Risâle-i Nur’da Latife-i Rabbâniye Olan Kalb

Risâle-i Nur’da Latife-i Rabbâniye Olan Kalb

Bedîüzzamân Hazretleri bizlere “Evet, Risâle-i Nûr size mükemmel bir me’haz olabilir.[1]” diyerek Risâle-i Nur üzerine yapılacak olan çalışma sistemini göstermektedir. Çünkü ondan erkân-ı îmâniyenin her birisi için müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir îzâh ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir demektedir. Bu hakîkate binâen Risâle-i Nûr Külliyatı’nın müteferrik yerlerine dağıtılmış vaziyette bulunan mevzular bir araya getirilse mükemmel bir îzâh ve bir hâşiye ve bir şerh olmaktadır. Bizler de zaman zaman bu tür îzâh ve şerh olabilecek çalışmalar yapmaya gayret ediyoruz. İşte Risâle-i Nur’da Kalb mavzuuda böyle bir çalışma hükmündedir. İnşâallah istifâdeye medar olur.

İnsanın fıtratına ve ruhuna derc edilen nihayetsin isti’dâdlar, kabiliyetler, meyiller, arzular, istekler ve emeller vardır. Hem insan mahiyet i’tibâriyle kâinatın çekirdeği hükmündedir. O çekirdeğin çekirdeği de kalbdir. Kalb, cismânî çam kozalağı gibi bir et parçası değildir.Bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır. Yani konumuza mevzu olan kalb, bir latife olan mânevî kalbdir. Onun içindir ki kalb ile vicdân mahall-i îmândır. Kalb îmânın yeridir ve aynı zamanda îmân ile tezyîn edilir ve süslendirilir. Kalb takvâ ile seyyiâttan temizlenir. Kalb aşk-ı ebedî için yaratılmıştır ve âyine-i Sameddir. İnsanın bâtınî hasselerindendir. Hayât-ı ebedîye esâsâtını ve saâdet-i uhrevîye levâzımâtını tedârik etmek için verilen güzel bir hediye-i Rahmâniyedir.

Kalb, kemâlâtın bütün enva’ına müştâktır. Aşk ise şiddetli bir muhabbettir. Muhabbet ise muhabbetullah için insanın kalbine derc edilmiştir. Bundan dolayıdır ki batın-ı kalb de hadsiz muhabbeti kuşatacak kabiliyettedir. Öyleyse kalb ancak muhabbetullah ile teskin olur ve maksadına kavuşur. Kalb aynı zamanda peygamberlerde ma’kes-i vahy ve velilerde de mazhâr-ı ilhâmdır. Mâziye nüfûz ve müstakbele hulûl edebilir. Nihâyetsiz teessürât ve elemlere ma’rûz ve mübtelâ ve nihâyetsiz telezzüzâta ve emellere meftûn ve pürsevdâdır. Öyleyse kalb her tarafı görür. Âdeta bir kumandan gibidir. Cihât-ı sitteden malûmat alır.  Onun içindir ki hem bâzen de yoruluyor. İnsanın büyük ve mühim letâifindendir.

Kalb, Sâni’-i Kâinâtın en münevver ve en câmi’ bir âyinesidir. Hayatın mihveri ve makinasıdır. Vicdânın penceresidir. Hangi bir şey’e el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şey’e bağlanır. Büyük bir ihtimâm ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla onun ile berâber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam ma’nâsiyla fenâ olur.

Kalb, binlerce âlemlere örnek ve penceredir. Ebedî, sermedî bir bekâdan maâda bir şey’e razı olmuyor. Ebed-ül âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fâni dünyaya râzı değildir. Çünkü kalb ebed ebed arzusu ile sermedî bir hayata müteveccihtir. Onun nihayetsiz arzularını ve emellerini sermedî bir bekâdan gayrı bir şey tatmin edemez.

Kalb, insanın çekirdeğidir. Ubûdiyet ve ihlâs altında İslâmiyyet ile iskâ edilmekle îmânla intibâhâ gelirse, nûrânî, misâlî âlem-i emirden gelen emr ile öyle bir şecere-i nûrânî olarak yeşillenir ki, onun cismanî âlemine rûh olur. Bu ruh imân ile hayatlanır ve beka’ bulur. Vâhid-i Ehad’den başka merkezinde bir şey’i kabûl etmiyor.

Kalb, zevkiyle bulduğu şey’i akla veriyor. Çünkü aklın nuru kalbden geliyor. Kalb insanın duygularının ve lâtifelerinin sultanıdır. Ebedî Zattan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor. Mâsivâsına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez.Binler âlemin harita-i ma’neviyesi hükmündedir. Bu âlemin bir harita-i ma’neviyesi ve çok kemâlâtın bir çekirdeğidir. Çekirdek hâletinde bir şecere-i azîmenin cihâzâtını tazammun eder. Akıl gibi işler.

Kalb, hadsiz hakâik-i kâinâtın mazhârı, medârı, çekirdeği olduğunu; hadd ü hesâba gelmeyen ehl-i velâyetin yazdıkları milyonlarla nûrânî kitâblar gösteriyorlar.  Onun içindir ki makine-i insanîyenin merkezi ve zenbereğidir.

Kalb, semâya çıkmak isterse, hayâle biner. Hayal aklın bir hizmetkârı ve hazînesi hükmündedir. Çünkü ihtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir. Hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır. Kalbden kuvvet ve ziya alan akıl, yetişemediği noktalara hayal ile tayeran eder.

Kalb çekirdek-i insanîye hükmündedir. Mir’at-ı Samed’dir. Kendinde sanem taşını kabûl edemez. Şayet ederse o taş ile kırılıp münkesir olacaktır.

Kalb mülk cihetiyle dâirelerin en darı ve melekût cihetiyle en genişidir. Îmân ile öyle bir zücâceye inkılâb eder ki, şems-i ezelî’nin şuââtından feyz alıp parlayan bir kevkeb-i dürrî gibi, içinde lüksü yanmaya başlar.  Zât-ı Ehad-i Samed’in bir aynasıdır.

Kalb, İmâm-ı Rabbânî’nin (r.a.) beyân ettiği gibi, sâir aynalara muhâlif olarak onda tecellî edeni hisseder bir şuûru vardır. Kalb bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa, kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırardır.Kalb çekirdeği terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nûra inkılâb edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır. Kalbdeki hadsiz istidâd-ı Muhabbet; hadsiz bir Cemâl-i Bâkiye mâlik bir Zâta tevcih etmek için verilmiştir. Öyleyse o emâneti maksâd-ı hakîkîyesinde kullanmak gerek.

Kalbden Maksad sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Melekât ve ma’lûmât-ı kalbiye, alelekser kulak penceresinden girerler. Kalb Gözü sanki cevâhire bir hazîne olmak üzere Cenâb-ı Hak tarafından yapılan bir binadır. Kalb için pek çok hizmetçi vardır ki, o hâdimler kalbin hayatıyla hayat bulup inbisât ederlerse, kocaman kâinât onlara tenezzüh ve seyrangâh olur.

Kalbin dâire-i hayatı geniştir. Kalb-i insan, kâinâtı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir. Kalbi işlettirmek için en büyük vâsıta; velâyet merâtibinde zikr-i ilâhî ile tarîkat yolunda hakâik-i îmâniyeye teveccüh etmektir. Kalbin göz bebeğinde şems-i ezelî’nin aks-i nurunu yerleştirmek, hayâtın saâdet içindeki kemâlidir. Kalbin dünyayı dolduracak kadar hem emelleri, hem de düşmanları vardır.

Kalbin Esmâ-i Hüsnâ’nın bütün nûrlarına ihtiyâçları vardır. İhtiyâcât sâikâsiyla âlemin envaıyla, eczâsıyla pek çok alâkaları vardır. Öyle bir kâbiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder. Kalbin Bâtını âyine-i Samed’dir ve O’na mahsûstur. Kalbin Bâtınını Allah, îmân, ma’rifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Zahir-i kalb ise sair şeylere müheyyedır.

Kalbin işlemesi zikir ve tefekkürle olur. Kasâvetinden bir zerre; şahsî âlemin bütün yıldızlarını küsûfa tutturur. Kalblere,  Kur’ân kuvvet ve gıdâdır. Kalb Penceresi avâlim-i gayba karşıdır. Kalb ve lisân zikir ve ma’rifet-i İlâhiyyenin mahalleridir. Kalb ve Mâhiyet-i İnsânîye zîşuûr bir âyinedir. Onda temessül edeni şuûr ile hisseder, aşk-ı bekâ ile sever.[2]

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Dipnotlar


[1]Barla Lâhikası,2006,s:588

 

[2] Bu çalışma Risale-i Nur Külliyatı’nın müteferrik yerlerinden tanzim edilmiştir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir