlerde izhar ederek serrişte etmek “bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imâniyenin kudsiyetine hürmetsizlik”7 olur endişesini taşımalıyız.
Ayrıca aynı meşrep içerisinde fikirler meşveret ile teşettütten muhafaza edilmezse tesânüd bozulur ve hizmetin tadı kaçar. Bediüzzaman Hazretleri “Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki, o düsturu cidden nazara almalısınız” der ve “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî hayat da gider. ‘İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider.’8 işâret ettiği gibi, tesânüd bozulsa cemaatin tadı kaçar.”9 diyerek tesânüdün ne kadar ehemmiyetli olduğunu bildirmiştir. Böylece “Evvel âhir tavsiyemiz, tesânüdünüzü muhafaza; enâniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır.”10 diyen Üstâdımıza sadakte demek boynumuzun borcu olmalıdır.
Bediüzzaman Hazretleri Denizli Hapsi mektuplarında “Heyetinizdeki Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini konuşturmak ve reyini almak için meşveret ediniz.”11 tavsiyesini yaparak “Dünyevî fırtınalar sizi sarsmasın.”12 diye de îkaz etmiştir. Böylece “… mümkün olduğu kadar husûsî fikirlerinizi, meşrebinizi medar-ı münâkaşa yapmayınız.”13 diyen bir Üstada talebe olmak elbette ki büyük bir sadâkat, sebat, ihlâs ve metânet gerektiriyor olmalıdır.
Fakat bu zamanda ehl-i îmân mutlaka muarız-muvafık, dost-düşman ne olursa olsun münâkaşa zamanı değildir. Mü’min olan muarızların kusurlarına ehemmiyet verilmesin ve bakılmasın. “Vel’âfîne ani’n-nâs” düsturumuzdur.14 “Halbuki bu zamana kadar, hiçbir zaman, din âlimlerinin ittifakına ve münakaşa etmemesine muhtaç olmamış. Şimdilik teferruattaki ihtilâfı bırakmaya ve medâr-ı münâkaşa etmemeye mecburuz.”15 vesselâm.

Dipnotlar:
1- Lem’alar, 2006, s: 374.
2- Mektubat, 2006, s: 722.
3- Şuâlar, 2006, s: 517.
4- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 336.
5- Gayr-ı Münteşir, Muhtelif Lâhikalar, Emirdağ-1         Mektupları (Üstad).
6- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 340.
7- Lem’alar, 2006, s: 390.
8- Enfâl Sûresi, 8:46.
9- Barla Lâhikası,2006, s: 209.
10- Şuâlar, 2006, s: 494.
11- Gayr-ı Münteşir, Şuâlar, 13. Şuâ: Denizli Hapsi Mektupları.
12- Gayr-ı Münteşir, Muhtelif Lâhikalar, Emirdağ-1 Mektupları (Üstad).
13- Gayr-ı Münteşir, Muhtelif Lâhikalar, Emirdağ-1 Mektupları (Üstad).
14- Gayr-ı Münteşir, Muhtelif Lâhikalar, Emirdağ-2 Mektupları (Talebeler).
15- Müdafaalar, Afyon Mahkemesi (1948 – 1949).

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir