Bediüzzaman, Hürriyet, İstibdat ve Meşrûtiyeti Ders Veriyor

Bediüzzaman, Hürriyet, İstibdat ve Meşrûtiyeti Ders Veriyor

Bediüzzaman, Şark ziyaretlerinde hemen her yerde, hürriyet, meşrûtiyet ve istibdat ile ilgili sorulara muhatap olmuştur. Bu yönde sorulan sorulara verdiği cevaplarda genellikle, istibdat ile meşrûtiyetin birbirine zıt olan tanımlarını vererek başlıyor. Gayet muknî ve itminan edici verilen cevaplardan bazı aşiret efradı memnun kalırken, bazıları tekrar tekrar sorular sorarak derslerin uzamasına sebep olurlar.

İstibdat Nedir?

Bediüzzaman istibdat ile ilgili sorulan soruya; “İstibdat tahakkümdür. Muamele-i keyfiyedir. Kuvvete istinat ile cebirdir. Rey-i vahittir. Sû-i istimalâta gayet müsait bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsaniyetin mâhisidir. Sefalet derelerinin esfel-i safiline insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefalete düşürttüren ve ağraz ve husumeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren; hatta her şeye sirayet ile zehirini atan, o derece ihtilafatı beyne’l-İslâm ikâ” edip Mu’tezile, Cebriye ve Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden istibdattır.”[1]şeklinde asırları içine alacak şeklide çok şümullü cevaplar veriyor.

Meşrûtiyet Nedir?

Diğer taraftan, meşrûtiyet ile ilgili öncelikle ayetlere istinat ederek cevap verir. Şöyle: “İşlerinde onlarla istişare et[2] ve “Onların aralarındaki işleri, istişare iledir?[3] mealindeki âyet-i kerimelerin tecellisidir. Ve meşveret-i şer’iyyedir. O vücud-u nuraninin kuvvete bedel, hayatı haktır. Kalbi, marifettir. Lisanı, muhabbettir. Aklı, kanundur, şahıs değildir. Evet, meşrûtiyet; hâkimiyet-i millettir...”[4] Bu izahların ardından, meşrûtî hükümeti niçin bu kadar takdir ettiğine dair yöneltilen bir soruya şöyle cevap verir: “Zira meşrûtiyet hükümete düştüğü vakit; fikr-i hürriyet, meşrûtiyeti her vecihle uyandırır. Her nev’de, her taifede onun sanatına ait bir nevi meşrûtiyeti tevlit eder. Hatta ulemâda, medariste, talebede bir nevi meşrûtiyeti intaç eder. Evet, her taife ona mahsus bir meşrûtiyet bir teceddüt ilham olunuyor. İşte şu arkasında şems-i saadeti telvih eden; ve temayül ve incizab ve imtizaca yüz tutan lemaat-ı meşverettir ki; bana meşrûtiyet hükümetini bu kadar sevdirmiştir.”[5]

Meşrûtiyet Şerîata Muhalif midir?

“Bazı adamlar, (meşrûtiyeti) şeriata muhaliftir diyor?” şeklindeki bir itiraza, Bediüzzaman’ın verdiği Cevap: “Ruh-u meşrûtiyet, şeriattandır. Hayatı da ondandır. Fakat ilca-ı zarûretle; teferruat olabilir, muvakkaten muhalif düşsün. Hem de her ne hâl ki, meşrûtiyet zamanında vücuda gelir, meşrûtiyetten neşet etmesi lâzım gelmez. Hem de hangi şey vardır ki; her cihetle şeriata muvafık olsun. Hangi adam var ki; bütün ahvali şeriata mutabık olsun? Öyle ise şahs-ı mânevî olan hükümet dahi masum olamaz. Ancak Eflâtun-u İlâhinin medine-i fâzıla-yi hayaliyesinde masum olabilir. Lâkin meşrûtiyet ile su-i istimalatın ekser yolları münsed olur, İstibdatta ise açıktır.”[6] Bediüzzaman’ın, bu ifadelerle ortaya koyduğu yaklaşım son derece önemli ve İslâm’a uygundur. Çünkü meşrûtiyet, temelde İslâmî prensiplerin gerektirdiği esaslarla ters düşmemektedir. Bediüzzaman’ın şerîatın ahkâmının tatbikat ta’rîfi ise şöyledir: “İslâmiyet’in ahkâmı iki kısımdır. İkincisi: Şeriat muaddildir(adaletli hale getiren); yani, gayet vahşî ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel(ıslân edilmiş) ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-i hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir(başka bir şekle dönmüştür). Çünkü, tabiat-ı beşerde umumen hükümferma olan bir emri birden ref etmek, bir tabiat-ı beşeri birden kalbetmek iktiza eder.”[7] Görüldüğü üzere, zamanın oldukça zor ve ağır olan şartları, ölçülü ve dengeli bir yaklaşımı gerektirmiştir. Bu bir nevi şeriatı isteme yöntemidir. Yani “muvazene ile zarûreti nazara alarak müdakkikane meşrûtiyeti şeriata tatbik etmek”[8] meselesidir.

Bediüzzaman Hürriyeti Aşiret Mensuplarına Anlatıyor

Bediüzzaman aşiret mensuplarını ziyareti esnasında, aşiret fertlerinin hürriyet ve özgürlüğün kendilerine yanlış tanıtıldığını; hürriyetin her şeyi yapmaya izin veren, her türlü ahlâksızlığa ve azgınlığa zemin hazırlayan bir sistem olarak tanıtıldığını söylerler. Buradan hareketle, özellikle hürriyet hakkında çok detaylı sorular sorarlar. Bediüzzaman, onların bu yanlış kanaatlerini tashih etmek için şu açıklamaları yapar:

Nâzenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa, sefâhet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmâreye esir olmaktır. Hürriyet-i umumi, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.[9]  Bir başka tarifinde Bediüzzaman “Hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve tedipten başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekâtı meşrüasında şâhâne serbest olsun. “Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim” (mealindeki âyetin) nehyinin sırrına mazhar olsun.[10]  Nasıl “Hürriyet imanın hassasıdır?” sualine verilen cevap da şöyledir: “Rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat’a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar.”[11]

Meşrûtiyetin Yolunu Acele Yapmak

Bediüzzaman, “Lâkin güneş gibi parlak, her ruhun mâşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki, saâdet-sarây-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazilet ve İslâmiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyinedir.”[12] tespitini aktararak hürriyetin sosyal hayatın ve medeniyetin gereklerinden ayrı olamayacağını da ifade etmektedir. Bu açıklamaların ardından aşiret üyeleri, Bediüzzaman’ın ifade ettiği çoğu faydayı göremediklerini ileri sürerek, bunun sebeplerini sorarlar. Bediüzzaman ise, bu durumun temel gerekçesi olarak cehalet, fakirlik, dâhili ihtilaf ve medeniyetin gerisinde kalınmasını gösterir. Onun anlatmak istediği husus, muhataplarından her bir ferdin kendi üzerine düşen sorumlulukların farkına varmasının zaruretidir. “Onları tembellikten kurtarmak için” sadece yanlışlarını gösterdiğini söyleyerek şöyle devam eder: “Onu, çabuk getirmek istiyorsanız; işte marifet ve faziletten demir yolu yapınız! Tâ ki, meşrûtiyet, medeniyet denilen şimendifer-i kemâlâta binip ve terakkiyat tohumlarını bindirerek kısa bir zamanda mânilerden kurtulup geçerek size selâm etsin. Siz ne kadar yolu acele ile yapsanız, o da o derece acele ile gelecektir.”[13]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.208

[2] Âl-i İmran Suresi: 159

[3] Şûra Suresi: 38

[4] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.209

[5] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.215

[6] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.221

[7] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.287

[8] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.223

[9] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.236

[10] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.237

[11] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.238-9

[12] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.238

[13] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât), 2013, s.214

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir