Nûrdan Tefeyyüzlerim

Risâle-i Nûr’a cüz olarak değil küll olarak bakmak gerekiyor. Cüz, küldendir; ancak küll değildir. Parça bütündendir, ancak bütün değildir.

Bütün mesele hayata Bedîüzzamân’ca bakabilmek ve Bedîüzzamân’ca dayanabilmektir. Çünkü O, hayata Kur’ân ve sünnet penceresinden baktı ve öylece yaşadı.

Zahmetle(زَحهمَته) Rahmet(رَحهمَته) arasında sadece bir “nokta” farkı vardır. Zahmetteki (ze)’nin“ز” noktası kalksa (re) “ر”olur. Ve zahmet(زَحهمَته), rahmet(رَحهمَته) oluyor. Biz zahmette bir noktanın yükünü çekiyoruz.

Tefekkür enfüsten başlamalı, afaka gitmelidir. Çünkü afak zihni dağıtır. Enfüs zihne yakındır. Enfüsî tefekkür-ü îmânî insanı hakîkate isâl eder.

Hakîkat doğrudur. Ancak hayâli de hakîkat zannedenler olur. Mihenge vurmak gerekir.

Sezgileri vahiy beslemesi gerekir ki kemâle ersin.

İlim ma’lûma tâbi’dir. Ma’lûm ilime tâbi’ değildir. Bütün ilimler Kur’ân’da vardır. Ancak her şeyi Kur’ân’da herkes göremez. İlim de tekâmül etmeye muhtaç. Ehil olmak lâzım.

İlim ma’lûma tâbi’dir. Bir şey ne zaman ilim olur? Bilinince. Yani ma’lûm olunca. Öyleyse ilim de tekâmül etmeye muhtaçtır.

İnsan taallümle tekemmül eder. Kabiliyetlerini nemalandırır. Böylece istidâdları inkişaf eder. İmtihan burada.

Demir eğrildiği yerden çürümeye başlar. İnsan da bir eğrilmeye görsün o eğrildiği yerden düşmeye başlar.”Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”

Cenâb-ı Hak verdiği cüz-ü ihtiyârî ile insanı, ihtiyârî fiillerini kesb ve teşkil etmeye mükellef kılmıştır.

Cenab-ı Hak, rûh-u beşerde emânet olarak ekilen sınırsız tohumları sulamak ve inkişâfı için de insanı imtihânla mükellef kılmıştır.

“Rûhun mânen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve terakkisini telkih eden, yani aşılayan, şeriatlardır.(İşârâtü’l İ’câz)”

Bu asırda rûhsuz ve dinsiz felsefenin meseleleri ile iştigâl eden insanların zihni darlaşır ve aklı gözüne iner. İşte dalâlete giden yol…

İnsan, gaflete veya mâsiyete(günâhlara) veya maddiyata dalmak sebebiyle aklı darlaşır, mânevîyâta gabî olur, azâmetli meseleleri anlayamaz.

Tevekkül, sırtındaki yükü gemiye bırakıp nezâret etmektir. Gemide yükü sırtında taşımak değildir. Tevekkül, geminin sahibine i’timâttır.

Nûr Talebelerinin hareket prensipleri Risâle-i Nûrlardandır. Kıyamete kadar da bu prensipler geçerlidir.

Nûr Talebelerinin vazîfesi şimdilik îmânî noktada nûrdur, topuz değildir. İki elimiz var, yüz elimiz de olsa ancak nûra kâfidir.

Risâle-i Nûrların ölçülerini anlatmak bizim vazîfemizdir. Neticesine karışmayız, çünkü o vazîfe-i ilâhîyedir.

Nûr Talebeleri ubûdiyet kastı ile karşılık beklemeden, karakucakla değil prensiplerle sırf Allah rızâsı için çalışırlar.

İnsan “Hakîkati kazarken ihtiyârsız dalâlet(sapıklık) başına düşer; hakîkat zannederek başına giydiriyor.” Vahiy o sapmayı önler!

Havalecilikten, meylü’l rahattan ve işi birbirimize bırakmaktan da sakınmalıyız.

Tenbellikten, rehâvetten ve yanlış düşündüğümüz izzetimizden mutlaka kurtulmalıyız.

Zaman ve gelişen hâdiseler Bedîüzzamân Hazretleri’ni tasdîk ediyor. Böylece zaman kaydını izhâr ediyor ki i’tirâz edilmez.

Bedîüzzamân’ın şerîat anlayışı ile İslâm’ı siyâsal tarzda anlayıp tatbîk edenlerin şerîat anlayışı aynı değildir.

İslâmiyet aşikârdır. İhfâ(gizlemek) riyâdandır. Kırk oldu gizlenmedi şimdi nasıl gizlenir? Bir umman bir tasa sığar mı? Şeffaf olmak gerek!

Ahlâkın kaynağı Kur’ân’dır. Tatbikatçısı da Efendimiz(sav)’dir. O(sav)’nun ahlâkı Kur’ân ahlâkıdır.

Kâinattaki bütün eşya hakîkat-i esmadır. Deneysel düşünce en nihayetinde o esmaya ulaşır.

Din gerçek bilimi destekelr, menfi felsefe ise dini inkâr eder. Müsbet felsefe ile din barışıktır. Felsefe dine hizmet etmelidir.

Şerîat ikidir. Din vahiy kaynaklıdır. Vahiy Allah’ın kelâm sıfatından gelir. Bu meşhûr bildiğimiz kitabî şerîattır. Bir de fıtrî şerîat vardır ki kâinattaki bütün fıtrî kânunlardır.

Bilim denen şey zaten Allah’ın bir ismine dayanır. O halde Kur’ân Allah’ın bütün isimlerini havidir. Sonuç: Bütün ilimler Kur’ândadır.

Bilim ile din çatışmaz. Din bilimi içine alır. Çünkü bilim Allah’ın isimlerinin tecellisidir.

Din bir imtihândır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrîk eder. Sen dini sınayamazsın, din seni sınar. Din, tekliftir.

Din sınanmaz, biz sınanırız. Dinle yarışılmaz, din yaşanır.

Kendi başımıza doğruyu bulabilseydik Peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Peygamber ve kitap gönderildiğine göre doğruyu sırf akıl bulamaz.

Risâle-i Nûr’un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise, mutlak değildir; belki muzır kısmınadır.

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir