Risâle-i Nur’a hizmet etmek

Risale-i Nur’a hizmet edebilmek…

Risale-i Nur hizmetinin neticesi maddî olarak görmek arzu edilebilir. Fakat bu arzu doğru değildir. Pekâlâ, Risale-i Nur hizmeti nedir? Vazifeni yapıp vazife-i İlâhiye’ye karışmamaktır. Bizim vazifemiz hizmettir, muvaffak olmak bu vazifeye dâhil değildir. O, vazife-i İlâhiye’ye bakar. Birisine Risale-i Nur’u anlattın. Eğer o anlatmanda ihlâs varsa, işte hizmet odur. O an, içindedir. Yoksa illâ netice hâsıl olacak da hizmet olacak demek değildir. Hizmet yap, unut! Eğer unutmazsan meyl-i tefevvuk ejderha gibi ortaya çıkıyor. Bunlar ucbun ejderhaları… Bu ejderhayı doyurmak mümkün değil. O zaman ihlâs da, uhuvvet de, sadakat de, sabır da, şükür de yok oluyor. Müflis bir kul oluyorsun! Hizmetini ön şartla yapmış oluyorsun.

Hubb-u cahı feda etmek, meyl-i tefevvuku feda etmek, hatta izzet ve şerefini feda etmek ile mahviyete girilir. Bir avuç toprak olmak gerekiyor. Çünkü mahviyeti kazanan toprak, sonra ondan kudret çiçekleri çıkıyor.Yanlış düşündüğümüz izzetimizi hizmette feda edebilmeliyiz. Hizmet bu şartlarla mukavim olur.Nefis hizmet zamanı kendini unutur, ücret zamanı en öndedir. Hizmette önde, ücrette geride durmak hizmet ruhunun ihlâs ile yapıldığının emaresidir. Gel de gafil nefse bunu anlat! İlla görünecek, illa kendinden bahsedilmesini isteyecek! Nefs-i emmare cihetiyle insan her daim hak ister. Ancakibadetin hadd-ü hududu olmadığı ve nefs-i emmare mutmainneye varıncaya kadar sa’yin lüzûmu var. “Mecazi nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip, veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin.”[1]

Risale-i Nur’a hizmet edenler üçe ayrılabilir:

Birincisi: Gurur ve enaniyetini yenmeden hizmete dahil olanlar. Bunlar, şahs-ı mânevînin yüküdür. Bu dâvâya enaniyet ile hizmet edilmez. Bediüzzaman “Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın” derken bu noktaya işaret etmiş olmalı. Bu asır enaniyet asrı olduğu için nefsini ve enâniyetini sevenler çabuk enâniyetini bırakmaz. “Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor.”[2] Halbuki “bir buz parçası olan enaniyetini,-tam bir havuzu kazanmak için-o dairedeki âb-ı hayat  havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa, başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakim  ve metin cadde-i Kur’âniyeye bilmeyerek zarar verir, belki zındıkaya bilmeyerek bir nevi  yardım hesabına geçer.”[3] Bediüzzaman’ın bu konuda en mühim ikazı “Evet, bahtiyar odur ki, kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.”[4]

İkincisi: İddiasız olanlardır. Bunlar, itaatkâr fakat hareket yok. Müteharrik-i bizzat değil, müteharrik-i bilvasıta olanlar. İllâ iteleyeceksin. Nefis bu insanların “tembellik ve tenperverlik” damarından istifade eder. Çünkü nefis rahatına düşkün, tembellikten hoşlanır. Ona bu hazzı tattırmamak lâzım.

Üçüncüsü: Hakiki nur talebeleri, Risale-i Nur’un hem önünde, hem ortasında, hem sonunda olabilir. Full time hizmet. Bunların; öndekilerin vazifesi; cemâatin şahs-ı mânevîsine kuvvet vermek, Risale-i Nur’un kudsiyetini terennüm etmek, ortadakileri dahi muhafaza ediyor. Arkadakiler,  duâ ediyor. Bunlar “sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeler.”[5]konumundadır.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Kastamonu Lahikası, s.335                   

[2] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.326

[3] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.299

[4] Lemalar, s.401

[5] Lemalar, s.392

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir