Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsine meftun olmak lâzım

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsine meftun olmak lâzım

Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Zaman şahıs zamanı değil, şahs-ı mânevî zamanıdır. Risale-i Nur’da şahıs yok, şahs-ı mânevî var. Ben bir hiçim. Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır, Kur’ân’dan süzülmüştür. Şeref ve hüsün Kur’ân’ındır. Şahsımla Risale-i Nur iltibas edilmiş. Meziyet, Risale-i Nur’a aittir. Risale-i Nur’un neşrindeki harika muvaffakiyet ise, Risale-i Nur talebelerine aittir.”[1]İşte şahs-ı mânevîye meftuniyetin sırları.

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsine bakan ehl-i ibret ve erbab-ı basîret istese, o âyinede Resûl-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı seyredebilir. Çünkü Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi Hz. Ali(ra) Efendimiz vesilesiyle “Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsini temsil ettiği noktasındandır. Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsi ise Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bir nevi mahiyetini gösteriyor.”[2] Bu sırdan dolayıdır ki “Umûm esmâ-i hüsnâ a’zamî mertebesiyle Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinde tecelli ettiğinden…”[3] Gâyemiz Risâle-i Nûr’un şahs-ı mânevîsini enzâr-ı cihana, ehl-i îmâna ve insanlara göstermektir. Çünkü “Cemâatin rûhu olan şahs-ı mânevîdaha metindir.”[4] Bu zemin ve zamanda elzem bir vakıa da şudur: “Bu zamân, cemâat zamânıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harîka da olsalar, cemâatın şahs-ı mânevîsinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir.”[5]

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin şerefiyle ve makamıyla müftehir olmayı ve ona tam şakird olmayı ve o saadete tam girmeyi Rahîm-i Mutlak bizlere de ihsan etsin. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini ve Üstadımın şahs-ı mânevîsini ve talebelerin şahs-ı mânevîsini[6] yaşayabilmek için şahs-ı mânevîye meftun olmak gerekiyor. “O şahs-ı mânevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telâhukundan ve birbirine yardımından ve kalblerin birbirine in’ikâsından ve ihlâs ve samimiyetlerinden.”[7]tezahür eder. O şahs-ı mânevi, cemâatin ruh-u mânevîsi hükmüne geçer.

Şahs-ı mânevî sırrı, ancak ahir zamandaki nur talebelerine nasip olmuş. Bir de asr-ı saadette sahabelere bu sır nasip olmuş. Her kardeş birbirine bir mürşid-i kâmil gibi nokta-i istinad oluyor. Kardeşlerin meziyetleriyle iftihar etmek, onların faziletleriyle şakirane şükretmek fenafi’l ihvan sırrının gereğidir. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin tam mümessili olmak için tefâni ve mahviyet sahibi olmak lâzımdır. Risale-i Nur hizmeti çok yüksek haslet ve fedakârlık istiyor. Bu haslet ve fedakârlık Sahabe-i Güzin’in ruhunda var. Risale-i Nur o ruhu bu asra taşımış.

Cemâatin şahs-ı mânevîsi sırr-ı uhuvvete bağlıdır. Ene değil, nahnü hakikati uhuvveti lâzım kılıyor. Çünkü “etrafına toplandığımız hizmet-i Kur’âniye, ene‘yi kabul etmiyor, nahnü istiyor. “Ben demeyiniz, biz deyiniz” diyor.”[8] Uhuvvet, dava-yı kudsiye-i Kur’âniyenin ruh-u mânevîsidir. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsine meftuniyet, insanı hakikat-i uhuvvete çıkarır.  Uhuvvetin hukuku çok mühimdir. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin ruhu, uhuvvettir. Uhuvvetin rabıtaları ise dörttür. Bunlar: İttifak, ittihat, imtizaç, tesanüttür. Bir nur talebesi bunları kırsa, şahs-ı mânevîden beklenen bütün neticeleri kırıyor. İşte bu vaziyet tam bir hasâret-i âzimedir!

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Tarihçe-i Hayat, s.1071

[2] Lemalar, s.46

[3] Tiryak, Beyaz Karton Kapak,2000 Baskı, s.90

[4] Mesnevi-i Nuriye, s.162

[5] Emirdağ Lahikası-I, s.136

[6] Barla Lahikası, s.239

[7] Emirdağ Lahikası-II, s.634

[8] Mektubat, s.722

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir