Risâle-i Nûrları Sadeleştirme Üzerine…!

Son haftalarda gündeme gelen Risâle-i Nûr Külliyatı’ndan Lem’alar adlı eserin sadeleştirilmesi üzerine yoğun bir tartışma başlamış durumda. Meseleye Risâle-i Nûrlara sadâkatla hizmet eden saff-ı evvel ağabeyler ve mesâisini Risâle-i Nûrlara teksîf etmiş bulunan yazarlar bigâne kalmadılar ve çeşitli vesîlelerle düşüncelerini kamuoyuna deklare ettiler. İyi de ettiler. Acaba Risâle-i Nûrlar üzerine niçin bu kadar hassasız ve titriyoruz? Çünkü ”Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve te’lîfi gibi hissedip sahip çıksın.[1]” Öyleyse elbette ki hassas olacağız ve üzerine titreyeceğiz. Bizler de elimizden geldiği kadar dahâ çok Külliyattan mes’elenin ciddîyetine bakan yönlerini nazarlara sunmaya çalıştık. Çünkü bu mes’ele üzerine de ilk mihenk ve me’haz Risâle-i Nûrlar olmalı düşüncesi ile Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin bu konu ile ilgili düşüncelerini duyurmak istedik. Me’hazdan meseleye dikkatleri çekme arzusunda olduk. Bedîüzzamân Hazretleri “Evet, Risâle-i Nûr size mükemmel bir me’haz olabilir.[2]” demektedir. “Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nûr eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır.[3]”

Bedîüzzamân Hazretleri Risâle-i Nûr talebelerinin, hâlis şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesânüdünden süzülen ve tezâhür eden bir şahs-ı mânevî olarak ta’rîf ettiği mütesânid heyetin vazîfelerini “şerh ve îzâhla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları te’lîf ve Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makâmını tekmille ve Risâle-i Nûr’u tanzîm ve tertîb ve tefsîr ve tashîhle devam edecek.[4]” şeklinde tasnîf etmiştir. Dikkat edilirse bu vazîfeler içinde sadeleştirme diye bir vazîfe bulunmamaktadır.

Öyleyse neden böyle bir yola başvurulma gereği duyulmuştur? Burada çok önemli bir nokta atlanmış durumdadır. Risâle-i Nûrlar, maslahat-ı beşeriye için kesilmiş ve biçilmiştir. Hâlbuki Risâle-i Nûr müellifi Aziz Üstâd’ımız Bedîüzzamân Hazretleri ve O’nun sadâkat timsâli saff-ı evvel talebelerinin sadeleştirme meselesine kesinlikle izin vermediklerini Külliyatın müteferrik yerlerinde defaatle görüyoruz.

Yaptığımız okumalar ve araştırmalar neticesinde çok mühîm yerlere tevâfuk ettiğimizi beyan etmek isteriz. Meselâ Hulûsi ağabeyin “Bir harfe dokunmayı azîm bir günâh işliyorum telâkkî ediyorum.[5]” cümlesi meselenin ne kadar ciddî olduğunu gösteriyor. Yine Hâfız Ali(ra) ağabeyin “Ve takdîm-i âcizânem olan iki nüshadaki sanat-ı bedia, akıl ve istidâd-ı beşerden pek uzak bir tarzda güya tezgâhında ölçülerek, biçilerek, her harfi bir vezn-i kasdî ile zuhûr ettiğini gösteriyor. Şu zamanın akıldan uzak eblehlerine mânen diyorlar ki, bizim hâlen üzerimizde tecellî eden cilve-i cemâli, aklınızla ölçemezsiniz. Yalnız gözleriniz varsa görebilirsiniz.[6]” Niçin sadeleştirme işine girişen ve bunu fiilen ortaya koyanlar bu mes’elede bizlere me’haz olarak bırakılan Risâle-i Nûr eserlerine mürâcaat etmemişler de kendilerini “Şu zamanın akıldan uzak eblehleri…” konumuna düşürmüşler! Yazık değil mi? Yapılan samîmâne açıklamalar ve i’tirâzlar üzerine halen kamuoyuna yapılan fiilin doğruluğunu ve indî ve şahsî görüşleri açıklamaya devam etmenin mânâsı var mıdır?

Bedîüzzamân Hazretleri, bırakınız sadeleştirmeyi; tashîhat mes’elesinde bile ne kadar ciddî ve titiz davranıyor. Hatta Risâle-i Nûrların bir harfinden bile meydana gelecek hatanın ve yanlışın ciddî bir mânâyı zâyi ettiğini bildiriyor. “Hakîkaten tashîh meselesi ehemmiyetlidir. Bazan bir harfin ve bir noktanın yanlışı, kıymetli bir mânâyı zâyi eder.[7]” diyerek bir noktada bile yapılabilecek bir hatanız azîm bir mânâ kaymasına sebep olacağını söylüyor.

Risâle-i Nûrların te’lîfinde öyle büyük bir ihlâs ve haslet var ki kim o seviyeyi bulabilecek! Kim o eserleri aynı isim üzerine sadeleştirebilecek? Hem o eserler yüksek ilmî seviyeden ve şecâatten aşağılara düşmeyecek mi? Risâle-i Nûrları okutan ve milyonların akıl, kalb ve rûhları üzerinde bıraktığı azîm te’sîrin sırrı şudur ki “Saîd yoktur. Saîd’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakîkattir, hakîkat-i îmâniyedir.[8]” Belki de Risâle-i Nûr hariç hiçbir esere nasîb olmayan sır budur. Yanî Kur’ân’a şeffaf bir ayna olması ve sadece Kur’ân’ın kudsiyetini vicdanlara göstermesidir.

Sanırım Risâle-i Nûr eserlerinin te’lîf hakîkatleri halen anlaşılmamış olmalı ki böyle bir yola teveccüh edilmiş ve büyük bir hakîkatten gaflet edilmiş. Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri, “Hem yazdığım vakit, irâde ve ihtiyârım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzîm veya ıslâh etmeği muvâfık görmediğim için bir parça fehmi işkâl edecek bir vaziyet aldı.[9]” der. Yazılar risâleleri “kendi fikrimle tanzîm veya ıslâh etmeği muvafık görmediğim için irâde ve ihtiyârım ile olmadığını hissettiğimden…” diyen bir müellif nasıl olur da Kur’ân’dan mülhem ve tereşşuh etmiş olan eserlerinin sadeleştirilmesine razı olabilir? Şu gelen ifâdeler de zaten bu meseleye bir mihenk olmuyor mu? “Resâil-in Nûr’un mesâili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyârla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünûhât, zuhûrât, ihtarât ile oluyor.[10]”

Hem te’lîf edilen eserler hakkında çok manidâr bir noktayı vuzûha kavuşturan Üstâd Hazretleri şu ifâdelerle kelimelerine kalem karıştırılmaması gerektiğini açıkça belirtiyor.” Hâlbuki tanzîmsiz, müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hâl ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashîh ve tanzîm etmeye me’zun değiliz! (Mektubat -488)” Pekâlâ bu eserlerin müellif-i muhteremi Âziz Üstâd’ımız me’zun değilse başkaları nasıl izinli olabilir? Üstâd başka ne desin ki? Sadeleştirilmemesi için mihenk arayanlara bu noktalar yetmez mi? Halen ihtiyaç var bahanesi ile o güzîde eserlerin akıl, kalb, rûh ve latîfe-i Rabbaniyeler üzerinde bıraktığı müessir iksiri yok etmeye kalkışmak neye hizmet etmektir ki?

Bakınız Bedîüzzamân Hazretleri’nin dünyalara değişmek dediği ve Nûrun Kumandanı sıfatına lâyık merhum Zübeyir Gündüzalp ağabey Gençlik Rehberi’ndeki Konferans’ında Risale-i Nûr’un anlaşılması husûsunda neler diyor? “Kur’anın bu asırda yüksek bir tefsîri olan Risâle-i Nûr’daki bazı bahisleri başlangıçta tamâmen anlayamazsanız da onun mânevî te’sîri ve mânevî feyzi, rûh ve kalbinize nüfuz eder; mânâ âleminizi istilâ’ eder, kat’iyyen istifâdesiz kalmazsınız.” Bu te’sîri hisseden milyonlarca insan sanırım bu sadeleştirme hadisesine razı değildir. Bu kalbî, aklî, rûhî ızdırârî ve fiilî i’tirâzlar dikkate alınmalıdır.

Şimdi gelelim Risâle-i Nûr anlaşılmıyor ve insanlara O’nun dili ağır geliyor ithâmına. Kesinlikle bu mâzeret doğru değildir. Risâle-i Nûr Külliyatı satırları içersindeki hakîkatler bu fikri tekzîb ediyor. Meselâ gelen ifâdelere bakınız ne kadar açık ve nettir. “Risâle-i Nûr eczaları, bütün mühîm hakâik-i îmâniye ve Kur’âniyeyi hattâ en muannide karşı dahi parlak bir sûrette isbatı, çok kuvvetli bir işâret-i gaybîye ve bir inâyet-i İlâhiyedir. Çünki hakâik-i îmâniye ve Kur’âniye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dâhî telâkkî edilen İbn-i Sina, fehminde aczini i’tirâf etmiş, “Akıl buna yol bulamaz!” demiş. Onuncu Söz Risalesi, o zâtın dehasıyla yetişemediği hakâiki; avamlara da, çocuklara da bildiriyor.[11]” Kime bildiriyormuş? “Avamlara da, çocuklara da bildiriyor.” Pekâlâ, sadeleştirme yapanlar neyi bahane ediyorlar? Risale-i Nûru anlamayan kitleler var. Kimmiş bu kitlelar? Avam ve çocuklardan da dahâ mı aşağı acaba bu kitleler?

Hem “Bütün bu risâlelerde, bütün derin hakâik, temsilât vasıtasıyla, en âmî ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor. Hâlbuki o hakâikin çoğunu büyük âlimler “tefhim edilmez” deyip, değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.[12]” İşte bakınız “bütün derin hakâik, temsilât vasıtasıyla, en âmî ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor.” deniliyor. Acaba sadeleştirmeyi okuyacak olanlar “en âmî ve ümmî”lerden de aşağıda olanlar mı acaba? Hâlbuki burada “en” denilerek muhatapların son seviyesi çizilmiş. Demek Risâle-i Nûr hakîkatleri “en âmî ve ümmî” olanların bile anlayacağı derslerdir. “Risâle-i Nûr bu vazîfeyi; en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu ve nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-i Kur’âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlar ile isbât eder.[13]” diye ortaya konan açık ifâde karşısında “Risâle-i Nûr iyi anlaşılmıyor” diyenler mezkûr beyanda geçen “herkesin anlayacağı bir tarzda” ifâdesine ters düşmezler mi?

Mâdem Risâle-i Nûr, “Havassın fikirleri yetişmediği esrâr-ı kaderiyeyi, basit avamların zihinlerine takrîb edip anlattırıyor.[14]” Basit avamların zihinlerine yaklaştırılan hakîkatleri sadeleştirerek rûh-i aslîsinden koparma neye hizmet etmektir ki?

Hem mâdem “Risâle-i Nûr; bütün tabakât-ı beşere hem medrese, hem mekteb, hem kışla, hem hekîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en ehass-ı havassa kadar ders verip, tâlim ve terbiye etmesi bizce meşhûddur.[15]” Hem mâdem Risâle-i Nûr parçalarından “En derin bir feylesofla bir çocuk onlardan en derin hakîkatı anlayabilir ve vehim ve vesveseli bırakmaz.[16] Avamdan en âlim ve en münevvere kadar her sınıfın kendi istidâdı nisbetinde istifâde edebileceği bir eser külliyatıdır. İşte bu hakîkatler içindir ki; Nûrları okuyan ve yazan nûrcular dünyanın her tarafında gittikçe çoğalmaktadır.[17]”

Şu hakîkat unutulmamalıdır. Risâle-i Nûr başka kitaplar gibi yalnız ilim vermiyor; onun mânevî dersi de vardır. “Her risâlede herkesin hissesi var, fakat herkes her şey’ini bilmek lâzım değildir.” Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin şu ifâdesini de nazar-ı dikkate almak gerekir: ”Benim tarz-ı ifâdem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti var.[18] ” Çünkü “O ulûm-u îmâniye ve o edviye-i rûhaniye, ihtiyacını hissedenlere ve ciddî ihlâs ile istimâl edenlere yeter, kâfi gelir.[19]”

Öyleyse “Risâle-i Nûr, saîr ilimler ve kitablar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki îmân-ı tahkîkî ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letâif-i insâniyenin kût ve nûrlarıdır.[20]“ Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrâr mütâlaa ile izdiyâdına çalışmalıyız.[21] “Yazılan parçaları dikkatle ve tekrârla okuyunuz.[22]“Gazete gibi okumayınız.[23]” “Bir mevhibe-i İlâhiyye olan o esrâr, halis bir niyet ile ve dünyadan ve huzûzât-ı nefsâniyeden tecerrüd etmek vesîlesiyle gelebilir.[24]”

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

————————-

[1] Mektubat,2004,s:576

[2] Barla Lâhikası,2006,s:390

[3] Mektubat,2004,s:725

[4] Barla Lâhikası,2006,s:588

[5] Barla Lâhikas,2006,s:112

[6] Barla Lâhikası,2006,s:390

[7] Emirdağ Lâhikası-I,2006,s:260

[8] Emirdağ Lâhikası-II,2006,s:619

[9] Şualar,2005,s:164

[10] Kastamonu Lâhikası,2006,s:298

[11] Mektubat,2004,s:632

[12] Mektubat,2004,s:634

[13] Şualar,2005,s:1142

[14] Sözler,2004,s:1272

[15] Kastamonu Lâhikasın,2006,s:83

[16] Nur Çeşmesi, s:5

[17] Nur Çeşmesi, s:169

[18] Emirdağ Lâhikası(Elyazma), s:661

[19] Mektubat,2004, s:599

[20] Emirdağ Lâhikası-I,2006, s:126

[21] Sözler,2004, s:156

[22] Şualar,2005, s:509

[23] Mektubat,2004, s:69

[24] Mektubat,2004, s:117

“Risâle-i Nûrları Sadeleştirme Üzerine…!” için 2 yorum

  1. Bence bu süslü ifadeleri gecin. Uyanin! Üstad zor sartlarda tüm Türkiyeye eserleri yaydi. siz ne yaptiniz? dünya okuyor diye kendinizi ve milleti oyaladiniz durdunuz. Türkiyedeki genclerin yüzde 90i risalelerin varligindan bile habersiz! Üstadin kemikleri sizliyor. talebin hassasi sudur falan. Dogru! talebenin hassasi calismaktir is yapmaktir, her ufak tefek calismada gitti risaleler diye paranoyak tavirlarla millete camur atmak degildir. Begenmediginiz adamlar dünyaya yaydi bu eserleri! Bu bir dost tavsiyesidir. sirtindaki akrebi gösterene kizmamali ve kizilmaz! vesselam

  2. Serhat Bolca “Risâle-i Nûrları Sadeleştirme Üzerine…!” yazımıza bir yorum yazmış. Elbette ki yazabilir. Mademki yazımız umûma açık bir yazı ise edeb ve saygı çerçevesinde yorum da yazılabilir cevap da. Hatta yazdığımız yazıda doğru olmayan yerler delilleriyle ortaya konar ve tekzîp de edilebilir. Bunlara mâni’ hiçbir sebep yoktur. Bizler de sitemizde hatalı ve yanlış olan bilgilerin düzletilmesi ve farklı fikirlerin de düşüncelerini ifâde edebilmelerini düşünerek yorum bölümünü aktif hale getirmişiz. Ne olursa olsun faklı düşüncelere pranga vurmadan saygılı olduğumuzu ve olacağımızı bir kez daha te’yîd ediyoruz.

    Tabîat Risâlesi’nin başında “Risâle-i Nûr’un mesleği, nezihâne ve nazikâne ve kavl-i leyyindir.( Lem’alar,2005,s:420)” diye bir haşiye vardır. Ancak bu cevabî yazının yazılma sebebi de umûma değil, hem Risâle-i Nûru tahrîf eden ve ona taraf olan mütecâvizce bizlere mesaj ve yorum yazan kişiler muhatap alınarak yazıldığı için içindeki nâhoş kelime ve cümlelerden dolayı umûmdan özür dileriz. Bu tür epey mesaj ve yorum aldığımız için usûlümüz ve metodumuz olmadığı halde sanki belli noktalardan üzerimize bilinçli bir şekilde hücûm edildiğini hissettiğimiz için böyle bir uslûp kullandık. Yoksa sükûtun bu tür münferîd hâdiselerde daha te’sîrli olacağını düşünüyoruz. Ancak bu noktada hem bütün Nûr Talebeleri, Üstâd’ın şahs-ı mânevîsi ve Risâle-i Nûrlara yapılan sû-i kast hedef alınıp hücûm edildiği için matbûât lisânı ile cevap vermek zarûretinde kaldık.
    Gelelim Serhat Bolca adlı okuyucunun yazdığı yoruma. Öncelikle yorumu yazımıza alalım ve düşüncelerimizi ve cevap hakkımızı ondan sonra kullanalım. Anlaşılan o ki yorumu yazan okuyucumuz yurt dışında yaşıyor olmalı. Çünkü yorumdaki harf karakterleri bunu gösteriyor. Biz de tek bir harfine ve imlâsına dokunmadan yorumu ekliyoruz. İşte Serhat Bolca’nın sitemizdeki “Risâle-i Nûrları Sadeleştirme Üzerine…!” yazımıza yazdığı yorum:

    “Bence bu süslü ifâdeleri gecin. Uyanin! Üstad zor sartlarda tüm Türkiyeye eserleri yaydi. siz ne yaptiniz? dünya okuyor diye kendinizi ve milleti oyaladiniz durdunuz. Türkiyedeki genclerin yüzde 90i risalelerin varligindan bile habersiz! Üstadin kemikleri sizliyor. talebin hassasi sudur falan. Dogru! talebenin hassasi calismaktir is yapmaktir, her ufak tefek calismada gitti risaleler diye paranoyak tavirlarla millete camur atmak degildir. Begenmediginiz adamlar dünyaya yaydi bu eserleri! Bu bir dost tavsiyesidir. sirtindaki akrebi gösterene kizmamali ve kizilmaz! Vesselam.(Serhat Bolca)”

    Bu yorumu yazan Serhat Bolca’ya öncelikle şunu söylemek istiyorum. Uslûbunuz bir mü’mine yakışmayacak kadar kaba ve seviyesiz. Sanırım yurt dışında olmanın avantajını kullanarak bol keseden atmışsınız. Hem de nezaketsiz bir dil kullanmışsınız. Esâsında böyle bir yoruma cevap vermek lüzûmsuzdur, ancak sizler tek değilsiniz. Sizler gibi düşünen ve kendilerini âkil zannedenler için bir cevap hakkı doğduğuna inanarak yazma mecbûriyetinde kaldığımızı da söylemek isterim.

    Evvela: Bizler yorum yazdığınız yazıda kaç tane kaynak vererek yazımızı delillendirmişiz siz hiç baktınız mı? Tam tamına 24 yerden deliller getirmişiz ki Risâle-i Nûr eserleri sadeleştirilemez. Sadece bu kadar mı? Hayır, belki yüzlerce akademik yazı ve çalışma yapıldı ki bu iş yanlış! Hatta Risale-i Nûr sadeleştirilemez diye sadece bu mes’ele hakkında siteler kuruldu ve gruplar oluşturuldu. Siz kim oluyorsunuz da bu kadar insanın çalışmalarına ve sarsılmaz delillerine karşı tek bir delil göstermeden istihza yüklü ifâdelerle yorumlar yazıyorsunuz. Yazık değil mi? Bu mu sizin sadeleştirmeye çalıştığınız eserlerden aldığınız ders? Belli o eserlerden nasib alamamışsınız. Eğer alsaydınız Müslüman kardeşlerinizi böyle hakir görmez ve alaycı tavırlar takınmazdınız.

    Gelelim yazdığınız yorumdaki cümlelere cevaplara.

    “Bence bu süslü ifâdeleri geçin.” Demişsiniz. Bizim yazımızda nerede süslü ifâdeler var? Tamâmı neredeyse Risale-i Nurlardan alıntılarla dolu bir yazıyı süslü ifâdeler olarak küçük görmeniz öncelikle kendinizi küçültmüştür. Sonra ünlemli “Uyanın!” kelimesi ile uykunun en derin noktasında olduğunuzu göstermişsiniz. Evet, o cildini zorla soyup perişan hale soktuğunuz ve tanınmaz hale getirdiğiniz Risâle-i Nur hakîkatleri yıllar önce bizi öyle uyandırdı ki onun rûh-i aslisini bozmaya çalışan muharipleri çok rahatsız ediyoruz. İsteseniz bir zahmet siz “Uyanın!” Üstâd bacaklarınızı kırmasın. Hocanıza sorunuz bu faaliyete daha önceki yıllarda giriştiğinde Üstâd O’na ne demiş? Kendi vaaz kasetlerinde ağlaya ağlaya ikrar ediyor ki Üstâd bana “Risâle-i Nurlara ilişme, senin bacaklarını kırarım.”dedi diyor. İnanmaz isen muhiblerine bir sor, ben sordum önce inkâr ettiler sonra böyle bir kaset varmış dediler. Çünkü kaset kesin vardı. Anlaşılan o ki bazı kirli eller Risâle-i Nur’u kirletme cür’etine girişmiş, mes’ele Hocayı falan da aşmış görünüyor. Kör müsün? Uyansanıza! Söyle bakalım kimin uyanması gerekiyormuş?

    “Üstad zor şartlarda tüm Türkiye’ye eserleri yaydı.” Demişsiniz. Evet, burada hakperestsiniz. Pekâlâ, bu vazîfeyi Üstâd kiminle yaptı? Saff-ı evvel, hizmetinde bulunan talebeleriyle yaptı değil mi? Peki bu talebeleri Risâle-i Nurların varisi durumundayken diyorlar ki bu bir cinayettir. Üstâdlarından aldıkları ders-i hakîkat cihetiyle buna izin yok diyorlar. Bu hareketi ve fiili işlemek Risâle-i Nurlara ve Üstâd’a hakârettir diyorlar. Sağır mısınız ki duymuyorsunuz? Bir eserin varisleri ve mânevî sahipleri diyecek ki bu olmaz. Neye dayanarak diyorlar bunu? Elbette ki bizzat hizmetinde bulundukları Üstâdlarına ve Risâle-i Nûrlardaki delillere dayanarak diyorlar.

    Sonuç? O güzîde eserleri me’hazından kopararak ticârî ve başka niyetlerle koparmak ve te’sîrini kırmak yoluna gitmek neye hizmet? Vicdanınızda mı sızlamıyor?

    “Siz ne yaptınız? Dünya okuyor diye kendinizi ve milleti oyaladınız durdunuz.” Demişsin. Kardeşim insâf yahu! Sizin hiç mi yapılan hizmetlerden haberiniz yok? Siz sadece kuru kalabalıkları mı hizmet zannediyorsunuz? Siz kemiyet değil keyfiyet diye Bediüzzaman’ı hiç okumadınız mı? Kur’ân’ın övgüsü azlara değil mi? Sayıya ve çokluğa güvenmenin ihlâsa aykırı olduğunu İhlâs Risalesinden okumadınız mı? Hem bunu söylemekle faziletfuruşluk damarını tahrik ederek ihlâsı kırdığınızın farkında değil misiniz? Neler yazılır neler de sükût diyorum…!

    “Türkiye’deki gençlerin yüzde 90’ı risalelerin varlığından bile habersiz!” demişsiniz. Haberi olan gençlerin keyfiyeti size nasıl ümitsizlik verdi de elinizde ölçüm aleti var gibi bu oranı verebildiniz? Risâle-i Nûr bu Anadolu’ya kök saldı, hiçbir güç O’nu Anadolu’nun sinesinden söküp atamaz diyen Üstâd’a bu bühtan değil mi? Risâle-i Nurları tanıyan keyfiyetli Genç Saîdler size ümit vermese de bize veriyor. Çünkü çok azlar var ki çoklara galip geldi diyen de Yüce Rabbimizdir.

    “Üstad’ın kemikleri sızlıyor.”demişsiniz. Bu cümle ile yine bir hakîkati ifâde etmişsiniz. Çünkü Me’hazı Kur’ân olan ve te’sîri Kur’ân’dan mülhemen vücûda gelen ve Üstâd’ın bile bir harfine dokunmaya me’zun değilim dediği gözü gibi sakındığı Kur’ân’ın mânevî bir mucîzesi ve tefsîri olan Risâle-i Nûrların lisânına dokunulduğu için Üstâd’ın kemikleri sızlıyor! Bunu hem hissediyor hem de bütün îmânımızla inanıyoruz.

    “Talebenin hassası şudur falan. Doğru! Talebenin hassası çalışmaktır iş yapmaktır, her ufak tefek çalışmada gitti risaleler diye paranoyak tavırlarla millete çamur atmak değildir.” Demişsiniz. Yahû hiç mi vicdanınız sızlamıyor? Kim çamur atıyor? Çamuru atan şu an bu cümle ile siz değil misiniz? Bu kadar edebsizce ve fütûrsuzca cesareti nereden alıyorsunuz? Allah aşkına Risâle-i Nûrların rûh-u aslîsini bozmak, cildini soyup Onları perişan hale sokarak Kur’ân’dan ilhâmen gelen te’sîrini kırmak ufak tefek bir çalışma mı? Küre-i arz ile irtibatlı, zemin ve sema ile alâkâlı ve Kur’ân ile arş-ı azama bağlı olan bir eseri tahrîf edeceksiniz ve bunun adını da ufak-tefek çalışma diyeceksiniz! İnsaf yahû insaf! Vicdanınız mı tefessüf etmiş ki bu cinayete karşı Üstâd’ın saff-ı evvelleri ve milyonlarla talebeleri feverân ederken bunları kâle almayarak bir de “gitti risaleler diye paranoyak tavırlarla millete çamur atmak değildir” gibi ihtihza yüklü ifâdeler ve hakâretlerle hakîkî çamuru atıyorsunuz. Eyvah ki ne eyvah! İşte burası sözün bittiği yer olmalı. Bu noktadan sonra sizleri Allah’a havale etmek gerekiyor. Rabbim lâyıkı ne ise öyle muamele etsin.

    “Beğenmediğiniz adamlar dünyaya yaydı bu eserleri!” de demişsiniz. Doğru mu bu? En yakınımızda bulunan müesseselere bakıyoruz, o eser Külliyatı niçin yok? Birden fazla mefkûreleri niçin o eserleri umûma kupon karşılığı olarak bile vermiyor? Yemek kitaplarının dahi kupon karşılığı verildiği bu mefkûrelerde niçin o eserler verilmiyor ve tanıtımı yapılmıyor? Üstâd’ın ölüm yıl dönümlerinde veya başka vakitlerde iletişim ve tanıtımda en te’sîrli olan vasıtalarda(gazete,tv,internet,dergi vb.) niçin o tanıtım yapılmıyor? Niçin Bedîüzzamân Hazretleri ile alâkâlı veya Risâle-i Nûrlar ile ilgili konferanslar ve paneller ya da başka faaliyetler yapılmıyor? Hiç mi dikkatinizi çekmiyor? Türkçe olimpiyatları için bütün dünya tanıtım için ayağa kaldırılıyor da niçin Üstâd ve Risâle-i Nûrlar için bu tanıtım yapılmıyor? Siz tanıtımın ne olduğunu mu bilmiyorsunuz yoksa bizi mi tanımıyorsunuz? Yok yok hakperest değilsiniz! Eğer gâye Risâle-i Nûrların tanıtımı olsaydı o tanıtım için bütün basın-yayın araçları seferber edilir ve bizler de bununla ihtihar eder ve dua ederdik. Ne yazık ki yine hata yaptınız ve yapılmayan bir işi yapılıyor diye gösterdiniz. Ancak o tanıtımı yapan ve bütün gayreti ve dar imkânları ile dünyaya duyuran ve ilan eden fedakârlar vardır. Ne kadar az da olsalar manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.

    “Bu bir dost tavsiyesidir. Sırtındaki akrebi gösterene kızmamalı ve kızılmaz!” demişsiniz. Keşke öyle olsaydı. Keşke Risâle-i Nûrun hukûkuna hücûm edilmeseydi de bizim kusûrlarımıza vurulsaydı ve bu uyarılar hakîkî dostlardan gelseydi. Hem Üsdâd Hazretleri akrep ve kusûr mektubunda öyle şartlar koyar ki siz orayı bile kendi nefsinize alet etmişsiniz. O kısım şöyledir: “Bizler, kusûrumuzu görene ve bize bildirene-fakat hakîkat olmak şartıyla-minnettar oluyoruz, “Allah razı olsun” deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa, ısırmadan atılsa, nasıl memnun oluruz; kusûrumuzu-fakat garaz ve inat olmamak şartıyla ve bid’alara ve dalâlete yardım etmemek kaydıyla-kabûl edip minnettar oluyoruz.( Emirdağ Lâhikası (1) – Mektup No: 25)”

    Neymiş? “Bizler, kusûrumuzu görene ve bize bildirene-fakat hakîkat olmak şartıyla-minnettar oluyoruz. Hem; kusûrumuzu-fakat garaz ve inat olmamak şartıyla ve bid’alara ve dalâlete yardım etmemek kaydıyla-kabûl edip minnettar oluyor”muşuz. Öyle sizin nefsî ve fevrî hâl ve düşüncelerinize göre değil. Hem Risâle-i Nûrun rûh-u aslîsini bozacaksınız, hem Kur’ân’ın kudsiyetinden Risâle-i Nûrları koparacaksınız, hem o hakîkatlerin ciltini soyup tahrîf edeceksiniz, hem de bizim susmamızı isteyeceksiniz. Hani var ya “Suçlu, suçsuzu susturmak için her yolu mübâh sayar ve yüreğini yararmış.” misali davranacaksınız bir de boynunuzda akrep var diye kendi boynunuzdaki akrebi başkalarına teşmil edeceksiniz. Yok yok, sizler aldanmışsınız, ancak bizleri aldatamazsınız vesselam!

    http://www.feyzinur.com/risale-i-nurun-sadelestirilmesi-meselesine-yazilan-bir-yoruma-cevap.html

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir