Kur’ân’ın Cezâlet ve Fesâheti

AAACezâlet; ahenkli, akıcı ve güzel ifâde mânâsındadır.

Kur’ân cezâlet yönüyle de mu’cizedir. Yani üslûbu ahenkli, akıcı ve güzeldir. Hatta okunurken ve dinlenirken bu cezâlet çok açık ve net olarak fehmedilir ve görülür. Kur’ân’ın cezâleti insanı mest eder.

Kur’ân-ı Hâkîm’in, nazımda cezâleti vardır. Âyet ve sûrelerinde belirli bir sıra takip edilir. Tertîbi mükemmeldir. Âyetleri kâfiyeli ve vezinli sözlerdendir. Şiir gibi akıcıdır, ancak şiir değildir. Kur’ân’ın sûreleri, âyetleri hatta harflerinin dizilişi tesâdüfî değil, birbiri ile alâkalı ve irtibatlıdır; birbirine bakar ve birbirini tekmil ve tasdik eder.
Kırk vecihle mu’cize olan Kur’ân, elbetteki âyetlerinin dizilişi, akıcılığı ve güzelliği ile de mu’cizedir ve dinleyenleri hayrette bırakır.

Kur’ân’daki kelime ve harfler hârika bir âhenk ve münâsebet ile nazım ve tertibinde cezâlet vardır. Buna cezâle-i nazmiye denir. Bu hâl İşârâtü’l-İ’câz’da âhirine kadar beyân edilmiştir; kim isterse ona bakabilir ve bu nazımdaki cezâlet-i hârikayı bu sûrette görebilir.
Nasıl bir saatin sâniye, dakika ve saati sayan milleri belirli bir gâye için birbirinin nizâmını tekmil eder bir düzen, ölçü ve nizâmla yapılmıştır. O miller zamanı ölçmek için yapılmış olmakla berâber, zamanın ayrı ayrı birimlerini, ölçülerini de gösterir bir tarzda imâl edilmiştir.

Aynen bunun gibi, Kur’ân’ın her bir cümlesi, her bir kelimesi, her bir harfi de kendi ifâde ettikleri ma’nâlarla birlikte o cümlenin ma’nâsını pekiştirme, kuvvetlendirme, sağlamlaştırma gibi husûsiyetleri de ifâde etmektedir. Aynı zamanda umûm Kur’ân cümleleri ile de münasebetlerini değişik vecihlerden göstermektedirler.
Bunun yanında ma’nânın mükemmeliyetine hizmet eden kelime ve harfler aynı zamanda öyle dizayn edilmişlerdir ki, hem ifâdenin akıcılığı mükemmeldir; hem de sıralanışlarındaki hikmetlerin sakladığı tevâfukata dair sırları da bünyelerinde taşımaktadırlar. Bu da Kur’ân’ın i’câzını gösteren ve o i’câza hizmet eden husûsiyetlerden biridir.

LÂFZINDAKİ FESÂHAT-İ HARİKA

Fesâhat-ı lâfzıye; insanı hayrette bırakacak derecede doğru ve düzgün söyleyerek açık ve güzel ifâde etmedir. Kur’ân dinleyenleri hayrette bırakacak derecede güzel ve mükemmel bir ifadeye sahiptir. İmân edenleri hayrette bıraktığı gibi, etmeyenleri de lafzındaki fesâhat ile hayrete düşürüp aciz bırakmıştır.

Kur’ân’daki cezâlet ve fesâhat, yani akıcılık ve insanı hayrette bırakan güzel söz ve lâfızlar cihetini cisimleşmiş büyük Kur’ân olan kâinatta da müşahede ediyoruz.
Her bir masnû, yüce Allah tarafından öyle san’atlı, nakışlı ve güzel yaratılmış ki o masnûya bakan her akl-ı selim hayrette kalıyor. O güzellik, çekicilik, akıcılık ve uyum karşısında hayretini saklayamıyor. Böylece yaratılan masnûlar Kur’ân’ın cezâlet ve fesâhat mu’cizelerinden birer numune taşıyor gibi akıcılık, güzellik ve hayret verici san’atları ile Hâlık’ını gösteriyor. Her ferasetli akıl sahibi ve keskin kalbli olanı hayrette bırakarak mu’cize-i kudret olduklarını gösteriyorlar.

Evet, Kur’ân mânen, üslûb-u beyân cihetiyle fevkalâde beliğ olduğu gibi, lâfzında gayet selis bir fesâhati vardır. Fesâhatin kat’î vücuduna, usandırmaması delildir. Ve fesâhatin hikmetine, fenn-i beyan ve maânînin dâhi ulemasının şehadetleri bir burhan-ı bâhirdir.
Evet, binler defa tekrar edilse usandırmıyor. Belki lezzet veriyor. Küçük, basit bir çocuğun hafızasına ağır gelmiyor; hıfzedebilir. En hastalıklı, az bir sözden müteezzî olan bir kulağa nâhoş gelmiyor, hoş geliyor. Sekeratta olanın damağına şerbet gibi oluyor. Zemzeme-i Kur’ân, onun kulağında ve dimağında, aynen ağzında ve damağında mâ-i zemzem gibi leziz geliyor.

Usandırmamasının sırr-ı hikmeti şudur ki: Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâdır; ve rûha mâ ve ziya ve nüfûsa devâ ve şifâ olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. Demek, Kur’ân hak ve hakîkat ve sıdk ve hidâyet ve harîka bir fesâhat olduğundandır ki, usandırmıyor. Daima gençliğini muhâfaza ettiği gibi, tarâvetini, halâvetini de muhâfaza ediyor. Hattâ Kureyş’in rüesasından müdakkik bir beliğ, müşrikler tarafından, Kur’ân’ı dinlemek için gitmiş. Dinlemiş, dönmüş, demiş ki: “Şu kelâmın öyle bir halâveti ve tarâveti var ki, kelâm-ı beşere benzemez. Ben şairleri, kâhinleri biliyorum. Bu onların hiç sözlerine benzemez. Olsa olsa, etbâımızı kandırmak için sihir demeliyiz.” İşte, Kur’ân-ı Hakîmin en muannid düşmanları bile fesâhatinden hayran oluyorlar.1

İşte Kur’ân’ın lâfzındaki cezâlet ve fesâhattan kitab-ı kâinat olan âlemdeki cezâlet ve fesâhate bir tefekkür penceresi…
Dipnot: 1- Sözler, Yirmibeşinci Söz.

ABDULBAKI ÇİMİÇ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir